Yıldız Ramazanoğlu’nun “İslam’ın kızı, İslam’ın erkeği” başlıklı yazısı (Serbestiyet, 30 Mayıs), “Başörtüsü yasaklarıyla mücadele edilirken bir adım ötesini görememiş” erkekler dünyasının, bir adım ötesinde, yani bugünlerde neyle uğraşmak zorunda kaldıklarına dairdi. Ramazanoğlu, yazısının girişinde şöyle diyordu:
“Başörtüsü yasaklarıyla mücadele edilirken kimileri bir adım ötesini görememiş demek ki. Eğitim düzeyi yükselen genç kadınların kamu alanında görünürlüklerinin artacağı, yeni taleplerinin, hatta kamu alanını dönüştürmelerinin kaçınılmaz olacağı aşikardı. ‘İslam’ın kızı’ repliği neden makes bulmuyor genç kadınlar üzerinde, neden dini söylemler etkisini yitiriyor gün geçtikçe. Kadınları hadsizce tedip ve terbiye etmeye yönelen, kadına ve erkeğe ayrı ahlak öneren dil dinden soğutuyor. Okuduklarını ve işittiklerini akıl ve kalp süzgecinden geçirebilen gençlerin bu ikiliğe tahammülü yok çünkü. Bir düşünceye göre kadınlar eğitim almamalı, en yüksek donanıma ulaşsa, uzmanlaşsa bile evinin kadını olup çocuk yetiştirmelidir. Çünkü dışarısı tekin değil tehlikelerle dolu. Şiddet mobing ve taciz gibi kimi koşulların değişmesi için kendi nefislerinden başlayarak mücadele vermek yerine maruz kalanı bir yere kapatıp koruma fikri kolaycılık ve indirgemecilikten başka bir şey değil.”
Yıldız Ramazanoğlu, kendisinin de içinde yer aldığı bir anlam dünyasının içinden konuşuyor ve asıl eleştirisini oraya yöneltiyor ama, anlattığı şeyin inanç ya da ideolojilerden bağımsız bir yaygınlığa sahip olduğunun da farkında. Ev işlerinin ve çocuk bakımının sadece kadının sorumluluk alanında sayılmasına itiraz ederken verdiği örneklerden anlayabiliyoruz bunu:
“Genel manada ev kadını yıkar, temizler, yemek yapar, evin geçimine türlü çeşit yollarla katkıda bulunur, bazı yerlerde kilometrelerce uzaktan su taşır, tarlada bahçede çalışır ve hayatı idame ettirmek uğruna uyku dışında dinlenmez ve genelde saçlarını tarayacak zamanları olmaz. Kimi küçük bir bebeği sırtına bağlayıp tarlaya gider, kimi de çocuklarının gelişimi için onları arabayla piyano keman spor drama gibi derslere taşır. Bunun dışında çocuk bakımının yegâne sorumlusu olan kadın dünyanın büyük bir kesiminde sigorta ve kayıttan uzak, en düşük ücretle aileye ekonomik katkı için çeşitli işler yapar.”
Anneliğin kutsallaştırılması
Yıldız Ramazanoğlu, ev işlerinin ve çocuk bakımının esasen annenin sorumluluğunda olması keyfiyetinin inanç ya da ideoloji farklılığı gözetmeksizin bütün toplumlarda ve topluluklarda geçerli olduğunu söylerken hiç kuşkusuz apaçık bir gerçeğe işaret etmiş oluyor.
Bu böyle, çünkü böyle gelmiş bu düzenin böyle gitmesi, inancı ya da ideolojik-siyasi yaklaşımları farklı da olsa bütün erkeklerin işine geliyor. Erkek dilinde anneliğin kutsallaştırılmasının nedeni, annelerin üstlendikleri şeyin hakikaten çok zor olmasıyla ilgili…
Binyıllardır süregelen bu statüko erkek dünyası için o kadar hayatidir ki, erkeğin dış dünyadaki hayatiyeti teklikeye düşmeden, eve kapanmış kadını kendisiyle birlikte kamusal alanda mücadeleye çağırması imkânsızdır.
Erkekler kadını ne zaman mücadeleye çağırır?
Erkekler kadını ancak mecbur kaldıkları zaman mücadeleye çağırır.
Sanayi devriminin imkân verdiği büyük ölçekli üretim çağından önce, şehirlerdeki küçük atölyelerde kadınların ve erkeklerin birlikte çalışması hayal bile edilemezdi. Fakat ne zaman ki sanayi devrimiyle birlikte kitlesel üretim mümkün hale geldi ve erkek emeği bu üretim için yetmez oldu, işte ancak o zaman kadınlar evlerinden çıkıp atölye ve fabrikalarda çalışmaya başladılar; erkekler kadınları kamusal hayata çağırmıştı çünkü yalnız başlarına altından kalkamayacakları bir sorunla karşı karşıya kalmışlardı.
Birinci Dünya Savaşı da bu açıdan ilginç bir örnek teşkil eder… Sanayi devriminin talep ettiği kadın emeği artık fabrika ve atölyelerde görülebiliyordu ama, kutsanan emek o emek değil, ev içi emek ve annelikti.
Ne zaman ki savaşla birlikte erkek işgücü azaldı ve ‘kutsal’ annelerin de işgücüne katılması zorunlu hale geldi, işte o zaman Avrupa şehirlerinin sokakları ‘vatan için’ fabrikalarda çalışmanın -da- kutsal bir çaba olduğunu anlatan afişlerle doldu.
Kadınları mücadeleye çağırmanın ‘tehlikeleri…’
Erkeklerin, kadınları bir ‘dava’ uğruna kendileriyle birlikte mücadeleye çağırmaları, eşyanın tabiatı gereği bir sürtüşmeyi de beraberinde getirir. Çünkü bu iki cins arasında ‘dava’nın şu ya da bu nitelikte olmasının değiştiremeyeceği bir çıkar zıtlığı vardır ve kadınların, bir kez mücadeleye çağrılıp da kamusal alana çıkmalarından sonra aleyhlerine işleyen statükoyu değiştirmek için çaba sarf etmeleri kaçınılmazdır…
Dün nasıl sol’un içinden çıkan feminist kadınlar solcu erkeklerle kaçınılmaz bir çatışma içine girdilerse, bugün de ‘İslam kızları’ ‘İslam erkekleriyle’ çatışıyorlar.
Belki başka bir yazıda daha genişçe ele almak üzere, benzer bir çatışmanın, Gülen Cemaati’nin kadınları ve erkekleri arasında yaşanacağını da öngörebiliriz…
17-25 Aralık (2013) öncesinde Cemaat’in kendi ‘kamusal alan’ının dışında varlıklarına hiç rastlamadığımız Gülen Cemaati’ne dahil kadınlar, bu tarihten sonra erkekler tarafından yardıma çağrıldılar ve 15 Temmuz’a kadar da Cemaat’in kamusal görünürlülüğünün bir parçasını oluşturdular.
Şu anda orada bu açıdan ne tür gelişmeler olduğunu bilmiyoruz. Fakat artık oradaki kadınların da en azından sorular sormaya ve erkeklerle ilişkilerini sorgulamaya başladıklarını rahatlıkla düşünebiliriz.