Al Jazeera Turk’ün 28 Şubat dosyası için kaleme aldığım, Serbestiyet’in de alıntıladığı yazı, “28 Şubat gazeteciliğini sadece kendi döneminde olup bitmiş bir kötülük olarak değil, bugünün gazeteciliğini de etkileyen bir kötülük olarak düşünmeliyiz” cümlesiyle bitiyordu.
Tevafuka bakın ki, 28 Şubat’ta koçbaşı görevi gören gazetelerden biri olan Hürriyet, olayın yirminci yıldönümünde benzer bir performans sergilediği gerekçesiyle ülkenin cumhurbaşkanı tarafından “terbiyesizlik ve seviyesizlik”le suçlanıyordu.
“Karargâh rahatsız” başlığının, hafızalara mıh gibi çakılmış “Genç subaylar tedirgin” manşeti üzerinden 28 Şubat tarzı gazeteciliği çağrıştırdığı açık… Peki, o tarz gazetecilikle bir ve aynı mıdır? Yani Hürriyet tıpkı o günlerdeki gibi askerleri siyasete müdahale için cesaretlendirmek, kışkırtmak mı istemektedir? Böyle bir pozisyonda mıdır?
Ben, karşımızdaki tablonun zâhirine baktığımda, evet, bir 28 Şubat medyası görüntüsü görüyorum… Fakat bâtınına baktığımda gördüğüm, çok daha nüanslı bir şey… Sadece gazete ve haberi açısından değil, hadisenin öteki aktörleri açısından da öyle…
Bu yazıda Hürriyet’in, etrafında fırtınalar kopartılan “Karargâh rahatsız” haberinin dört aktörünün performanslarını özetlemeye çalışacağım.
Hürriyet’in haberindeki sorunlar
Hürriyet’in haberiyle ilgili olarak öncelikle şu sorunun cevabını vermeliyiz: Haber, manşet cümlesinde olduğu gibi (“7 eleştiriye 7 yanıt”) devam sayfasında da nötr bir başlıkla sunulsaydı ortalık bu kadar gerilir miydi?
Şüphesiz ki gerilmezdi… Bunun böyle olduğunu, habere veryansın edenlerin manşet cümlesini görmezlikten gelip sırf iç sayfadaki “Karargâh rahatsız” üzerinden çalıştıklarına bakarak dahi anlayabiliriz… O nedenle önce, “sadece Genelkurmay’ın eleştirilere verdiği cevaplara aracılık ediyorum”u imâ eden “7 eleştiriye 7 yanıt” başlığı ile; ister istemez yakın tarihi çağrıştırdığı için “askerleri hükümete karşı kışkırttığı” izlenimi veren “Karargâh rahatsız” başlıkları üzerinde durmamız, onları tahlil etmemiz gerekir.
Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren dünkü (28 Şubat) yazısında böyle bir tahlil denemesine girişiyor ve hem iki başlık hem de Hande Fırat ve Hürriyet yazıişleri arasında bir ayrım yapıyor:
“Hürriyet gibi iyi sabıkası bulunmayan bir gazetede ‘Karargah rahatsız’ diye bir manşet atmak, gün ortasında hırsızlık yapmak kadar aymazca bir iştir. Ve gazetenin yazı işleri o aymazlığı yapmıştır. Haber Hande Fırat imzası taşıyor. Hande Fırat imzalı bir haberden böyle bir aymazlık üretmek apayrı bir maharete sahip olmayı gerektirir.”
Yani Taşgetiren, içerde o başlık olmasaydı, o manşet bir “28 Şubat manşeti” olarak görülemezdi ve görülmemeliydi demek istiyor ki, bence de işin doğrusu bu.
28 Şubat tarzı haber oluşturma süreci
Peki, o zaman haber tümüyle sorunsuz mu sayacaktık? Hayır. Haberin oluşturulmasında kullanılan “teknik”le askerlerin 28 Şubat döneminde (ve AK Parti’nin asker vesayeti altında çalıştığı dönemde) kamuoyuna seslenmek için kullandıkları “teknik” arasındaki benzerlik nedeniyle yine sorunlu olacaktı.
Bu son söylediğimi biraz açmalıyım…
Sözünü ettiğim dönemlerde “adı açıklanmayan yüksek rütbeli komutan”lar kamuoyuna vermek istedikleri mesajlar için bir ya da birkaç gazeteciyi davet ederler, gazeteci ya da gazeteciler de söylenenleri kendi cümleleriyle aktarırlardı.
Gerçi, Hürriyet adına yapılan ilk açıklamada haberin oluşturulması süreci için farklı bir iddia öne sürülmüş, şöyle denmişti:
“Gazetemizin Ankara Temsilcisi Hande Fırat, habercilik amacıyla Orgeneral Akar’a yönelik söz konusu eleştiri ve suçlamaları Genelkurmay Başkanlığı İletişim Dairesi’ne sormuş, aldığı yanıtları da yine gazetecilik ölçüleri içinde haberleştirmiştir.”
Böyle denmişti ama, Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’ın hadisenin dördüncü günündeki şu sözleri, sürecin öyle cereyan etmediğini gösteriyor (Hürriyet, 28 Şubat):
“Hürriyet olarak keşke Hulusi Paşa ve karargâhına şöyle deseydik: Hey Paşalar! Eğer bazı kesimlerin sizi haksız yere eleştirdiklerini düşünüyorsanız… Bu eleştiriler karşısında rahatsızsanız… Bu eleştirilere bir cevap vermek istiyorsanız… Ya çıkın adınızla, sanınızla açıklama yapın, ‘Bu eleştiriler şu şu açılardan yanlıştır’ deyin. Ya da biz bu işte yokuz.”
Buradan da anlaşılabileceği gibi, Genelkurmay gazeteyi ve gazeteciyi seçmiş, mesajlarını onun üzerinden vermiştir. Tıpkı 28 Şubat gazeteciliğinde olduğu gibi.
Bence “Karargâh rahatsız” aymazlığının yanısıra Hürriyet’in haberini problemli hale getiren ikinci nokta da bu.
İktidar medyasının ‘cunta’ iddiası
Haber Hürriyet’te yayımlanır yayımlanmaz, iktidar yanlısı gazetelerde ve köşe yazılarında, haberin neresinden çıkartıldığı anlaşılamayan bir iddia peydahlandı. Buna göre, Hürriyet’in haberinin kaynağı Genelkurmay karargâhı ya da bizzat Genelkurmay Başkanı değil, ordu içindeki bir cuntaydı. Takiben, savcılık da haberde sözü edilen karargâhın cunta karargâhı olabileceği şüphesiyle soruşturma başlatıldığını açıklayınca iş biraz daha tuhaflaştı.
Soruşturma, iktidara yakın medyadaki öforiyi daha da artırdı: Hürriyet, bu kaynak ya da kaynakları açıklamalı, ordu içindeki cuntayı ifşa etmeliydi, aksi takdirde Hande Fırat ve Hürriyet layık oldukları cezalara çarptırılmalıydılar.
Ne manşete eşlik eden ve “7 soru”yu onun cevapladığı ima edilen Hulusi Akar fotoğrafı, ne de tepkiler üzerine yapılan kurumsal açıklamada kaynağın Genelkurmay İletişim Dairesi olduğunun belirtilmesi iddia sahiplerini durdurabildi.
Gazeteci Avni Özgürel işi bir adım daha ileri götürerek, manşetin, Genelkurmay Başkanı’na yönelik bir kuşatma harekâtının parçası olduğunu öne sürdü. Çünkü bazı iç ve dış güçler Cumhurbaşkanı ile iyi geçinen bir Genelkurmay Başkanı istemiyorlardı ve Akar böyle bir genelkurmay başkanıydı.
Tabii bütün bu iddialar, hadisenin dördüncü gününde, Genelkurmay’ın, “bir basın mensubuna bilgilendirmede bulunan” karargâhın kendi karargâhları olduğunu açıklamasıyla birlikte bir anda berhava oluverdi.
Genelkurmay susarken gazete kıvranıyordu
Hadisenin dördüncü gününde (28 Şubat), Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “sitelerinden duyuracaklar” demesinden birkaç saat sonra gelen Genelkurmay açıklaması, tabii çok geç bir açıklamaydı.
“Cunta değil, biz konuştuk” demeyip gazeteyi dört gün boyunca kıvrandıran ve bunu demek için Cumhurbaşkanı’nın meseleye el atmasını bekleyen Genelkurmay tablosu, Hürriyet’çileri haklı olarak kızdırmış ve üzmüştü. Ahmet Hakan, açıklamanın geldiği günün sabahında, gazeteden şöyle seslenmişti Genelkurmay’a:
“Hulusi Paşa! Neden susuyorsunuz? Konuşsanıza! Desenize: ‘Hürriyet’teki haberin arkasında biz varız. O haberle biz, Genelkurmay’a yönelik haksız eleştirilere cevap verdik.’ Konuşsanıza Hulusi Paşa Neden susuyorsunuz ki. (Desenize): ‘Bizim yaptığımız açıklamayı çarpıtmak kimseye bir şey kazandırmaz… Bizim üzerimizden Hürriyet’e yüklenmek, Hürriyet’e büyük haksızlıktır… Hulusi Paşa!
İşin doğrusunun bu olduğunu bildiğiniz halde… Neden susuyorsunuz? Konuşsanıza. Nedir sizi hakkı söylemekten alıkoyan? Nedir?”
Haksız mı Ahmet Hakan? Haklı tabii… Neyse, belki Hürriyet “bir musibet bin nasihatten evladır” düsturunca bu hadiseden nihayet gerekli dersleri çıkartır da, bir daha 28 Şubat usulü haber oluşturma süreçlerinin dışında tutar kendisini.
Cumhurbaşkanı ve hükümet boyutu…
Meselenin Cumhurbaşkanı ve Hükümet boyutuna gelince… Orada da, başta “başörtüsüyle ilgili kararda hükümet bizim görüşümüzü almadı” serzenişi olmak üzere, verilen mesajların sahiplerine herhangi bir şey söylemeyip sadece o mesajları taşıyan gazeteye yüklenmek gibi bir sorun var.
Öyle ya, iktidar her zaman “askerler şikâyetlerini kamuoyuna değil, tâbi oldukları hükümete bildirmeliler” demiyor muydu?
Hadi diyelim başörtüsü dışındaki altı maddede hükümetle ilgili herhangi bir rahatsızlık dile getirilmiyor. Fakat başörtüsü öyle mi? İktidar medyası bu konuda o kadar gürültü çıkardığına göre, iktidara hiç değilse “size mi soracaktık” demek düşmez miydi?
Toparlarsak: Hürriyet, Genelkurmay ve İktidar açısından mesele kapanmış görünüyor. Fakat aynı şeyi iktidar medyası için söyleyemeyiz. Ortada kocaman “Hürriyet cuntanın mesajlarını aktarıyor” iddiası var. “Cunta” Genelkurmay karargâhı olamayacağına göre, bakalım o iddialarını nasıl te’vil edecekler?