ABD Başkanı Donald Trump’ın PYD-YPG’ye ağır silahlar verilmesi kararını onaylamasından sonra neler olacak?
Trump kararı 9 Mayıs’ta, Türkiye saatiyle gece yarısına doğru imzaladı, dolayısıyla konuya ilişkin ilk değerlendirmeler ancak dün sabahtan (10 Mayıs) itibaren gelmeye başladı.
Daha çok yorum ağırlıklı bu değerlendirmelerden biri çok önemli bir bilgi içeriyordu. Hürriyet’in Ankara Temsilcisi Hande Fırat’ın dün CNN Türk’teki Parametre programında verdiği ürpertici bilgiden söz ediyorum… Bu yazıda bu bilginin gerçekleşme ihtimalini ve muhtemel sonuçlarını tartışmak istiyorum.
Hande Fırat (ki Parametre’de kendisini hiç bu kadar endişeli görmemiştim), Trump’ın imzaladığı kararnamenin dostluğa ve müttefikliğe sığmadığını vurguladıktan sonra askeri kaynaklardan ve hükümet yetkililerinden aldığını söylediği, yukarıda sözünü ettiğim bilgiyi paylaştı izleyicilerle… Buna göre, Türkiye, kararnamenin imzalanması ve ABD ile PYD-YPG ittifakının resmiyet kazanması durumunda nasıl hareket edeceğini önceden belirlemişti: Harekât planları hazırdı, Türkiye en az dört noktadan Suriye’deki Kürt bölgesine müdahale edecek, oralarda “cep”ler oluşturacak ve böylece Türkiye-Suriye sınırını boydan boya geçecek bir “Kürt koridoru”nun oluşmasını engelleyecekti.
Hande Fırat’ın yüzündeki endişenin nedeni sahip olduğu bilginin kuvveden fiile geçmesi ihtimalinin iyiden iyiye artması mıydı bilmiyorum ama, kararın uygulanması durumunda endişesiz hiçbir yüzün kalmayacağı muhakkak: Çünkü sınırdaki koşulları, ABD zırhlılarının Türkiye-Suriye sınırında devriye gezdiğini düşünürsek, bu müdahalenin bir Türkiye-ABD savaşına dönüşmesi işten bile değil. Bu olmasa, çarpışmalara ABD’li askerler fiilen girmeseler bile yaşanacak şeyin ABD’nin Türkiye’ye karşı PYD-YPG üzerinden bir vekalet savaşı biçimine bürüneceği açık.
İbrahim Karagül de “dört cep” diyor
Parametre’yi izledikten sonra okuduğum ilk yorum Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül’ün O koridor bir ‘kuşatma planı’dır ve ‘B Planı’ toptan müdahaledir! başlıklı yazısı oldu. Karagül, Trump’ın imzasından önce kaleme aldığı yazısında, “ABD, PKK/PYD konusunda ikna edilemezse” (ki yazısı yayımlandığında ikna edilemediği ortaya çıkmıştı), Türkiye’nin ne yapacağı / ne yapması gerektiğini tartışıyordu. Ona göre de Türkiye en az dört bölgeden Suriye’ye derhal müdahale etmeliydi:
“Bildiğim tek bir şey var: O koridor Türkiye'yi kuşatma planıdır. Başarılı olması durumunda etkisi bu yüzyıl boyu devam edecektir. Terör meselesi, PKK meselesi de değildir. Bir harita meselesi, Türkiye'yi boğma meselesidir.
“Hiçbir siyasi amaç, ortaklık, ilişki bu tehditten daha ciddi değildir. Hiçbir plan ya da proje, o hesabın üstünde değildir, olamaz. Hiçbir siyasi amaç da o projeyi Türkiye'ye kabul ettiremez. Bunu kabul ettirmeye, normalleştirmeye dönük her girişim bu ülkenin geleceğini tehlikeyle atar.
“ABD, PKK/PYD konusunda ikna edilemezse geriye tek bir plan kalır. O da Suriye sınırı boyunca en az dört bölgeden tereddütsüz müdahale etmektir.
Bunu çılgın bulanlara tek bir şey söyleyeyim:
Türkiye'nin geleceği her şeyin üstündedir. Bedeli ne olursa olsun. Bunu bugün yapmazsak gelecekte hiç yapamayacağız, zorunlu haritaya mahkum olacağız…”
Güvence var ama…
Karagül’ün yazısındaki “dört noktadan müdahale” keyfiyeti hükümet kararından çok kendi önerisini yansıtıyor gibi görünse de, müdahale edilecek bölge sayısını tutturması onun da böyle bir bilgiden haberinin olduğuna dair kuvvetli bir karine teşkil ediyor.
Bu aşamadaki kritik soru şöyle şekilleniyor: Trump’ın imzaladığı karardaki “Türkiye’ye güvence” bölümü, Türkiye’nin daha önce aldığı söylenen müdahale kararını durdurmaya yeter mi?
Bu soruya cevap vermeden önce söz konusu “güvence”nin ne olduğuna bakmamız gerekir. Metinde “güvence”den söz edilirken şöyle deniyor:
“Koalisyon içindeki ortağımız Türkiye’nin güvenlik kaygılarının farkındayız. Türkiye hükümetini ve halkını temin ederiz ki ABD Türkiye’ye yönelebilecek ek güvenlik risklerinin önlenmesi ve NATO müttefikimizin korunması hedefine bağlıdır.”
Başka bir bölümde de, Rakka’nın kurtarılmasından sonra bu bölgenin PYD-YPG’nin yönetimine geçeceği yönündeki kaygılar izale edilmeye çalışılıyor ve “Hem Rakka hem de kurtarılan tüm alanlar yerel Suriyeli Arap güçlerin yönetimine bırakılmalı” deniyor.
Dikkat edilirse, metinde, Türkiye yönetiminin en büyük kaygı olarak açıkladığı “Kürt koridoru” ya da Türkiye-Suriye sınırı boyunca kesintisiz uzanan bir Kürt yönetimi (belki bir Kürt devleti) konusunda somut bir güvenceden söz edilmiyor… Keza, o ağır silahların daha sonra PKK’nın eline geçeceği yönündeki kaygılarla ilgili de somut bir ifade yok… Yine, Rakka’nın ve mücavir alanının PYD-YPG yönetimine bırakılmaması meselesi de kesin bir söz verme tonu taşımıyor.
Bütün bunlara eşlik eden soruyu da unutmamak gerekir: Madem Kürtler Rakka’yı kurtardıktan sonra geri çekilecekler, çekildikten sonra da Türkiye’yi rahatsız edecek herhangi bir yeni oluşum içine girmeyecekler, IŞİD’e karşı ağır kayıplara mal olacak bu büyük savaşı neden göze alıyorlar?
ABD, bunu nasıl ve neden göze alıyor?
PYD-YPG’nin Amerika’dan Türkiye sınırı boyunca uzanacak bir Kürt koridoru hususunda söz almış olabileceğini çok kuvvetli bir ihtimal olarak düşünmeksizin bu soruya makul, inandırıcı bir cevap vermek pek mümkün görünmüyor.
Bir “göze alma” sorusu da öznesi ABD olmak üzere sorulmalı, o da şu: Şayet ABD Kürtlere böyle bir söz verdiyse ve bu da defalarca belirtildiği gibi Türkiye’nin Suriye’nin Kürt bölgelerine müdahalesi sonucunu doğuracaksa, ABD, bölgede kıyamet anlamına gelecek bu sonucu nasıl göze alıyor?
Görebildiğim kadarıyla burada da iki ihtimal var:
Birinci ihtimal: ABD, bazı yorumlarda dile getirildiği gibi Türkiye’yi, “YPG’ye verilen desteğin geçici ve taktik” olduğu argümanıyla aşmayı düşünüyor olabilir. Bu ihtimalin ima ettiği şey açık: ABD, şimdi Kürtlere böyle diyor ama zamanı gelince ipe un serecek ve Türkiye’yi rahatlatacak.
İkinci ihtimal: ABD, Kürtlere verdiği sözün sonuna kadar arkasında duracak. Çünkü orada kurulacak bir Kürt oluşumu (devleti?), ABD için Türkiye’nin müttefikliği dahil her şeyden daha önemlidir.
İkinci ihtimal geçerliyse, sadece Kuzey Suriye değil bölgenin tamamı büyük alt üst oluşlara gebe demektir.