Hayyam üstadın dizelerine sığındım, Serbestiyet’te yazmak da bir kuklacı korkusuzluğu, yalınlığı gerektirdiğinden belki…
Belki, savunduğu edep ve benzersiz tadıyla edebiyatın ötelendiği bu hoyrat günlerde onsuz her şey eksik olur, naylondan olur diye düşündüğümden…
İyi edebiyatın siyasete yön verebileceğine, eğriyi doğruya çevireceğine inandığımdan.
Hayatlarımızı da dünyamızı da doğru siyaset kadar, iyi edebiyatın ve aklın anlamlı kılacağını umduğumdan (Halil Berktay’ın son Serbestiyet programında Saraybosna’nın Çellisti romanına dikkat çekişi gibi).
Akıldanelik ve siyasi yorum haddim değil; ben size sokak arasını, hayatın ayrıntısını, masalını anlatma niyetindeyim, hikayeci lavgarlığına verin, hoşgörün…
İlk yazıyı dünya kukla günü ertesi yazışım, manidar…
Üstelik, karnından konuşan kuklalara (!), sahibinin sesi siyasi kuklalara, Pinokyo’lara ve — iplerin elinde olduğunu sanan kuklacıya tahta kuklalarının kafa tutup bildiğini okuması gibi — siyasetin burnu uzasa bile dün dediğini bugün inkârdan gelen kuklalarına dokunacağım sırada, benim kuklalar bildiğini okudu. Ama siz anladınız ne demek istediğimi, kuklalar anlamazdan gelse de…
Kuklanın keşfinin tekerleğin keşfi kadar değiştirici olduğunu ve insanlar arasındaki iletişim uçurumunu azalttığını düşünüyor, Behrooz Gharibpor.
21 Mart ne çok şeyin günü. Baharın, yeniden başlamanın, şiirin yanısıra 2000’den bu yana da kuklaların…
Üçü de iletişimin en güzel yolu aslında, ilkbahar da, şiir de kukla da…Tıpkı ilk ateş gibi.
Uluslararası kukla birliği UNIMA’nın yıllardır kutladığı bu günü, biz ilk kez geçen yıl kutlamışız. Tiyatro Tempo kutlamış, Ankara Maltepe’deki yerinde ve Bulgar konuklar da katılmış. Karagöz ve kuklanın önemli adlarından Haluk Yüce ve eşi Marina Yüce oynamış.
2015 bildirisini İranlı kukla sanatçısı Behrooz Gharibpor kaleme almış. On yaşında geleneksel kukla oyunuyla ve tiyatro karakteri Mubarak’la tanışınca, kuklacılığa gönül vermiş; yıllarca Tahran sokaklarında o eski tipleri, yorgun kahramanları, ustaları arayıp durmuş.Bulduklarını hayata geri getirmiş. Kendine kukla aşığı derken, dünyanın pek çok ülkesinde kukla tiyatrosu hayranlarının varlığını öğren ince, kukla dünyasını keşfinde yalnız olmadığına mutlu olmuş.
“Mubarak” binlerce kukladan sadece biri, komedi ve hicvi kullanarak insanların yüzlerini güldüren, yoksulluktan ve savaşlardan çaresiz düşmüş insanlara umut veren.
Her kukla, çevremizdeki dünyanın ve bizden önce yaşamışların simgesi..
Dünyanın dört bir köşesindeki kuklacıların ve kuklaların bin yıllık dili, dünyayı eleştirmesi, geniş kitlelere en çabuk ulaşma yolu olduğundan bu sanatı çok sevmişiz. Tahtadan da olsa, bin canlıdır kukla ve dünyayı eleştirir; dayanışmaya heves ederken aslında saklı çocukluğumuzu aşikâr eder. Farklı ülkeler, farklı diller arasında dünyamızı kirletip şiddeti körükleyenleri, umuda kastedenleri farkedip, gösterip, herkesin içindeki o saf ve güçlü, umup sevinmekten usanmayan çocuğu ortaya çıkarır. Kuklalarımızla birlikte atalardan miras bu hazinenin insanlık düşmanlarını azaltarak, çocukluğumuzun güzel rüyalarına ve yarısı gerçek hayallere götürmesine el veren kuklacılar, çok yaşasın… Simgesi olduğu pek çok güzelliğin yanısıra, 21 Mart koca dünyanın bile kendi çocukluğunu hatırladığı bir gün.
Ben bilirimcilik yapmadan sırt sırta verip, yitirilen umutların, yara ve yitimlerin acısını hatırlatmak için aklımızı, kalbimizi ve kendimizi nasıl öne çıkarabiliriz? Acıyı aktarmayı, iyiliği çağırmayı, nasıl? Bunları düşünmemiz gereken gün.
Kukla en iyi canlandırma yolu değil mi? Hem güçlü hem güçsüz, kırılgan, saf, kendisi ve masum… Dünyaya bizim gibi şaşıyor, acısı bizimkiyle aynı. Trajedinin esas oyuncusu.
Oyuncunun aksine, kuklanın yaşadıkları sahi. İpleri kesildiğinde, dövüldüğünde, onunla alay edildiğinde, aşağılandığında, hor görüldüğünde veya parçaları söküldüğünde, kukla yakınmaz. Onarılır ve ayakları üzerinde durur.
Bu gerçek, kuklalara muhteşem bir güç bağışlar. “Çünkü kuklalar, aynı anda kaderin adaletsizliğiyle yüzleşebilme ve yıkıntılardan yeni bir dünya yaratabilme cesaretini aşılar,” diyor Kanadalı yönetmen, senarist ve oyuncu R.Lepage, 2009 dünya kukla günü bildirisinde…
Prometheus’la özdeşleştiriyor Matasek, kuklacılığı.Uzun, ateşten çizgi gökyüzünde uzayı kesip, evrenin derinliğinde yitip gitse de tekrar belirir, gene yiter. Bu, elindeki meşaleyi vereceği kişiyi karanlıkta aramaktan yorgun düşmüş Prometheus’tur, Petr Matasek’e göre… Ve meşalesi yanan bir kukladır. Unutmasınlar diye insanlığa kendi aksini gönderen Tanrıların armağanı… Uzayı aydınlatan ateşle kendimizi yapayalnız sanmaktan kurtulalım diye… Işık ve ateşin sıcaklığı, sanatsal yaratı, elden ele geçirme ve yalnız olmadığımızı bilme, kuklacılığın esasları. Hiç bitmeyen bir koşu. Prometheus gelmese bile, “ya gelirse?” diye umup, bu geri gelişin farkında olmak için tetik duran insanlığın işaret fişeği, kukla… Petr Matasek haklı.
Hayyam’ın dünyayı bir kukla gösterisine benzettiğini hatırlayın…
Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz
Kuklacı felek usta, kuklalar da biz
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer;
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz…
Çocukluktan emekliye ayrılmış olsa bile, Pinokyo dönüp “güne ne hacet? Size her gün kuklacı günü” dese, ne diyeceğiz?