Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütünün Irak’ta Bağdat yönetimine karşı başlattığı harekât bağlamında Musul Başkonsolosluğumuzu işgal ettiğini ve mensuplarını aileleriyle birlikte rehin aldığını yabancı diplomatlarla öğle yemeğindeyken duydum. Bir televizyon kanalından arayan gazeteci konuyla ilgili haberi özetle aktardıktan sonra beni programına davet etti. Bölgenin uzmanı olmadığım ve konuyu ayrıntılarıyla araştırmadan değerlendirme yapamayacağımı söyleyerek daveti kabul etmedim.Ne var ki medyamızda bilgi sahibi olmadan her konuda uzman kesilen ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak köşelerinde maddi yanlışlıklar da içeren ilgisiz yorumlar kaleme alan ya da televizyon ekranlarında dile getiren, hatta kasten yanlış bilgilendirme yapan kalemler az değil. Daha önce uzmanlık konularımla ilgili tartışmalarda fark etmiş olduğum ve beni kitap yazmaya sevk eden bu çarpıklık şimdi Irak’taki olaylara, hatta daha genelde dış politikaya ilişkin olarak devam ediyor.Kabul etmek gerekir ki bu çarpıklıkta iktidara gelmek için değişim geçirmek yerine rakibini mantık sınırları ötesine taşan karalamalarla yıpratacağına inanan mevcut muhalefetimizin payı büyük. Köşelerinden “Musul’da iflas eden dış politikanın” resmini çeken “ uzmanların” yazıları bir yana, vatandaşlarımızı rehin tutan IŞİD’i “Türkiye’nin beslediği” iddiasından hareketle “militanlarına TSK tarafından eğitim verildiği” ya da “ örgüte Diyanet İşleri tarafından parasal yardım yapıldığı” gibi yalan olduğu anlaşılan haberler bu karalamalara katkı sağlıyor.IŞİD’in Irak’ta Bağdat yönetimine başkaldırısını objektif olarak değerlendirmek, her şeyin sorumlusu gösterilen Erdoğan iktidarını karalamak kadar kolay değil. Bunun için öncelikle bölge uzmanlarının aktaracağı örgütün arazideki gücü, halk desteği ve Irak devletinin karşı koyma kapasitesi gibi bilgilerin ışığında uluslararası arenada alınabilecek önlemlerin, büyük oyuncuların politikalarıyla birlikte ve çeşitli olasılıklar göz önüne alınarak değerlendirilmesi gerekiyor. Beril Dedeoğlu gibi konuyu bu bağlamda değerlendiren köşe yazarları az da olsa var elbette. (http://haber.stargazete.com/yazar/isid-uzerinden-bir-kac-senaryo/yazi-895338)IŞİD’in hedefini gerçekleştirme olasılıklarıDedeoğlu’nun altını çizdiği gibi, IŞİD’in nihai hedefi, “Arap Sünni kimliği altında Suriye ve Irak’ı içine alan bir devlet kurmak.” Bu devletin iki ülke topraklarının tümünü kapsamasının örgütün toplumsal desteği bakımından olanaksız olduğu görülüyor. Dolayısıyla iç savaşın hüküm sürdüğü Suriye gibi Irak da bölünmenin eşiğinde bulunuyor. Markar Esayan’ın Yeni Şafak’taki yazısında belirttiği gibi, bu iki ülkeyi yapay olarak yaratmış olan Sykes-Picot gizli anlaşmasının çökmekte olduğundan söz etmek mümkün.Bununla birlikte, Suriye ve Irak’ın bölünmesinin gerçekleşmesi, Türkiye dâhil birçok ülkenin terör örgütleri listesinde yer alan IŞİD’in nihai olmasa da, ilk hedefi olan Bağdat’a girmesine ve orada kalmasına izin verilmesine bağlı. Bölge uzmanları, Bağdat’ın arazide IŞİD’in eline geçmesini tarafların gücü ve toplumsal desteği açısından “olanaksız” görmüyor. Ancak Irak devletinin yanında yer alacağını açıklamış ve devrim muhafızlarından özel bir gücü apar topar komşusuna göndermiş olan İran gibi bölgesel bir gücü ve gecikse de uluslararası camianın vereceği tepkiyi hesaba katmadan her şeyin olup bittiğini söylemek doğru değil.İlk açıklamalara bakılırsa, başta ABD olmak üzere Avrupa ülkelerinin Irak’ın bölünmesine karşı oldukları görülüyor. Başkan Obama, Amerikan güçlerinin iki buçuk yıl önce terk ettiği Irak’a operasyon dâhil hiçbir seçeneği dışlamadığını söylüyor. Suriye’ye müdahale etmediği için IŞİD’in güçlenmesine dolaylı olarak katkı sağlamakla eleştirilen Obama’nın bu defa hareketsiz kalamayacağı öne sürülüyor.Dedeoğlu’nun dediği gibi, Obama Irak’a müdahale kararı verirse ve “IŞİD projesine karşı bir koalisyon kurulursa”, bu süreçten Körfez ülkelerinin desteğine sahip olduğu öne sürülen terör örgütü değil, tam aksine hedef aldığı Irak’ta Maliki ve Suriye’de de Esat yönetimleri zaferle çıkar. O zaman Sykes-Picot’nun çökmesinden değil, güçlenmesinden söz edilmeye başlanır. Acaba bütün bunlar zafer kazanmış görünen IŞİD’in arkasındaki değil de karşısındaki güçler tarafından mı tezgâhlandı diye de sorulur. İşte bu nedenle IŞİD’in hedefleri ve başarılı olması halinde bölgede neler olabileceğine ilişkin senaryolar üzerine tartışılırken, kesin ifadelerden kaçınmakta yarar bulunuyor.IŞİD’in güçlenmesi dış politikamızın iflası demek mi? IŞİD’in güçlenmesinin iki temel nedeni olduğu anlaşılıyor. Bunlardan ilki Washington’un başarısız Irak politikası; Cumhuriyetçiler Obama yönetimini “inşa ettikleri düzeni yıkmakla” suçluyor. Bu suçlamayı önceki gün Senato’da söz alan Vietnam fatihi John McCain yaptı. Yaşlı senatör 2006’da Irak’taki Amerikan güçlerinin takviye edilmesini önermişti. Aynı yıl başkanlığa aday olan Joe Biden de Irak’ın bölünmesini savunduğu gerekçesiyle suçlanmıştı. IŞİD’in Kerkük’e girmesiyle bu eski tartışma Amerikan medyasında yine su yüzüne çıkmış bulunuyor. Özet olarak belirtmek gerekirse Cumhuriyetçiler, Demokratları Irak’tan çekilirken 10 bin civarında Amerikan askerini orada bırakmamış olmakla suçluyor. Eğer Irak’ta hâlâ Amerikan askerî varlığı bulunsaydı, IŞİD’in Bağdat’ı ele geçirme planı ciddiyet kazanmazdı elbette.IŞİD’in güçlenmesinin bir ikinci nedeni ise, yukarıda belirttiğim gibi, Amerikan yönetiminin Suriye’ye askeri müdahalede bulunmaması veya en azından demokratik muhalefetin silahlı gücü Özgür Suriye Ordusu’na yeterli askeri desteği sağlamaması. Suriye muhalefetinin kendi içinde bölündüğü bir ortamda IŞİD’in göreceli olarak güç kazandığı öne sürülüyor.IŞİD’in Bağdat yönetimine başkaldırısına yukarıdaki çerçevede bakıldığında dış politikamızın iflas ettiğini söyleyebilmek kolay değil. Ama Suriye’de başından beri demokratik muhalefetin yanında yer alan Ankara’nın Washington’u bu konuda yeterince ikna edemediği söylenebilir elbette.Girişte de belirttiğim gibi, dış politikamızın iflasından söz edenler aslında doğru olmayan bir çizgiden hareket ederek, Ankara’nın IŞİD’i desteklediğini öne sürüyorlar. Bu eleştiriyi yapan çevreler ayrıca Suriye’de kayıtsız koşulsuz Esat rejimini destekliyorlar. Ana muhalefet partisi Genel başkan Yardımcısı Koç’un açıklamış olduğu gibi, Suriye için Esat’tan “daha iyi bir gelecek” görmüyorlar. Bu kesim için de IŞİD’in önünü kesmenin tek yolu Suriye’de Baas rejimini desteklemekten geçiyor. Oysa asıl Esat rejiminin arkasında durmak “iflasa mahkûm ilkesiz” bir politika görüntüsü veriyor.Kaldı ki Türkiye bölgesel bir aktör olarak tek başına Ortadoğu’yu şekillendirebilecek süper bir güç değil. Herhangi bir örgüte yardım ederek, Irak gibi bir ülkeyi işgal etmesini sağlaması, kapasitesi dâhilinde bulunmuyor. O bakımdan Erdoğan’a sıcak bakmayan Batı medyası bile şu sıralarda IŞİD’i Türkiye’nin eseri gören bir yaklaşımı dillendirmiyor.Musul Başkonsolosluğumuz mensuplarının rehin alınmasına gelince, Türkiye’nin sözde yardım ettiği bir örgütün neden pek dostça olmayan bir davranışta bulunduğu bir kenara bırakılırsa, sorgulanması gereken bir olay olduğuna kuşku yok. Musul’daki Başkonsolosluk, İran’ın Urumiye kentindeki gibi tarihi (70’den fazla yıllık) bir temsilcilik olduğundan neden orada konsolosluk açıldığı değil ama mensuplarının neden zamanında tahliye edilmediği, bu konuda ihmali ya da kusuru olanlar bulunup bulunmadığı araştırılmalı, soruşturulmalı.Ne var ki bu soruşturmadan iflas eden bir dış politika değil, ancak kurumsal veya bireysel ihmal veya kusurlar çıkabilir. O bakımdan muhalefetin, diğer konuları olduğu gibi bu konuyu da istismar etmekten vazgeçip öncelikle kendi program ve politikalarını değiştirmesinde yarar var. Ne kadar yanlış haber ve asılsız iddia üretilirse üretilsin, Bağdat yönetimine başkaldıran bir örgüt sayesinde Türkiye’de iktidarı devirmek mümkün değil çünkü.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik