Dünyadaki tüm Müslümanların görmek istediği Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra, aynı avlu içinde yer alır. Neredeyse Kudüs’ün her tarafından görünen Kubbet-üs Sahra’nın görkemi insanı tâ uzaklardan cezbeder ve yanına çeker. Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra aynı avluda yer aldığından ve Müslümanlar hem Mescid-i Aksa hem de Kubbet-üs Sahra’da namaz kıldığından, çoğu zaman birbiriyle karıştırılır. Oysa tamamen ayrı yapılardır.
Harem-i Şerif’in kapsamı ve anlamı
Mescid-i Aksa “en uzak” (yani Mekke’ye en uzak) mescid anlamındadır. Mescid-i Aksa’nın üzerine kurulu olduğu yaklaşık 140 dönümlük alan, Müslümanlar tarafından Harem-i Şerif olarak adlandırılıyor. İçinde Mescid-i Aksa’nın yanısıra Kubbet-üs Sahra, Ruhlar Kuyusu, türbe ve sebil gibi yapılar yer alıyor. Buhârî ve Müslim’in aktardıkları bir hadise göre, Hz. Peygamber yeryüzündeki ilk mescidin Mescid-i Haram, ikincisinin ise Mescid-i Aksa olduğunu açıklamıştır. Kuran-ı Kerim’de, Kâbe ve çevresini ifade eden Mescid-i Haram on beş yerde zikredilirken, Kudüs hareminin kastedildiği Mescid-i Aksâ bir defa açıkça belirtilmiştir (el-İsrâ 17/1; bkz İslâmAnsiklopedisi, Cilt 7:47).
Mescid-i Aksa ve Hz. Süleyman’ın Mabed’inden kalan batı duvarı
Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra, Hz. Süleyman’ın Mabed’inden kalan batı duvarı ile bitişik nizam inşa edilmiştir. Bulundukları bölge, Yahudiler tarafından Tapınak Tepesi olarak adlandırılır. Kubbet-üs Sahra’nın kubbesi altın kaplamadır. 1099’da Kudüs’ün Haçlılar tarafından ele geçirilmesinin ardından Kubbet-üs Sahra, Templum Domini adıyla kiliseye dönüştürüldü. Aynı dönemde Haçlılar, sahre üzerine sunak inşa ederek, binanın iç kısmına ve sahrenin altında yer alan mağaraya ikonlar yerleştirdi. Kubbedeki alemin yerine büyükçe bir haç yerleştiren Haçlılar, binanın kuzey kısmında vaizler için hücreler inşa etti. Haçlılar Kubbet-üs Sahra’ya büyük bir saygı besledi. Kimileri ondan küçük parçalar alıp memleketine götürürken, bazı din adamlarının da kopardıkları parçayı ağırlığı oranında altın ile takas ettiği söylenir. Bu işin önünü almak amacıyla Kudüs kralları sahrenin üzerini mermer ile kapladı (İslâm Ansiklopedisi, Cilt 26:307).
Selahaddin-i Eyyubi ve Kubbet-üs Sahra
Selahaddin-i Eyyubi’nin Kudüs’ü fethetmesinden sonra Kubbet-üs Sahra, tekrar camiye çevrilip Müslümanlar için ibadete açıldı. Selâhaddin mermerler ve sahrenin etrafına örülmüş demir ızgaralar dışındaki her şeyi kaldırarak, Kubbet-üs Sahra’yı eski haline döndürdü. Mescid-i Aksa’yı ibadete açtığında, bu caminin şanına yaraşır bir minber yaptırmak istedi; ancak danışmanları, bu minberin daha yirmi yıl önce Nureddin Zengi tarafından yapıldığını ve hazır durduğunu anlattığında, bu minberin derhal Suriye’den getirilmesini emretti. İbnül Esir, İslâm Tarihi adlı eserinde bu minberin hikâyesini şöyle anlatır: “Ertesi hafta Cuma günü 4 Şaban (9 Ekim 1187) tarihinde Müslümanlar Mescid-i Aksa’da Cuma namazı kıldılar. Selâhaddin de onlarla beraberdi. Selâhaddin… Mescid-i Aksa’ya bir minber yapılmasını emretti. Bunun üzerine ona Nureddin Mahmud’un Haleb’de bir minber yaptırdığını, sanatkârlarına bu minberi çok güzel ve sağlam bir şekilde yapmalarını emrettiğini ve ‘Biz bunu Kudüs’e konulmak üzere yaptırdık’ dediğini anlattılar. Marangozlar bu minberi senelerce uğraşıp yapmışlardı ve İslâm âleminde benzeri yoktu. Selâhaddin bu minberin getirilmesini emretti, bunun üzerine minber Haleb’den Kudüs’e getirildi” (Cilt 11, s. 435).
Kubbet-üs Sahra, Filistin bölgesine hâkim olan tüm yönetimler tarafından şanına yaraşır bir ilgi gördü ve özenle korunmaya çalışıldı. Özellikle Eyyubi sultanlarının, Kubbet-üs Sahra’nın tozunu kendi elleriyle aldığı, mescidi süpürdüğü ve gül suyu ile yıkadıkları rivayet edilir. Eyyubilerden sonra Memlûk sultanlarından I. Baybars, 1270 yılında Kubbet-üs Sahra’nın yıkılan kısımlarını tamir edip dış duvar mozaiklerini yeniledi. Muhammed bin Kavalun 1318’de kubbenin içini yeniden altın yaldız ve mozaiklerle dekore edip dışını kurşunla kapladı. Osmanlılar döneminde Kubbet-üs Sahra, ciddi bakım ve onarımlardan geçirildi. Kanuni Sultan Süleyman, mozaik kaplamaları çinilerle değiştirerek, pencerelere alçı rezervler yerleştirdi. Kubbet-üs Sahra’daki bakım ve onarım işleri III. Murad, I. Abdülhamit, II. Mahmut, Abdülmecid, Abdülaziz ve son olarak II. Abdülhamit tarafından devam ettirildi (İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 26:307).
Kubbet-üs Sahra: tavan
Kubbet-üs Sahra’nın içindeki Hacer-i Muallak
Kubbet-üs Sahra’nın içinde Hacer-i Muallak, yani (havada asılı duran taş anlamında) “Muallaktaki Taş” adında yekpare bir mermer bulunmaktadır. Bu taşın en geniş yeri 18 metre, en dar yeri 13,5 metredir. Kubbenin içinden havaya bakıldığında, taş gerçekten havada asılı gibi görünür. Hacer-i Muallak ile ilgili iki rivayet anlatılır. İlk rivayete göre bu taş, Hz. İbrahim’in, oğlu İsmail’i (Kutsal Kitaba göre İshak’ı) kurban etmek için çıkardığı kayadır. İkinci rivayete göre bu taş, Hz. Muhammed’in Miraca yükselirken basmış olduğu taştır. Hz. Muhammed taşa basıp göğe doğru yükseldiğinde taş da kendisiyle birlikte yükselir. İşte tam bu esnada Hz. Muhammed dönüp kayaya “dur” der ve böylece Hacer-i Muallak havada asılı kalır.
Hacer-i Muallak’ın altında mağara gibi bir boşluk bulunmakta. İşte Müslümanlar burada da namaz kılıyor. Ben Kubbet-üs Sahra’yı ziyaret ettiğimde, insanların buraya girmek için kuyrukta beklediklerini gördüm. Kalabalığın içine dalarak ben de aşağıya indim, ancak çok sayıda insan buraya akın ettiği için içeride fazla durmadım. Kubbet-üs Sahra’yı ziyaret gelmiş olan insanların nasıl da mağaranın duvarlarına dokunmak için can attıklarına gözlerimle şahit oldum. Özelikle dışarıdan gelip Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra’nın avlusunda dolaşan, burada ibadet eden ve buradaki yapıların taşlarına dokunan insanların mutlulukları gözlerinden okunur. Onların kendilerini şanslı, talihli ve ayrıcalıklı gördüklerini hissedersiniz.
Benim Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra’yı ziyaret ettiğim gün (10 Nisan 2018) aralıklı bir sağanak yağmur vardı. Aslında bu sağanak yağış, daha geceden, sabaha doğru başlamıştı ve gün ağardığında aralıklarla sürüyordu. İkindi namazı vaktinde Mescid-i Aksa ile Kubbet-üs Sahra arasındaki avluda duruyordum. Bu sağanak yağışa rağmen, insanların nasıl da mutlu bir şekilde ibadete koşturduklarına tanık oldum. Kutsal metinlerde sık sık, Kudüs ve Filistin diyarındaki kuraklıklardan bahsedilir. Bu şiddetli yağışa şahit olunca, şakayla karışık yanımdaki arkadaşa, Doç. Dr. Nurullah Ulutaş’a takılarak, “Gördün mü,” dedim, Nurullah ve Abdullah Kudüs’e gelince nasıl da kutsal topraklara bereket yağdı!”
Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra’nın, eski şehir (eski Yeruşalem, eski Kudüs) olarak bilinen Doğu Kudüs’te yer aldıklarını tekrar belirtelim. Doğu Kudüs’ün en önemli özelliği, burada halen yoğun bir Arap nüfusun yaşaması. Doğu Kudüs’te Arap nüfusun yoğun olduğu çarşıda iletişim dili olarak ilk sırada Arapça öne çıkıyor. Buna karşılık İsrailli ve Batılıların Yeni Yeruşalem dedikleri Batı Kudüs, modern bir mimariye sahip olup genellikle Yahudi nüfusun ikamet ettiği bir yer. Buradaki kahve ve restoranlarda birinci dil İngilizce. Kimi müşterilerin İbranice konuşmalarına da tanık oluyorsunuz, ancak ağırlıklı olarak İngilizce kullanılıyor.
Hazır dilden söz açılmışken, İsrail’de üç resmi dilin kabul edildiğini ve ülke sınırları dâhilindeki tüm tabelaların üç dilde olduğunu belirtelim. İsrail’de her yol ve yön tabelasında, en üstte İbranice, sonra Arapça ve daha sonra da İngilizce yer alıyor. Tabii şunu da eklemek lâzım: İsrail’de Arapça, ilköğretimden başlayarak üniversiteye kadar tüm okullarda eğitim dili olarak okutuluyor.