Bir hafta içinde Türkiye’yi ardı ardına vuran birbirine kâğıt üzerinde düşman iki terör örgütü PKK ve Daesh, Irak ve Suriye’de sahneye konan gölge oyununun kuklacısının kim olduğunu gösteriyor aslında. Çözüm Süreci’ni, kurguladığı bir sonraki oyunu için kullandığı anlaşılan Kuklacı, Kürtlerin haklarını savunduğu iddiasıyla yıllardır Türkiye’nin başında Demokles’in kılıcı gibi salladığı terör örgütünün deşifre olmasını bile göze almışa benziyor bu sefer.
Kabul etmek gerekir ki PKK’nın Çözüm Süreci’ni çöpe atarak öngördüğü devrimci halk savaşını başlatması öncelikle masayı devirenin karşı taraf olduğunu ortaya koymasına bağlıydı. Bunun için belki Çözüm Süreci’nin Yeni Anayasa ile taçlandırılması öngörülen demokratikleşme ayağını “özerklik” taleplerini daha yüksek sesle dillendirerek tıkamak ve sorumluluğu hükümet tarafına yüklemek kolaydı ama yeterli değildi. Ayrıca Kürtleri savaşa, uluslararası kamuoyunu da bu savaşın meşruiyetine ikna etmek gerekirdi. Bu amaçla sürecin “silahlı unsurların çekilmesi” ayağında sorun yaratarak, muhalefetin kıskacındaki hükümeti bu süreci sonlandırmaya tahrik etmek mümkündü ki İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın son açıklamalarından bunun daha başta denendiği anlaşılıyor. Ala’ya göre, sınır dışına çekilme 8 Mayıs 2013 itibariyle başlamış ve birkaç hafta sonra Gezi olaylarıyla birlikte durmuş.
Çözüm Süreci’nin Gezi kalkışmasından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın PKK silah bırakana kadar buzdolabına konulduğunu açıkladığı tarihe kadar yaklaşık iki yıl daha sürdürülmüş olduğunu biliyoruz. PKK’nın bu dönemi devrimci halk savaşının alt yapısını hazırlamak için kötüye kullandığını da… Ama terör örgütlerinin bu tür tuzaklar kurması pek şaşırtıcı değil. Örneğin ETA, 1998 ile 2001 arasındaki terörden arındırılmış dönemi bu amaçla kullanmış, o dönem bu nedenle İspanya’da “tuzak ateşkes”(tregua trampa) dönemi olarak adlandırılmıştı.
PKK’nın Çözüm Süreci’ni bir sonraki aşamada başlatacağı devrimci iç savaş için yurdun çeşitli bölgelerinde patlayıcı, silah ve mühimmat depolamak için kötüye kullanmasının önüne geçilememiş olması hükümet için eksi bir puan kuşkusuz. Ama bu süreci devam ettirmiş olmasının Kürtlerin devlete güven duygusunu pekiştirdiğini de kabul etmek gerekir. Sürecin devamının ayrıca müzakere masasının devrilmesini ve PKK’nın senaryoda öngörülen bir sonraki oyuna geçmesini güçleştirdiği de söylenebilir.
Esas konumuza dönersek, Kuklacının bir süre sonra diğer örgütü de devreye soktuğunu, ne denli korkutucu olduğunu dünyaya göstermek için Daesh’e sansasyonel cinayetler işlettiğini ve kendi varlığını hedef alan politikalarından ötürü özellikle Türkiye ve Fransa’ya yönelik saldırılar düzenlettiğini gözlemliyoruz. Herkesin bildiği bu terör eylemlerini hatırlatmaya gerek yok belki ama iki terör örgütünü birbiriyle çarpıştırdığı Kobane kuşatması üzerinde biraz durmakta yarar var. Kuklacı, Türkiye’nin TIR’lar dolusu silah yardımı yaptığı yalanını dünyaya yaydığı Daesh ’in Kobane kuşatmasıyla, çoğu Kürt yaklaşık 200 bin sakini ülkemize sığındığı halde, “Kürtlerin kesilmesine seyirci kaldığı” yalanı üzerinden, hükümetin sadece uluslararası kamuoyunda değil, ayrıca Türkiye’deki Kürtler nezdinde de Çözüm Süreci ile güçlenen imajına darbe indirmeyi hedeflemişti. Bu darbenin devrimci iç savaş için yeterli olup olmadığı 46 kişinin yaşamını yitirdiği 6-7 Ekim 2014 Kobane eylemleriyle adeta test edilmişti.
AK Parti hükümeti, Daesh’ ten kaçan Kürt mültecilere kucak açmakla birlikte, PKK’nın Suriye kolu PYD’nin Kobani’yi savunmak için Türkiye üzerinden koridor açılması talebine geç karşılık vermesi nedeniyle çok eleştirilmişti. Ama bu talebi, Bölgesel Kürt Yönetimi’nin askerlerine geçiş izni vererek karşılaması, başka bir deyişle talep olunduğu gibi Türk Ordusu’nun Kobane ’ye kara harekâtı düzenlemesini uygun görmemesi sonuçta Suriye iç savaşına doğrudan bulaşmamızı engellediği için olumlu bir adım olmuştu.
Daesh’e bulaşmayarak, PKK ile de Çözüm Süreci’ni sürdürerek istikrarını koruyan Türkiye, 7 Haziran seçimlerinin ardından iki terör örgütünün de saldırılarına uğramaya başladı. PKK, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın buzdolabına koyduğu Çözüm Süreci’ni çöpe atarak iki yıl boyunca üzerinde çalıştığı anlaşılan mahalleleri işgal politikasını uygulamaya koyarken hedefini, sorunun çözümünü kolaylaştırırmış gibi “Erdoğan ve AK Parti iktidarını devirmek” olarak açıkladı.
Yaşadığımız tuhaflıklar bu kadarla sınırlı kalmadı. Kobane’ de birbirleriyle savaşarak dünyayı ayağa kaldıran iki terör örgütünden biri kötü (Daesh), onun insanlık dışı saldırılarına maruz kalan diğeri (PYD) iyi ilan edildi. Ama bu iki terör örgütü “düşmanımın düşmanı dostumdur” atasözünü boşa çıkararak Türkiye’ye saldırıyor şimdi. PKK, asker ve polisi, pis işleri üstlenen TAK kolu sivilleri vururken, sözde “Türkiye’nin yardım ettiği, petrolünü pazarladığı” Daesh de Türkiye’deki turistleri hedef alıyor.
Yüzbinlerce insanını katletmiş, milyonlarcasını yurt dışına sürmüş Kuklacının kim olduğu açık ama bölgedeki tüm senaryoları yazıp uygulama gücü yok. Öteden beri Truva Atı olduğu bu vesileyle kesinleşen PKK’yı müttefiklerinin ve ABD’nin Daesh mağduru gördüğü ve kara gücü kabul ettiği PYD’ye verdikleri destekle güçlendiriyor. Ama buna karşılık, yakın ilişkide bulunsa ve iplerini elinde tutsa da, Daesh’i tek başına oluşturmuş ve uluslararası koalisyona karşı varlığını sürdürmesini sağlamış olması mümkün değil. Daesh ’in kökeninde Irak Baas’ına bağlı Saddamcı subaylar olabilir; bunların Baas’ın Suriye kolu üzerinden rejime yakınlığı da bulunabilir. Ama bu terör örgütünün ABD başta olmak üzere dünyanın en güçlü devletlerinin bombaları altında, son dönemde toprak kaybetmiş olmakla birlikte, hâlâ varlığını sürdürmesi bu senaryoyu yazanların Kuklacıdan, hatta müttefiklerinden bile daha fazla siyasi ve askeri güce sahip olduğu izlenimi veriyor.
Bu izlenimi güçlendiren verilerin başında Türkiye’ye yönelik çoğu yalan tüm suçlamaların, PKK güzellemeleriyle birlikte, sadece Rusya ve İran’ın güdümlü basınında değil, ayrıca Batı kökenli uluslararası medyada da yer alıyor olması geliyor. Esat rejimi intikam almak için ipleri eline verilmiş iki terör örgütünü şimdi Türkiye’ye vurmak için kullanıyor olabilir. Ama bunu küresel düzeyde uygulanmakta olan senaryolar hilafına yaptığını söylemek ne kadar mümkün acaba?
Senarist kim sorusunu yeterli istihbarat olmadığı için yanıtlamak kolay değil. Ama belli ki uluslararası medyayı kontrol edebilen ve olasılıkla Irak ve Suriye’de 4-5 devlet yaratma planını adım, adım uygulamakta olan bir siyasi güç ya da güçler ittifakı var devrede. Yoksa Türkiye bu terör dalgaları karşısında bu kadar yalnız bırakılır mıydı?