Fransa son yılların belki de en sıkıntılı haftalarını geçiriyor. İş Yasası’nda çalışma koşullarını esnekleştirmeye yönelik değişiklikler öngören hükümet tasarısıyla siyaset arenasında başlayan Sol’un Sol’a karşı savaşı birkaç hafta önce, beklendiği gibi, sokağa da sıçradı. Tasarıya karşı çıkan Fransa’nın en eski (1895) işçi sendikası CGT’nin (Conféderation Générale du Travail) önce rafinerilerde başlattığı grevler akaryakıt sıkıntısı yarattı ve benzin istasyonları önünde üçüncü dünya ülkelerine özgü uzun kuyruklar oluştu.
Rafineri grevleri sonlanırken bu defa tren ve metro çalışanlarının grevleri başladı, şehir içi ve şehirlerarası ulaşım neredeyse durma noktasına geldi. Tasarının tümüyle geri çekilmesini talep eden ve bir hafta sonra başlayacak Euro 2016’yı hükümeti sıkıştırmak için fırsat bilen CGT’nin planladığı yeni grevler ve göstericileri polisle karşı karşıya getiren sokak protestoları bu savaşı sonuna kadar sürdürmeye kararlı olduğu izlenimi veriyor.
Benzeri bir kararlılığı hükümet cephesinde de görmek mümkün. Cumhurbaşkanı Hollande’ın önceki gün yaptığı açıklama, sosyalistleri bile ikiye bölen El Khomri Yasası’nın (Bakan Myriam El Khomri’nin soyadıyla anılıyor) protestoların odağını oluşturan 2. maddesinde geri adım atılmayacağı yönünde. Ana muhalefetteki Cumhuriyetçiler (LR/ Les Républicains) İş Yasası’nda kendilerinin yapmak isteyeceği değişikliklerin Sol’da bölünmeye yol açarak gerçekleştiriliyor olmasını sessizce izliyor. Hollande’ın CGT’yi karşısına alarak iş dünyasına açılımını gelecek yılkı seçimlerde yeniden sosyalistlerin adayı olmak istemesine bağlayanlar da var ama Cumhurbaşkanı son anketlere göre sadece yüzde 14’lük desteğiyle hâlâ ikinci tura kalamıyor. Bu durum aday olup olmayacağını açıklayacağı yılsonuna kadar değişir mi sorusu kuşkusuz ayrı bir tartışma konusu.
Sendikalar arası bilek güreşi
CGT’nin aşırı Sol kanadı temsil eden Genel Sekreteri Philippe Martinez’in ülkede yükselen aşırı sağcı Ulusal Cephe FN’i (Front National) değil de reformcu sosyalistleri hedef almasını eleştirenler az değil. Le Monde’un eski direktörü (1994-2007) Jean Pierre Colombiani’ye göre, Martinez’in CGT’si, 1981 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mitterrand’a karşı Giscard d’Estaing’e destek vererek sonunu hazırlamış olan Komünist Parti’nin yolunda.
Aslında CGT bu tutumuyla, hükümetin yanı sıra, üye sayısı itibariyle Fransa’nın en büyük, temsil oranıyla ikinci işçi sendikası Demokratik İş Konfederasyonu CFDT’yi (Confédération française démocratique du travail) sıkıştırmayı amaçlıyor. Çünkü CFDT Genel Sekreteri Laurent Berger, El Khomri Yasası’nı, Hollande’ın bir kez daha seçilmesini sağlayacağına inandığı işsizlikle mücadele politikasının temel ekseni olarak görüyor. İşsizlik rakamlarında son iki ayda gözlenen düzelmenin IMF’nin Fransa’nın büyüme oranını artış yönünde gözden geçirmesini sağlayacağına inanıyor. Özet olarak birbirine taban tabana zıt iki ayrı politika, iki büyük işçi sendikasını ve Sol görüşü karşı karşıya getiriyor. Bu da, 2017 cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri öncesinde ayrı bir tartışma konusu oluşturuyor kuşkusuz.
Polis şiddeti
CGT’nin düzenlediği grevler ve protesto gösterileri doğal olarak göstericileri polisle karşı karşıya getirdi. Göstericilerin Türkiye’de de tanık olduğumuz gibi Vandalizm’e yönelmesi, polisin de bu şiddete karşı şiddet kullanması sonucunu doğurdu. Sol Parti’nin (PG) kurucu Eş Başkanı Jean Luc Mélenchon, göstericileri ve polisin şiddet kullanmasını en yüksek sesle eleştiren politikacıların başındaydı. “Her gösteride öncekinden daha çok şiddet olduğundan” yakınan Mélenchon, “bu ritimle bir gün birinin yaşamını yitireceği” uyarısında da bulundu.
Fransa’daki polis şiddetini eleştirenler arasına Cumhurbaşkanı Erdoğan da katıldı ve konuyla ilgili açıklamaları medyada yer buldu. Le Monde bu açıklamalara “ Recep Tayyip Erdoğan Fransa’daki polis baskısını mahkûm ediyor” (Recep Tayyip Erdogan condamne la répression policière en France) başlıklı haberinde yer verdi. Ama haberde bu açıklamaların ardından bir başlık daha açıldı, 2013’te Türkiye’de meydana gelen olaylarda 8 kişinin ölmüş olduğu daha geniş biçimde aktarıldı. (http://abonnes.lemonde.fr/europe/article/2016/05/30/recep-tayyip-erdogan-condamne-la-repression-policiere-en-france_4929173_3214.html) Böylelikle hem Erdoğan’ın açıklamaları verilmiş, hem bu vesileyle açıklamanın amacı saptırılarak Türkiye’de polisin çok daha aşırı güç kullandığı mesajı iletilmiş oldu.
Aslında Fransız polisinin şiddete yatkınlığı ve orantısız güç kullanma eğilimi yeni bir şey değil. Bir gösteride polisin attığı plastik mermi nedeniyle tek gözünü kaybetmiş olan Pierre Douillard-Lefevre’in polis şiddetini anlattığı bir kitabı var : “L’arme à l’œil: violences d’Etats et militarisation de la police”(İğne deliği: devlet şiddetleri ve polisin militarizasyonu). Douillard-Lefevre, 29 Mayısta haftalık Sol eğilimli kültür dergisi Les İnrocks’ta yayımlanan söyleşisinde, Rémy Fraise’in Ekim 2014’te jandarma kurşunuyla yaşamını yitirmesi ertesinde devletin güvenlik anlayışındaki değişikliğin açıkça ortaya çıktığına dikkat çekiyor. Bu olay karşısında Sol’un Sağ’daki partiler gibi sessizliğini koruduğunu, protesto gösterilerinin birçok kentte yasaklandığını belirten Douillard-Lefevre, buna karşılık 1986 yılındaki bir protesto gösterisinde Malik Oussekine’in motosikletli polisler tarafından ölesiye dövülmesi üzerine bile Sol’un sokaklara dökülmüş, bir bakanın da istifa etmiş olduğunu hatırlatıyor.
Douillard-Lefevre’e göre, bu örnek polisin yirmi yıl içinde giderek militarize olduğunu ortaya koyuyor. Kamu düzenini korumaya yönelik operasyonlarla askeri barış operasyonları arasında artık fark kalmadığını belirten Douillard-Lefevre, polisin elindeki ölümcül olmayan silahların gözünü çıkarmış olandan üç kat daha etkili olmasını bu görüşüne kanıt gösteriyor. Nitekim 26 Mayısta polisin kullandığı bu tip bir silah Vincennes’deki protestolarda bir gazetecinin başına isabet etmişti. Tarannis News tarafından videoya çekilen bu olay polis şiddetinin insan yaşamı bakımından ne denli tehlikeli olabileceğinin kanıtını oluşturuyor.
Özetle belirtmek gerekirse, siyasi gerekçelerden kaynaklanan bir toplumsal karmaşaya giren Fransa’da bugün 2013’te Türkiye ve Brezilya’dakilere benzer protestolar, şiddete başvuran, kırıp döken göstericiler ve onları durdurmaya çalışırken ölçüyü kaçıran güvenlik görevlileri var. Bu kargaşa ortamının perde arkasında, Türkiye ve Brezilya’da olduğu gibi, ne pahasına olursa olsun iktidarı değiştirmek isteyen siyasi odaklar bulunuyor mu bilmek mümkün değil belki ama bu olan bitenlerin ekonomik krizden çıkmaya çabalayan Fransa’ya zarar verdiğine kuşku yok.