Uluslararası ilişkiler disiplininin en önemli konusu güç ve gücün kullanımıdır. Bu konu üzerinde çok sayıda analiz, model ve yaklaşım bulabilirsiniz.
Anahatlarıyla gücü, bir ülkenin sahip olduğu imkân ve kabiliyetleri kullanarak, karşı tarafın (veya tarafların) davranışlarını kendi lehine değiştirme yeteneği olarak tanımlayabiliriz.
Dolayısıyla gücü sadece A’nın B’yi herhangi bir şey yapmaya zorlaması olarak çerçeveleyemeyiz. Güç aynı zamanda B’nin bir şey yapmaya veya yapmamaya devam etmesinin de sağlanmasıdır.
Eğer amacınız B’yi etkilemek, değiştirmek, bir şey yapmamaya sevk etmek ise, (a) bir güç kapasitenizin; b) güç kapasitesini kullanacak bir stratejinizin; (c) stratejinizin bağlı olduğu bir amacınızın olması gerekir.
Eğer gücünüz yoksa, ya da varsa ama bir amaç ve strateji doğrultusunda iyi koordine edilemiyorsa, sonuç alamazsınız. Ne yaparsanız yapın…
Güç geçişi teorisi
Gücün uluslararası ilişkilerde nasıl kullanıldığını, bugün en güzel Suriye’ye bakarak anlayabiliriz. Suriye sahasında karşımıza çıkan güç aktörlerini dört kategoride sınıflandırabiliriz. En tepede dominan güçler var: ABD ve Rusya. Bu güçlerin altında büyük bölgesel güçler yer alıyor. Türkiye, İran ve İsrail. Büyük bölgesel güçler kategorisinin altında orta güçler sıralanıyor: Suriye, Irak, Ürdün, Lübnan. En altta ise zayıf güçler bulunuyor. Bunları da örgütler, siyasi hareketler olarak sıralayabiliriz.
A. F. K. Organski tarafından 1958 tarihinde oluşturulan “güç geçişi” (power transition) teorisi bize şunu söylüyor: Normalde, tepedeki hiyerarşi diğer güç kategorilerini de kendisine bağlı olarak düzenler. Suriye’de böyle olmuş olsaydı dominan güçler arasındaki denge, bu kategorinin altındaki büyük bölgesel güçler arasında savaşa yol açardı. Ama böyle olmadı. Olmadı, çünkü Türkiye ve İran dominan güçlerden birinin kendi aleyhlerine çalıştığını düşünmekte. Bu da dominan güç olarak ABD’nin bölgede istediklerini gerçekleştiremeyeceğini imâ ediyor. Ama Organski İran ve İsrail açısından haklı çıkabilir.
Suriye’deki tabloyu Türkiye açısından özele indirdiğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor:
Türkiye, Suriye’de iki dominan (küresel) gücün karşı karşıya gelmesiyle oluşan zıt çekimlerden en çok etkilenen ülke pozisyonunda. Çünkü oradaki istiktrar veya istikrarsızlık ulusal güvenliğini yakından ilgilendiriyor.
O yüzden bir güç teorisine ihtiyaç var.
Türkiye’nin önündeki seçenekler
Bir, Türkiye bağımsız ve tarafsız bir siyaset izleyebilir. Kâğıt üzerinde rasyonel görünen bu öneri, reel hayatta geçersiz. Suriye’de tarafsızlık, bi-tarafsızlık anlamına gelir. İki dominan güç de tarafsız bir Türkiye değil, kendisine destek çıkan bir Türkiye istiyor. Ayrıca tarafsızlık demek orada oluşacak bir Kürt koridorunu dışarıdan izlemek demek. Bu seçenek reel değil. Milli çıkarlarımıza uygun da değil.
İki, Türkiye iki güçten birini destekleyebilir. Bu seçenek de rasyonel değil. Çünkü taraflardan birini desteklemek, diğer tarafın bize zarar verecek seçeneklerine evet demek olur. Kaldı ki sahadaki konumlanma da bu seçeneği imkânsız kılıyor. Fırat’ın doğusu ABD’nin, batısı Rusya’nın denetiminde. Rusya’ya destek Fırat’ın doğusunu güç yapıyor. ABD’ye destek de doğunun batı ile birleşmesine yol açabiliyor.
Üç, Türkiye denge siyaseti izleyebilir. Kulağa hoş geliyor. Ama aşırı denge siyaseti, etkilemek istediğimiz durumu nötrleştirebilir. Çünkü iki tarafa eşit sağladığımız kuvvet sonuçta hareketsizlik yaratır. O yüzden denge gözeten bir bakış, sonuç üzerinde etkili olmayabilir. Denedik, olmadığını gördük zaten.
Özetle tarafsızlık siyaseti izleyemiyoruz. Çünkü bertaraf oluyoruz. İki güçten birini destekleyemiyoruz. Suriye krizinin başında denedik. Bize çok pahalıya mal oldu. Denge siyaseti izleyemiyoruz. Çünkü bizi nötrleştiriyor. O zaman da etkilemek istediğimiz şeyi etkileyemiyoruz.
Ne yapacağız bu durumda?
Çok basit: Ulusal çıkarlarımızı destekleyen her türlü oluşuma destek vereceğiz; ulusal çıkarlarımıza zarar veren her türlü gücü de zayıflatacağız. Ama zayıflatacağımız gücü doğrudan karşımıza almadan, zarar verecek kapasiteden mahrum bırakmanın yolunu arayacağız. Bu da kaosun yönetilmesini gerektiren çoklu bir yaklaşım demek.
Ama hiç mi herhangi bir modelleme yapamıyoruz diyorsanız, “kendi içinde fayda açısından orantılılığa teşvik edilmiş” bir denge siyaseti geliştirebiliriz. Genelde denge siyaseti izleyeceğiz ama bu denge siyasetinde bize daha fazla fayda getiren güce pozitif ayrımcılık tanıyacağız. Daha fazla destek, daha fazla işbirliği… Bir tür kolaylaştırıcılık yani.
Suriye’de hayata geçirmeye çalıştığımız veya pratikleştirmek zorunda olduğumuz da bu, sanırım.