Eski Kudüs nereye benzer diye sorulsa, biraz Mardin’e, biraz Urfa ve Hatay’a, hattâ biraz İstanbul’daki Kapalıçarşı’ya benzer diyebilirim. Kentteki dar sokaklar ve iç içe yapılar öyle çağrışımllar uyandırır ki, sokak adları farklı olmasa, bazı yerlerin tıpa tıp aynı olduğunu söyleyebilirsiniz. Doğu Kudüs’e yapacağınız küçük bir gezintide, eski mimarinin ve kadim yapıların korunmasına alabildiğince özen gösterildiğine şahit olursunuz. Asurlular, Romalılar ve Sasaniler döneminde kentteki mabetler yıkıma uğramışsa da, daha sonraki yönetimler kentin tarihi kimliğinin korunmasına önem vermiş.
Eski çarşıyı dolaşırken özellikle iki sokağın adı dikkatimi çekti. Biri Al-Hakkâri sokağı, diğeri de Ararat sokağıydı. Al-Hakkâri isminin nereden ve nasıl verildiğini bilemiyorum. Ancak Selâhaddin Eyyubi’nin komuta kademesinde Hakkârili Kürt komutanların olduğunu biliyoruz. Belki de onlardan biri veya birkaçı bu sokakta ikamet ettiği için, sokağa Al-Hakkâri dendi. Ararat ise Ermeniler için ve dolayısıyla dünya dillerinde Ağrı dağının adı. Ermenilerin tâ 5. yüzyıldan bu yana ikamet ettiği Eski Kudüs’te, küçük bir Ermeni mahallesi ve Ermeni Patrikhanesi de bulunmakta. Kudüs’teki Ermeni nüfusu Osmanlı döneminde, özellikle de I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan felâketten sonra ciddi bir artış göstermiş. Bizzat Kıyam (Diriliş) Kilisesi içerisinde Ermenilere ait bir bölüm mevcut. Ancak Ararat isminin bu sokağa ne zaman verildiğini öğrenemedim. Her iki sokağın isimlerinin korunmuş ve değiştirilmemiş olması beni ayrıca mutlu etti.
Ağlama Duvarını ziyaret
İbranicede HaKotel HaMa’aravi diye adlandırılan Ağlama Duvarı (ya da Batı Duvarı) Hz. Süleyman tarafından yapılan mabedin bir parçası. İS 70 yılında Roma lejyonları Yahudi isyanını bastırdığında, Titus mabedi yıktırmış ve geriye bir tek bu parça kalmış. Yahudilerin gidip dibinde dua ettiği ve ağıtlar söyleyerek gözyaşı döktüğü bu Ağlama Duvarı Yahudiler için en kutsal yer sayılıyor ve yüzyıllardan beri hac ibadetine konu oluyor. Eski Kudüs’teki Yahudi mahallesi, kabaca Siyon Kapısı’ndan başlayıp doğuya uzanır. 18 metre yüksekliğindeki Ağlama Duvarı ve avlusu, özellikle eski şehir tarafından giriş yapıldığında, insanı âdetâ kendine çekiyor.
Yahudilerin Ağlama Duvarı dediği kısma Filistinliler Burak Duvarı adını veriyor. Müslümanlar, Hz. Peygamberin Miraca çıkarken bineği Burak’ı buraya bağladığına inanıyor. 9 Nisan gecesi saat 23:45 civarında Ağlama Duvarı’nın önüne vardığımızda, duvar dibinin başlarını sallayarak dua eden insanlarla dolu olduğunu gördük (İbranice de ibadet anlamında kullanılan Yıştahav kelimesi, sadece sözleri değil beden hareketlerini de içerir). Ağlama Duvarı sadece Yahudilerin değil Hıristiyanların da dua ettiği bir yer. Ayrıca diğer dinlere mensup insanlar da Ağlama Duvarı’na büyük bir ilgi gösteriyor.
Ağlama duvarı dibinde Tevrat okuyan ve duvara doğru ellerini kaldırmış halde Tanrı’ya yalvaran, yakaran insanların halinden etkilenmemek mümkün değil. Zaten dünyanın hiçbir kentinde Kudüs kadar mistik bir hava teneffüs edilemez. Kıyam Kilisesi, Kubbet-üs Sahra ve Ağlama Duvarı, hiç şüphesiz Kudüs’teki en mistik mekânların başında gelir. Bu üç mekânın her birinde ayrı bir ruh ile karşılaşırsınız. Diriliş Kilisesi ve Mescid-i Aksa daha çok ibadet saatlerinde kalabalıklaşırken, Kudüs’te günün 24 saati ibadet ve ziyarete açık olan yegâne yer olan Ağlama Duvarı’nın önünde neredeyse günün ve gecenin her saatinde bütyük bir yoğunluk göze çarpıyor.
Duvarın dibinden sol tarafa doğru ilerlediğinizde, kendinizi tarihi bir avluda buluyorsunuz. Duvar iç kısımlara doğru irili-ufaklı odalar halinde devam ediyor. Hemen her duvar dibine, farklı dillerde Kutsal Kitap nüshaları konmuş. Girişte dikkatimi çeken, ilk kısımda bir grup insanın ortaklaşa Kutsal Kitap okuyor olmasıydı. Daha içlere doğru, yine gruplar halinde dua edip kutsal metinleri okuyanlar olduğu gibi, iç duvarların karşında tek başına durup dua edenlere de rastlanıyor.
Ağlama Duvarı’nın üst kısımları, daha doğrusu kale tarafından değil de eski şehirden giriş yapılan tarafı, insanların bir araya gelerek ayaküstü dini sohbetler yaptıkları bir avluyu andırıyor. Burada kimi Hıristiyanların Yahudilerle dini sohbetler yaptığına tanık oldum. Hattâ bir iki Hıristiyan bize de yaklaşarak Hristiyanlık ve Hz. İsa hakkında bir şeyler anlatmaya başladı. Tabii Yahudilerin kendi dinlerini başka insanlara telkin etmelerine hiçbir zaman tanıklık etmemiştim; zaten başka din ve kavimlerden insanların Yahudiliğe geçmesi son derece nadir bir olay. Buna karşılık Müslüman ve Hıristiyanlar fırsat buldukça kendi dinlerini anlatıyor; hangi inanç ve kavimden olursa olsun diğer insanları kendi dinlerine dâvet ediyor.
Azap Yolu ve Kıyam Kilisesi
Burası Diriliş Kilisesi veya Kutsal Kabir Kilisesi olarak da bilinmekte. Kıyam Kilisesi Ağlama Duvarı’ndan yaklaşık 300 metre uzaklıkta. Kilise, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğine inanılan Golgota tepesinde. Hıristiyan hacılar açısından burası Kudüs’teki en mübarek yer. İS 335’te kurulmuş olan bu kilisenin Via Dolorosa (Azap Yolu, Haç Yolu, Elem Yolu) olarak adlandırılan güzergâhın son noktasındaki yerini, Roma İmparatoru Büyük Konstantin’in Kutsal Toprakları ziyaret eden annesi İmparatoriçe Helena belirlemiş.
Azap Yolu, Hz. İsa’nın çarmıha gerilerek idam edilme cezasına çarptırıldıktan sonra haçını kendi sırtında taşıyarak çıktığına inanılan yokuş. Eski şehirde, Müslüman mahallesinden başlıyor ve bugün Via Dolorosa caddesi diye adlandırılan yol boyunca devam ediyor. 14 duraktan oluşmakta. Bu durakların bir kısmı İncil’e, bir kısmı da rivayetlere göre belirlenmiş. Azap Yolu’nun ikinci durağında, Aslanlı Kapı’nın girişinde, Hıristiyan inancına göre Hz. İsa’nın eziyete uğradığı Kırbaçlanma Kilisesi yer alıyor. Hz. İsa, üzerine çivileneceği haçı sırtında, kan revan içinde bu yokuşu çıkarken, dördüncü durakta annesi Hz. Meryem ile karşılaşıyor; üçüncü, yedinci ve dokuzuncu duraklarda düşüyor; gene dokuzuncu durakta Kıyam Kilise’sine ulaşıyor. Geriye kalan beş durak bugün kilise içinde kalmakta. Hıristiyan hacıların Azap Yolunda haçı taşıyarak veya haç eşliğinde yürümeleri, onlar açısından hac ziyaretinin en önemli ânını teşkil ediyor. İncil’deki şu iki ayet haç-inanç ilişkisini çok güzel özetlemekte: “Çarmıhını [haçını] yüklenip ardımdan gelmeyen bana layık değildir” (Matta, 10:38); “Sonra İsa, öğrencilerine şunları söyledi: ‘Ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin’” (Matta, 16:24). Eğer bir Cuma günü Kudüs’te olabilirseniz, İtalyan Fransisken keşişlerinin Via Dolorosa’daki tören alayına tanıklık edebilirsiniz. Bizim Kudüs’ü ziyaret ettiğimiz gün, yine bir grup Hıristiyan Azap Yolu’nda ve haç eşliğinde Kıyam Kilisesi’ne doğru ilerliyordu.
Kıyam Kilisesi Kudüs’te en çok ziyaret edilen yerlerin başında gelir. İmparatoriçe Helena’nın yaptırdığı ilk kilise İS 1009’de yıkılırsa da kısa bir süre sonra yeniden inşa edilmiş. Kilisenin girişinde, Hz. İsa’nın çarmıhtan indirildikten sonra cenazesinin kaldırıldığı mağaranın önüne konduğuna inanılan taş göze çarpar. Dışarıdan bakıldığında, bir mezarın üzerini örten yassı bir mermeri andırır. İki bin yıldır, belki de milyonlarca insanın yaklaşıp ellerini sürdüğü bu taş öylesine yassılaşmış ki, ellerinizi en ufak bir pürüzle karşılaşmadan sağa sola, aşağı yukarı hareket ettirebilirsiniz. Kilisenin giriş katındaki bu taşın etrafı her zaman o kadar kalabalık ki, taşa dokunabilmek için mutlaka birkaç hamle yapmanız gerekir.
Yoğun kalabalığın arasından taşın yanına varıp ellerimi koyduğumda, bazı insanların elbiselerini taşa sürtmek için büyük bir çaba sarf ettiğine şahit oldum. Tam karşımda duran bir adam, yanında getirmiş olduğu iki üç torbadan peş peşe elbiseler çıkartıp inanılmaz bir heyecanla taşa sürtüyordu. Ben bir iki dakika durduktan sonra ayrıldım ve kiliseyi dolaşmaya başladım. Biraz sonra kiliseden çıkarken, aynı adamın hâlâ taşa harıl harıl elbise sürtmekle meşgul olduğunu gördüm. Özellikle Kudüs’e gelme imkânı olmayan hastaların elbiseleri yakınları tarafından buraya getirilip şifa bulmaları amacıyla taşa sürtülüyormuş.
Kudüs’te ziyaretçilerin ilgi gösterdiği iki önemli mekân da Süryani ve Ermeni kiliseleri. Eski Kudüs’te yer alan bu iki mekândan Süryani kilisesi olarak bilinen (ve dört İncil yazarından Aziz Markos’un evinin bulunduğu yerde kurulu olduğuna inanılan) Aziz Markos Kilisesini ziyaret etme fırsatımız oldu. Kilisenin papazı çok değer verdiğim bir Süryani ağabeyimin arkadaşıydı. Kendisinin selamlarını ilettiğimiz papaz bizi kilisenin üst katındaki odasında karşıladı. Bizden hemen sonra, 35 yıldan beri İsveç’te yaşayan iki Midyatlı Süryani de geldi. Hep beraber biraz Midyat ve Mardin’den söz ettikten sonra Süryani Kilisesi’nden ayrıldık.