Hasan Bozkurt
Türkiye, seçim sonrası oluşan yeni siyasi konjonktürün, seçim öncesi beklentiler içerisinde en temel kavram olan istikrar doğrultusunda gelişimini göremeden, Rusya ile yaşanan krizle birlikte tekrardan kamplaşma atmosferine döndü. Bu gelişmelerin uluslararası ilişkiler açısından; bölge güç dengelerinin Rusya-İran ile Amerika (ve müttefikleri) arasındaki değişimi açısından; bölge haritasının yeniden şekillenmesi üzerinden, onlarca farklı yorumu yapıldı . Olayın sosyolojik boyutu ise, yine Gezi eylemlerinden bu yana yaşanan aşırı siyasallaşma hastalığının uluslararası siyaset platformunu da kapsayacak şekilde yeni mevzi kazanması şeklinde yaşandı.
12 Eylül sonrası yaratılan siyasal ve toplumsal iklimin en çok eleştirilen yönü, siyasetten uzak bir toplum yaratılmış olması, insanların toplumsal olaylara duyarsız davranması ve örgütsüz hareket ediliyor olmasıydı. 12 Eylül sonrası süreçte toplumun büyük çoğunluğu yaşanan olumsuzluklara tepki vermediği gibi, bu olumsuzluklar karşısında tepki gösterenlere de huzuru bozuyorlar gerekçesiyle hep mesafeli durdu. 6 Kasımlarda YÖK’ü protesto edenler de, devlet tarafından gözaltında kaybedilen çocuklarını arayan Cumartesi Anneleri de, cezaevinde yaşanan katliamlarda yakınlarını kaybedenlerin tepkileri de, köyleri yakılıp yıkıldığı için göç etmek zorunda kalan insanların hali de, toplumun çoğunluğu tarafından en olumlu haliyle kayıtsız kalınarak karşılanıyordu. Bunda, ana akım medyanın devletçi tutumu ve büyük bir kısmı liberalizm-Marksizm-Atatürkçülük arasında her dönem farklı bir noktada bulunan, ama bugün demokrasi gladyatörü olarak arenaya çıkan aydınların katkısı da önemli bir paya sahipti.
Kürtçenin bir dil bile sayılmadığı dönemde, buna karşı çıkmak yerine Ahmet Kaya’ya çatal bıçak fırlatılan safta durarak başlık atan amiral gemisi ve diğer yardımcı gemi mürettebatları, bugün daha önce hiç olmadığımız kadar kutuplaştığımıza vurgu yapıyorlar. Tabii bu kesimin skolyozdan muzdarip omurga yapısını düşündüğümüzde, bunda çok fazla şaşılacak şey yok. Asıl problem, yaratılan bu iklimin aşırı politize olmuş bir kesimin önyargılarını pekiştiriyor ve bu kesimin geçmişte yaşananların da etkisiyle yaşanan her olaya çok önyargılı bakıyor olması. Üstelik bu önyargıyla yaklaşanların toplumsal hiyerarşide bulunduğu durumun çok parlak olmaması, “merkez aydınlar”la kıyaslandığında tavırlarının pragmatizmden kaynaklı olma ihtimalini ortadan kaldırıyor.
Bunun pratik bir örneğini, Altın Kelebek ödüllerinde sahnede ödülünü alan Mustafa Ceceli’nin, derin bir anlama sahip bir Alevi deyişini, “Kâinatın aynasıyım”ı seslendirmesiyle yaşadık. Diğer kısımlarını okumuş bir sanatçının okumaktan gocunması için hiçbir sebep olmayan kısımlarını sadece fazla uzun olacağı için okumadığı ve tek bir kelimesinde de değişiklik yaptığı gerekçesiyle, sosyal medya lincine maruz kaldı. Oysa ki ne değiştirilen kelime anlamı bozuyor, ne de okunmayan kısımlar önemseniyor. Asıl sorun, “Recep Tayyip Erdoğan’la senede birkaç kez aynı karelerde olmayı sorun etmeyen bir sanatçı, nasıl olur da böylesine bir eseri seslendirebilir?” sorunu. Bu eleştiriyi getirenlerin büyük kısmı da yaratılan ortamın aşırı politikleştirilmiş dalgasına kendisini teslim etmiş ve kendilerine ait olduğu için seslendirilen deyişdeki derin anlama en fazla vakıf olması gereken, Alevi toplumunun içerisindeki insanlar.
Alevi toplumu, Cumhuriyet döneminde kendilerine yaşatılan onca acı varken; ayakları yere sağlam basabilen bir siyaset tarzıyla hareket etse en fazla kazanım elde edebileceği bir dönemde bulunurken, içerisinde haklılık payı da bulunan çeşitli yargı ve önyargılarla hareket ederek siyaset düzleminde çok da rasyonel olmayan tepkiler veriyor. Sorunu bu düzlemden çıkarmanın tek yolu da, Alevi toplumunun, tıpkı Sünnî muhafazakâr kesim gibi, siyaset yapma tarzını daha rasyonel şekilde yeniden organize etmek; kendi içinde barındırdığı, geleneğinden gelen derin tasavvuf anlayışının da yardımıyla toplumun bütününe bir dünya tasavvuru sunan siyasetler örgütlemek olmalı.
Bunu, daha önce örnekleri yaşanan ve dernekler federasyonuna dönüşen bir siyasal parti gibi değil, tüm siyasal partiler içerisinde yer alabilecek, ana damarı demokratlık olan bir çizgide duran bir anlayış olarak düşünmek gerekiyor. Alevi toplumunun bugüne kadar yaşadığı tüm baskı ortamını da geriletebilecek bir ortamı yaratmak yönetenlerin temel görevi olmakla birlikte, bunun sosyolojik altyapısını oluşturmak için toplumun tüm kesimlerinin desteği kolaylaştırıcı bir etki yaratacaktır.