E-devlet üstünden soy sop araştırıyoruz hepimiz…
Soyun, gücün, çalımın peşinde olduğumuz söylenebilir mi? Sanmıyorum…
Birbiriyle yüzlerce yıldır hemhal olmuş kökler, olsa olsa soyun gücüdür, birliğin, içiçe geçerek bir ulu sarmaşık olmanın gücü…Suya set çeken, kayayı delen, göğe yekinen bir gücün.Birçok ulus, birçok dil, pekçok elin oluşturduğu orkestranın, Anadolu denen sahnede görkemli şarkılara, danslara, ibadete koyulmasının seyrine doyum olmuyor.
Bir soyağacı göstermişti Yücel ablam (Karan), yabancı derginin birinde, aynı ailenin pekçok ku şağını resmeden; birinde öğretmen olan yıllar öncenin hırsızı, şimdinin ateisti yüz yıl öncenin rahibi, namus abidesi kadın birkaç asır öncenin kaldırım yosması, okul kaçkını oğul, yüz yıl sonranın bilim adamı…
Bu çizgi şakayı son günlerdeki soy soruşturma hevesimizi görünce hatırladım, gülümseyerek. Neden soy peşine düştüğümüzü düşündüm? E-devleti kilitleyen bu köklere hücum(!) harekatında elimize ne geçeceğini? Herkes birbirine şaşıyor, doğdu yerden birkaç kuşaktır neden ayrılmadı diye?
Kimi Türk’lüğüne vurgu yapıyor, çalımla.
Öteki olmak mı, korkutan, yoksa safkan olmamak mı?
Çıbıkla Müslüman olmak deyimi vardır hani, en bağnaz, en tutucu, en köktenci onlar olur, bu iş biraz ona benziyor. Herkesten çok Türk ve Müslüman olmak, yedi göbek geriden şimdiye öyle olmak, üstünlük ve kabul görmek, diğerlerinden daha fazla ‘olmakta yarar görülenden’ olmak…Derdimiz tasamız bu olabilir mi? Küçük bir azınlığın belki…
İnsanlık ağacı/ailesinde tek bir daldan olmak mümkünmüş gibi. Anamız Havva, babamız Âdem, tek ortaklık bu, sonrası farklılığın güzelliği. Şundan yahut bundan olmak ne eksiltir, ne bir şey ekler, bir anlayabilsek…
Gel de imparatorlukta, hanedanda, bu ulu köprünün insanlarında saf soy ara…Gelinlerin tamama yakını yabancı kızlar, Anadolu’nun kızlarıyla erkekleri kimbilir hangi ırktan, hangi saklı soydan?
Doğu’nun sarışın, renkli gözlü, boylu boslu bazı boy’ların sarışınlığı yalnız gen marifeti mi, o topraklardan geçen yabancı ordulardan kalmış olamaz mı bu farklılık?
Bir çocuğumuz vardı kreşte, beyaz ana babadan doğmuş zenciydi, güzeldi, şekerdi, ama, ten rengi ailenin dağılmasına yolaçtı, boşandılar. Hangisinin soyunda bir kara buğday danesi olduğu bilinir mi?Nitekim patırtıyı kopartan babanın soyundan olduğu çıktı sonradan ortaya, bu siyah gülün, ama, eşi onu bağışlamadı.
Hangi soy ötekinden üstün, güzel, hakim, güçlü olabilir ki?
Ananemin, ömrüm sultanı o ümmi bilgenin bir şarkısı vardı, keşke yazaymışım, birkaç dilde söylerdi, çocuğunun güzelliğini öğen annenin türküsü, belki ninnisiydi; zenci annenin ninnisini Arapça söylerdi, ‘çocuğumun burnu üstünden fil geçmiş gibi yaygın, yüzüne yapışık, ne güzel, saçları kırnak, kuş konsa uçamaz, ne güzel’ derdi. Rumca söylediği ninnide çocuğu farklı yönleriyle öğerdi, Ermenice ninnide ‘oğlum taş yontacak, babasından el aldı, kızım dikiş dikecek anasından yol gördü’ derdi.İbranice dörtlükte ‘oğlum mezurayla oynuyor, kumaş alıp satacak , ne mutlu .’ En şenliklisi Roman annenin göbecik atacak kızına, karanfil takınıp kemanı konuşturacak oğluna övgüsüydü, unutmuşum…Soyla sopla, birkaç dili kırık dökük ortaya getirip dalgasını geçmek bilge halkın ibretlik sözleriyle, türküleri , ninnileriyle mümkün…
Hem imparatorluklar hem dinler birleştirici, farklılıkların birarada yaşandığı yerler, kavramlar. Gerek hoşgörü, gerekse imparatorluk mozaiği bunu gerektiriyor.
İnsanlık ailesi, kardeşlik hasleti, ulus bilinci ayrı gayrı tanımaz.Tanımaması, birinin diğerine üstünlük taslamaması gerekir. Hem akıl ve ruh sağlığı hem toplumsal birlik, bütünlük açısın
dan.
İlk günlerin dağdağası geçince ben de girdim soy araştırmasına, girmez olur muyum? Koca bir halı gibi, asırlarca geriye uzanan bir secerem var, oradan ata dallarını izlemek mümkün, e-devlette 1840’lara kadar gidilebildi, ben çok daha öncesinden haberdarım, ama, ne söyler ki yüzlerce yıl gerideki insanları, insana?
Halı büyüklüğünde seceresi olanı o secere uçan halı gibi alıp da Kafdağına mı götürüyor, mal-mülke mi, asalete, saltanata mı uçuruyor? Hiç…Elde var hiç.
Ne mi aradım? Hiç’i aradım, birinin lağabı Menekşeli Ayşe’ymiş, ona rastladığıma memnun oldum, kimdir, nedir bilemem, belki menekşe gizlendiği maskesidir… Yakın soydan, 150 yılcık kadar, adını taşıdığım babaannemin ikinci adını ve iyi ud çaldığını, ne var ki kader katiplerinin hayatını acı makamından yazdığını öğrendim. Delisiyle veli’siyle bir koca ırmak gibi akıp savru lduklarını gördüm.Birinin darbeci, bir diğerinin darbeyle canından olduğunu da öyle. Arada bir bu ırmağa yan kollardan , farklı soylardan çay’ların eklendiğini öğrendim…Bunları e-devletten öğrenmedim elbet, koğ faslından bu bilgiler. Ne şenlikli olurdu e-devlet kim kimdir yanında hikayelerini de fısıldasaydı, tek tümceyle bile olsa…
Deresi, çay’ı, ırmağıyla bir ulu nehir olup akmışız, topraklarımıza da soyumuza da bereketle, ne güzel işte…
Asalet de bizde, sakâlet de, gayret de bizde miskinlik de, akıl da, akılsızlık da…Soyda bırakın varlığı, saltanatı, kalıtımsal dertler çıkmasın, bu en büyük zenginlik…Soyunda olana da olmayana da şükür, verdiğine de bin şükür Rabbim, vermediğine de…
Hoş, yüksek zeka, yüce vicdan, paylaşmayı ve sır tutmayı bilmek, ölçülü söz etmek, vefa ve zerafet, insana şifa olmak, kinsiz, ayıpsız yaşamak, çalışmak, dik durmak en büyük nimet… Herkese ne olur, yanısıra bize de…
Günümüzde ailesine gözünün bebeği gibi sahip çıkamayan insan, asırlar önceki atalarını merak etse ne olur, etmese ne? Bir heves, belki merak, yerini sağlama alma gayreti belki…Ya tersi çıkarsa? Ya işler sanıldığı gibi olmayıp, azıcık karışıksa (!) Yaaa…
Huylar, yüzler, meyledilen işler, akıllar, akılsızlıklar, hünerler, soydan mı miras, kişisel merak sonucu mu kazanılır?Bir aile soyağacında bile, âşina olunan kişilerin, birkaç kuşak geriden hikayelerini, huyunu suyunu, aklını akılsızlığını topa tutabilir insan, ırklar, uluslar üstünden suçlama, kınama, korkma, panik şöyle dursun…
Soyunuz şöyle dursun, aklınızla huyunuz güzel olsun, duruşunuz…
Birliğiniz, hikmetiniz, dirliğiniz de güzel olsun…