Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Türkiye’de başta başkanlık sistemi olmak üzere bazı adımların ‘kan dökülmeden’ atılamayacağına dair açıklamasını bir dizi benzer açıklama izledi. Kılıçdaroğlu, bunların hepsinde kan dökmekten, hapse girmekten, bedel ödemekten söz etti.
Ben bu çıkışlarda, yıllardır işaret ettiğim bir tehlikenin zirvelerine doğru yaklaştığımızın belirtilerini görüyorum. Bu ‘tehlike’yi, CHP’nin de dahil olduğu muhalefetin ‘sürekli yenilgi’ pratiğinin bir sonucu olarak eski yazılarımda şöyle tanımlamıştım:
“Belki bazılarının hoşuna gidebilir, fakat ben ülke nüfusunun kabaca yüzde 20’lik bir bölümünün (bence bu oran artık yüzde 50’dir – A. G.), haklı-haksız endişelerle ve büyük bir umutsuzlukla yaşamasının tehlikelerle dolu bir süreç yaratacağı kanaatindeyim. Nihilizm pasifliğe yol açabileceği gibi önü arkası hesaplanmamış bir sertliğe, bir 'feda' duygusuna da yol açabilir. Ülkedeki siyasi atmosfer, ikinci ihtimalin daha kuvvetli olduğunu gösteriyor.” (Taraf, 25 Eylül 2012).
Beni düzenli takip eden okurlar bilir: Önemli bulduğum bazı konularda kendi fikirlerimin takibini yapmaya, konuya dair her yeni olgusal gelişmede durumu yeniden özetleyip, o andan itibaren sürecin nasıl gelişebileceğini öngörmeye çalışıyorum…
Bu cümleden olmak üzere: Kılıçdaroğlu’nun mayıs ayı ortalarında başlatıp yoğunlaştırarak sürdürdüğü ‘kan’lı, ‘bedel ödeme’li, ‘hapiste yatma’lı sert dilinin, muhalif saflarda 2007’deki Cumhuriyet mitinglerinden itibaren başlayıp giderek büyüyen kötümser ruh halinin yeni bir aşamasını oluşturduğunu düşünüyorum. Kanaatimce Kılıçdaroğlu, kendisinden kurtuluş reçetesi bekleyen milyonlarca insanın beklentilerini karşılayamayacağını anlamış olmaktan kaynaklanan huzursuz bir ruh hali içinde. Böyle bir ruh, belki ancak ‘bedel ödeyerek’ aradığı huzura kavuşabilir; o bedel, hiçbir işe yaramayacak olsa da, o bedelle sağlanacak huzur sahte bir huzur olsa da…
Gruptaki küfürlü tezahürata tepkisiz kalışın anlamı?
Kılıçdaroğlu’nun, CHP parti grubundaki Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik küfürlü tezahüratı engellememesi de, içinde bulunduğu ruh halini anlamamıza yardım edecek bir ölçü veriyor: Neredeyse ‘mutlak yanlış’tan ibaret gördüğünüz siyasi rakibinizi, sizin meşru kabul ettiğiniz usüller dairesinde alt edemiyorsanız, buradan kaynaklanan öfkenin ve umutsuzluğun sizi nerelere sürükleyeceğini kestiremezsiniz. Bugün parti grubunuzdaki küfürler içinizi soğutur ve itiraz etmezsiniz… Yarın, “rakibimi kim, hangi yöntemle tasfiye ederse etsin sorgulamam” noktasına varırsınız.
Türkiye’de düzgün, kendine güvenen ve topluma alternatif olma güveni verebilen bir muhalefet yaratamamanın, dolayısıyla sürekli olarak yenilmenin yol açtığı nihilist ruh hali, bütün bunlara açık bir vasat yaratıyor.
Yazının bundan sonraki bölümünde, Kemal Kılıçdaroğlu’nun benimsediği yeni söylemi vesile bilerek, Türkiye’deki muhalif hareketin nihilizm boyutlarına varan umutsuzluğunun nerelerden geçerek bugünkü aşamaya vardığını bir kez daha özetlemek istiyorum. Böylece, ne yapıldığı için Türkiye’de iktidara alternatif bir muhalefet yaratılamadığının ipuçlarını da bir kez daha gözden geçirmiş olacağız.
Önce ‘zinde güçler’den umut kesildi
AK Parti’nin 2002 seçimleriyle birlikte iktidara gelmesi Türkiye’nin seküler muhalif çevrelerinde belirgin bir ürküntü yaratsa da, nevzuhur iktidar sahiplerinin geldikleri gibi gidecekleri hususunda fazla bir tereddüt yoktu. Çünkü gerçek iktidar hâlâ ‘Cumhuriyet’in zinde güçleri’ndeydi ve onların ‘bu gidişe’ izin vereceklerini düşünmek akla uygun görünmüyordu.
2002’den sonra ortaya çıkan bir dizi gelişme, ‘zinde güçler izin vermez’ beklentisinin altının boş olmadığını, seçimle gelen iktidarın defterini dürmek için Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bazı darbeci örgütlenmelerin hareket halinde olduğunu ortaya çıkardı.
Bunların akim kalmasının ardından, Türkiye’nin vesayetçi güçleri, kenarda durup seçimle gelen iktidarın hal’edilmesini bekleyen ‘sivil toplum’a çağrıda bulunarak bu işi birlikte yapmalarını önerdi.
Birincisi Nisan 2007’de gerçekleştirilen Cumhuriyet mitingleri, Türkiye’nin vesayetçi güçlerinin seküler ‘sivil toplum’la birlikte iktidara el koyma hamlesiydi. Ne var ki beklenen olmadı; ardından, AK Parti 2007’de yapılan seçimleri büyük bir çoğunlukla kazandı. Muhalif saflardaki, ‘darbe girişimleri başarısız kaldı, milyonlarca insanın katıldığı Cumhuriyet mitingleri yetmedi, seçimle de olmuyor’dan kaynaklanan umutsuz ruh halinin ete kemiğe bürünmüş ilk hali işte o 2007’de ortaya çıktı.
2009’da umut, 2010 ve 2011’de yeniden umutsuzluk
29 Mart 2009’daki yerel seçimler, 2002 ve 2007’deki ağır seçim yenilgilerinin ardından, umut tazeleyen, ‘AK Parti’yi oylarımızla gönderebiliriz’ duygusunu veren bir seçim oldu. Oysa seçim öncesi anketler tam tersini gösteriyordu. 2007 seçimlerinde AK Parti’nin beklenmedik oy oranını tahmin edip seçimden önce alay konusu olan Tarhan Erdem (Emin Çölaşan ‘Erdemli Tarhana’ sıfatını uygun görmüştü), 2009 seçimleri için ‘yüzde 52’ diyordu ve bu defa kimsenin alay edecek mecali kalmamıştı. Fakat seçimlerde AK Parti’ye sadece yüzde 38 çıktı. Beklenenle gerçekleşen arasındaki büyük fark, seküler muhalif çevrelerde ilk genel seçimde AK Parti’nin seçimle iktidardan uzaklaştırılabileceğine dair büyük bir umuda yol açtı.
Ne var ki, muhalif çevrelerdeki bu umutlu ruh hali sadece bir yıl sürdü. Yüzde 58’lik bir referandum (2010) ve yüzde 50’lik bir genel seçimden (2011) sonra umutlu hava tamamen dağıldı.
Gezi: Önce umut, ardından eskisinden de koyu bir umutsuzluk
Hepimiz kendi kişisel hayatlarımızdan biliriz: Umutsuz, karamsar bir ruh hali içindeyken ortaya çıkan beklenmedik olumlu gelişmeler bizi yeniden canlandırır. Fakat onu yeni olumsuz gelişmeler izlediğinde umutsuzluğumuz, karamsarlığımız daha da yoğunlaşmış olarak geri döner bize…
2013’teki Gezi isyanı, iktidarın özgüveninin de muhalefetin umutsuzluğunun da zirvede olduğu koşullarda ortaya çıktı ve 2009 seçimlerinde olduğu gibi önce büyük bir canlılığa, ardından da eskisinden de derin bir umutsuzluğa ve karamsarlığa yol açtı. Çünkü 2014’ün bahar aylarında yapılan yerel seçimler ve yaz aylarındaki cumhurbaşkanlığı seçimleri ‘bu defa tamam’ beklentisini bir kez daha berhava edecek biçimde sonuçlanmıştı.
Fakat 2015 Haziran seçimleri, hiç beklenmedik bir biçimde 2009 seçimlerinin ve Gezi isyanının yarattığından da büyük bir umut yarattı; AK Parti, ilk kez tek başına hükümet kurabilecek milletvekili sayısına ulaşamamıştı çünkü.
Ne var ki 5 ay sonraki Kasım 2015 seçiminde AK Parti yeniden yüzde 50’ye ulaşınca, muhalefetin umutsuzluğu ve karamsarlığı da hiçbir dönemle karşılaştırılamayacak bir yoğunluğa ulaştı.
1 Kasım seçimlerini izleyen dönemde üç muhalefet partisinin de iç kargaşa ve gerileme sürecine girdiğini hatırlamak, muhalefetin ‘sürekli yenilgi’ duygusunun bugünlerdeki yoğunluğunu anlamak bakımından önemli…
Ben, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘kanlı’ mücadele söyleminin bu duyguyu doğrudan yansıttığını düşünüyorum. Bence ana muhalefet liderinin ‘kanlı’ çıkışları, görünüşün tersine umutlu ve mücadeleci bir ruh haline değil, mücadeleden umudunu kesmiş nihilist bir ruh haline tekabül ediyor.