15 Temmuz’u izleyen günlerde, ikinci bir darbe ihtimaliyle ilgili olarak aşağı yukarı herkes benzer şeyler söylüyordu (mealen): “Darbe girişiminin hemen ardından 160 general (Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki toplam general sayısının yarısı), yüzlerce albay, binlerce subay tutuklandı ve Gülencilerin ordu içindeki yapısı çökertildi. Dolayısıyla bundan sonrasında benzer bir kalkışma olmaz, olamaz.”
Fakat aradan üç ay bile geçmeden bütün bu laflar unutuldu, “FETÖ’nün ikinci darbe girişimi çok yakında” safhasına geçildi.
Kolayca tahmin edilebileceği gibi “ikinci darbe geliyor”cular somut veriler üzerinden konuşmuyorlar (sağolsunlar, gazeteciler de onlara neye dayanarak bu kadar kesin bir dil kullandıklarını sormuyorlar). Buradan da anlaşılabileceği gibi, asıl amaç ikinci darbenin “pek yakında” gerçekleşeceği üzerinden algı yaratmak ve bu algıyı yöneterek bazı sonuçlar üretebilmek…
Bu fasıldan en irkiltici haberin “FETÖ ile mücadele”nin başını çekme iddiasındaki bir gazete (Yeni Şafak) üzerinden kamuoyuna ulaştırılması ise meselenin ironik yanını oluşturuyor. Çünkü, gazete farkında değil ama, birincinin gerçekleştiği tarihten sadece dört ay sonrası için yeni bir darbenin randevusunu vermek (“kasım ayı gelmeden” deniyor), ikinciden sonra belki bir üçüncüsüne hazırlıklı olmaya çağırmak “FETÖ ile mücadele”de uyanıklıktan çok mücadelenin faydasızlığına dair bir algıya yol açar.
Bunun neden böyle olduğu, bu yazının asıl konusu… Fakat ona gelmeden önce, Yeni Şafak’ın, “bu fasıldan en irkiltici haber” dediğim manşetinı kısaca hatırlayalım…
‘İkinci kalkışma çok yakında’
Haberin başlığı “İkinci kalkışma çok yakında” biçiminde tasarlanmış… Spotta da şöyle deniyor: “Türkiye, 15 Temmuz’da kanlı darbe girişiminde bulunan FETÖ ile mücadele ederken, emekli Albay H. Atilla Uğur, ikinci darbe uyarısı yaptı. İkinci kalkışmanın çok yakın olduğunu söyleyen Uğur, yapılan planı adım adım anlattı.”
Haberde, emekli albayın “İkinci kalkışmaya hazır olun. Ve çok yakın bir zamanda. Çok net bilgi olarak söylüyorum: İkincisi daha kanlı olacak” dediği de aktarılıyor. Hasan Atilla Uğur’un yeni darbe planında Türkiye İngiliz askerleri tarafından işgal ediliyor, öncesinde de bir sürü tuhaf olay cereyan ediyor… Şöyle ki:
“Aldığım bilgiye göre, İngilizler 2.5 aydır Güneydoğu'daki bütün aşiretlerin ayağına gidiyor. (…) Aşiretlerin bütün kredi borçları ödendi. İngiltere ödedi bunları.
“Bundan 3-4 gün önce İngiltere'nin yüksek tirajlı gazetelerinden biri olan Daily Express'te bir yazı yayınlandı. Diyor ki, 'Türkiye'de ikinci kaos ortamı geliyor. Bizim Kıbrıs'ta üssümüzdeki 10 bin deniz piyademiz, Türkiye'de bulunan 50 bin İngiliz'in can güvenliği için Türkiye'ye girecek, Türkiye'de güvenli bölgeler oluşturacağız. Vatandaşlarımızı hava yoluyla tahliye edeceğiz'. Bakın bu bir işgal planıdır. Bu ikinci kalkışmanın esas amacı işgal."
‘Yenisi yolda’ duygusu Kemalist askerlere ne surette yarar?
Emekli albayda ifadesini bulan bu asabi ve acilci dile dikkatinizi çekmek isterim. Bu dil, 15 Temmuz’da ne kadar acımasız ve pervasız olabileceğini göstermiş bir örgüte karşı hükümeti ve halkı sakin fakat etkili bir mücadeleye çağıran birinin dili değil. Bu, panik duygusu yaratarak bunun üzerinden bir şeyler devşirmek isteyen birinin dili.
Kanaatimce, aynı zamanda İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı da olan emekli albay Hasan Atilla Uğur, yaratmaya çalıştığı panik duygusu üzerinden hükümete ve darbe gecesi sokaklara çıkan halka, “bize muhtaçsınız, biz olmazsak sizi yerler” mesajı veriyor.
Aslında Türkiye’nin geleneksel darbecileri, bu mesajın etkili olabilmesi, ilaveten “af edersiniz, biz sizi de darbeci bilirdik” hatırlatmalarına muhatap olmamak için gereken “darbeci imajını unutturma çalışmaları”nı uzun bir zamandır sürdürmekteydiler. (Bu meseleyi irdelediğim iki yazı için bakınız: “Kemalist subaylar sahnede: Bit pazarına nur yağıyor”, 7 Eylül ve “Bir ‘rüzgâr eken fırtına biçer’ hikâyesi”, 19 Eylül).
Emekli ulusalcı subaylar şimdi gelinen yeni aşamada, daha acilci mesajlarla kendilerine duyulan ihtiyacın da acil hale geldiğini anlatmaya çalışıyorlar.
Yani: “İkinci darbe geliyor, pek yakında” köpürtmesi, hükümeti ve halkı, ulusalcı askerlerin onu önlemedeki tayin edici rolüne ikna etmeye yönelik bir propaganda faaliyetinden başka bir şey değil.
Peki iş görüyor mu? Hem de nasıl: Yeni Şafak bile bu işe manşetini ayırdığına göre…
‘Yenisi yolda’ duygusu Cemaat’e ne surette yarar?
“Yenisi yolda, hem de pek yakında” türünden acilci çağrılar sadece ulusalcıların değil, Gülencilerin de işine yarıyor. Acaba hangi surette?
Bir an kendinizi, büyük bir inançla bağlı olduğunuz, hemen hemen her hedefine ulaşmış bir örgütün bağlısı olarak düşünün… Örgütünüzün son ve büyük hamlesi, şaşkın bakışlarınız altında çökmüş olsun ve üstelik de siz bu sürecin devamını cezaevinde izlemek zorunda kalın… Tereddütler içindesiniz ve aklınız, pişman olmuş vicdanınıza uyup uymamak konusunda bir gidip bir geliyor; her şeyi anlatarak kendinizi ve ailenizi kurtarmak de sık sık geçiyor zihninizden…
Bu koşullarda “iki ay içinde yenisi geliyor” haberleri kararınızı (kararsızlığınızı) nasıl etkiler? İşte “yenisi yolda hem de pek yakında” duygusu, Cemaat’e bu surette yarıyor.
Asıl ‘yarar’ halkın psikolojisi üzerinden…
Türkiye’nin eski ve yeni darbecilerinin “yeni darbe geliyor”dan elde edecekleri yararlar bundan ibaret değil. Asıl “hasat”, 15 Temmuz gecesi dünya direniş tarihine geçecek bir duruş sergileyen halkın ruh hali üzerinden devşirilecek…
Soru şöyle: Büyük fedakârlıklarla önlediği darbenin üzerinden dört ay geçtikten sonra ikincisi için sokağa çıkmak zorunda kalan (hatırlayın, emekli albay randevuyu kasım ayına veriyordu), sonra da belki bir üçüncüsüne hazırlıklı olması gereken bir halkın psikolojisi nasıl olur?
Bu öyle hamasetle cevaplanacak, “bu halk gerektiği her an sokağa dökülüp darbeyi engeller” deyip geçiştirilecek bir soru değil.
Gerçekçi olacaksak cevap şöyledir: Kendisini dört ayda bir darbe önlemek zorunda hisseden bir halkın psikolojisi hiç iyi bir psikoloji değildir. O kadar büyük bir fedakârlığın, yeni bir darbe teşebbüsünü sadece dört ay için ertelediğini görmek… Sokağa çıkıp ikinci darbeyi de engelledikten sonra bir üçüncünün sırada olduğuna inanmak, o halkı ağır bir çaresizlik duygusuyla sarmalar, bir tür toplumsal nihilizm ortaya çıkar. Tıpkı Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti) sandıkta da sokakta da deviremeyen laik kesimlerin içine sürüklendiği nihilizm gibi…
‘Yine olmadı’ duygusu birikir, birikir…
Sayısını unuttuğumuz seçimler, Cumhuriyet mitingleri, Gezi isyanı, 17-25 Aralık süreci… Bunların hepsi (hatta kısmen 15 Temmuz) laik kesimlerin AK Parti iktidarına son vermek için umut bağladığı momentlerdi, fakat hepsi hüsranla sonuçlandı.
Ben, 2007’den beri, her seferinde sonuçsuz kalan bir umutlanma halinin laik kesimi her yenilgiden sonra giderek koyulaşan bir umutsuzluğun içine sürüklediğini yazıyorum, bunun da ağır bir çaresizlik duygusuna, bir tür nihilizme yol açtığını vurguluyorum.
15 Temmuz, her türlü darbede asıl güvenilecek gücün halk kitleleri olduğunu ortaya koydu ya; şimdi yeni bir Gülenci kalkışmaya karşı halkın her an tetikte olması isteniyor ve bunun için de her an yeni bir darbe olacakmış duygusu halka geçirilmeye çalışılıyor.
Yeni Şafak gibi gazeteler işte bu noktada eski ve yeni darbecilerin işine gelen “Kasım’dan önce ikinci darbe olabilir” zokasını yutuyorlar.
Bu tür yayınlar gerçekten de halkın darbelere karşı mücadelesinde olumlu sonuçlar doğursa, eyvallah… Fakat öyle değil: Bu işin psikolojisi onların zannettiği gibi değil, bu yazıda anlatmaya çalıştığım gibi işliyor.
Özet ve sonuç: Halkı sakin bir dille uyanık olmaya çağırmak başka, panikçi bir dille ve ne yaparsa yapsın hiç azalmayacak bir tehlike ve tehditle karşı karşıya olduğunu söylemek başka… Birincisi gerçekten de mücadele ruhunu güçlendirir, fakat ikincisi nihilizme sürükler.
SADULLAH ERGİN’İN AÇIKLAMASI: Eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin geçtiğimiz hafta Serbestiyet’te yayımlanan “Bir davayı itibarsızlaştırmanın denenmiş, garantili yöntemi” başlıklı yazımla ilgili olarak aradı. Söz konusu yazıda, 2011 tarihli bir yazımdan alıntıyla, Ergenekon ve Balyoz davalarının asıl uzun ve haksız tutukluluklar üzerinden itibarsızlaştırıldığını ve Hükümetin o zaman bunu engelleyecek adımları atmadığını belirtiyordum.
Sadullah Ergin, eleştirinin o an için doğru olduğunu, fakat daha sonra elektronik kelepçe, denetimli serbestlik vb. araçların hayata geçirilmesiyle sadece uzun tutukluluklar sorununda değil, tutuklu-hükümlü oranlarında da çok radikal düzelmelerin gerçekleştirildiğini söyledi.
Ergin’in verdiği rakamlara göre, Türkiye’de bir zamanlar çok ağır bir eleştiri konusu olan tutuklu-hükümlü oranı, yüzde 45-50’den, kendisinin görevi bıraktığı 2013 Aralığında Avupa standartları olan yüzde 15-16 seviyesine indirilmişti.
Ergin’e teşekkür ettikten sonra, biz gazetecilerin, eski oranlar üzerinden o kadar kıyamet kopardığımız tutuklu-hükümlü sayılarının makul seviyelere gerilemesini hakkınca değerlendirip haberleştirmediğini söyleyerek bir meslek eleştirisi yaptım. O da bana köpek-adam-ısırma üçlüsünü içeren meşhur haber tarifini hatırlattı.