Kürtler neden bağımsızlık referandumuna gidiyor? Kuşkusuz bunun çeşitli sebepleri var. Bu sebepleri siyasi, tarihi ve ekonomik olmak üzere üç kısma ayırabilir ve her birini çok sayıda maddeye bölerek sıralayabiliriz. Ancak ben bugün sadece en önemlileri üzerinde durmak istiyorum.
(1) 20. yüzyıl başlarında Kürtlere büyük bir haksızlık yapıldı. Dünyada ulus-devlet modeli esas alınıp, Wilson Prensipleri temelinde ulusların kendi kaderlerini belirme hakkı hayata geçirilmeye çalışıldı. Ancak Kürtler bu haktan yoksun bırakıldı. Ortadoğu’da, özellikle Körfez bölgesinde görüldüğü üzere, kimi Arap kabile ve hattâ aileleri için küçücük devletler oluşturuldu; ancak Kürtler görmezlikten gelindi. Örneğin Körfez bölgesindeki Bahreyn’in yüzölçümü 765 km2, Katar’ın 11,500 km2 ve Kuveyt’in yaklaşık 17,000 km2’dir. Yine küçücük nüfuslarıyla bugün bu ülkeler uluslararası toplumun ve BM’nin saygın üyeleridir. Oysa bırakın bu üçünü; Körfez bölgesindeki toplam on Arap ülkesinin (Katar, Bahreyn ve Kuveyt’e ilâveten, Birleşik Arap Emirliklerini oluşturan diğer yedi ülkenin) yüzölçümleri ve toplam “yerli nüfus”ları, 25 Eylül’de referanduma gidecek Irak Kürdistanı kadar değildir.
Burada özellikle tırnak içine aldığım “yerli nüfus” kavramı önemlidir. Örneğin bugünlerde çokça konuştuğumuz Katar’ın 2,300,000 dolayındaki nüfusundan yaklaşık yüzde 80-85’inin bu ülkeye sonradan çalışmak için gelen ve yerleşen insanlardan oluştuğunu hatırlatalım. Kimileri bu ve benzeri nüfus gruplarından “yerli halkın hizmetkârları” veya hattâ “modern köleler” şeklinde söz etse de, bize göre tamamı alınlarının teriyle ekmeklerini kazanmaya çalışan saygın insanlardır. Yine Birleşik Arap Emirlikleri’nin 1960 yılında 89,608 olan toplam nüfusu 2012’de 9,205,651 kişiydi. Bu ülkelerdeki nüfus artışı sadece 2007’de yüzde 18.90 oranında gerçekleşmiştir.
(2) Irak Kürtleri, Kürt varlığını ortadan kaldırmak amacıyla yürütülen imha ve şiddet politikalarının en acımasızını yaşamak durumunda kaldı. İnkâr ve asimilasyon konusunda diğer Kürtlere nazaran nisbeten şanslı olan Irak Kürtleri, şiddet ve imha politikalarının en acımasızı kabul edilen Halepçe katliamına ve Enfal’e maruz kaldılar.
(3) Irak’ta Kürt meselesinin siyasi çözümü henüz 1970’lerde müzakere masasına yatırıldı ve Irak yönetimi 11 Mart 1970’te Kürtlerle bir otonomi antlaşması imzaladı. Anlaşmanın birinci yıldönümüne üç gün kala Saddam Hüseyin, Kürt liderlerine Kerkük şehrinin yarı yarıya paylaşılması önerisini getirdi. Ancak Mustafa Barzani bu öneriyi geri çevirdi. Kerkük’ün Kürtlere bırakılmasını âdetâ Irak’ın elden çıkarılmasıyla eşdeğer kabul eden Saddam, İran’la imzaladığı Cezayir Antlaşması çerçevesinde Şattülarap üzerindeki taleplerinden vazgeçince İran’ın da Kürtlere olan desteği kesildi. Saddam yönetimi 7 Mart 1975’te Kürtlere karşı topyekûn bir saldırı başlattı. Böylece Kürtler 1975’ten 1991 yılına kadar, Halepçe ve Enfal kırımları dâhil olmak üzere tarihlerinin en kanlı dönemini yaşadılar.
(4) Kürtlerin Kerkük kentinden vazgeçmek istememeleri onlara oldukça pahalıya mal olduysa da, Kürtler asla Kerkük’ten vazgeçmediler. Çünkü daha başlangıçtan itibaren ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık olamayacağının farkındaydılar ve Kerkük, kurtuluş yolunda ekonomik bağımsızlığın güvencesini fazlasıyla sağlıyordu.
(5) 2003 yılında Saddam Hüseyin rejiminin iktidardan düşürülmesinden sonra Irak’ta federal bir sisteme geçildi. Irak Federal Anayasası 2005 yılında onaylandı; ancak Kerkük meselesi yine de çözüme kavuşturulamadı. Irak Anayasasının 140. maddesi Kerkük, Hanekin ve diğer tartışmalı bölgelerin, en geç 31 Aralık 2007’ye kadar nüfus sayımı yapılarak referandumla ya Kürdistan Bölge Hükümeti’ne veya Bağdat’a bağlanmasını şart koşmaktaydı. Bu amaçla yapılması planlanan referandumun tarihi önce en geç 15 Kasım 2007 olarak gösterildi. Ardından, “normalleşme” sürecinin tam anlamıyla sağlanamadığı gerekçesiyle 31 Aralık 2007 tarihine alındı. Ancak bu nihaî limite de iki hafta kadar bir zaman kalmışken, BM Irak Özel Temsilcisi Steffan de Mistura, Kerkük referandumunun altı ay ertelenerek 31 Mayıs 2008 tarihinde yapılması önerisinde bulundu. Böyle bir ertelemenin teknik ve lojistik zorluklar nedeniyle gerekli olduğunu ileri süren BM, anayasa hükmünün gene de yerine getirilmesi amacıyla, Ocak 2008’den itibaren 140. maddenin uygulanması için kurulmuş olan Yüksek Komite ve diğer yetkililerle gerekli çalışmalara başladı.
Bu arada Nuri el-Maliki hükümeti de Ocak 2007’de, 140. maddenin uygulanması amacıyla “Kerkük’ün Durumunu Normalleştirme Komisyonu”nu kurup başına Adalet Bakanı Haşim Abdürrahman el-Şibli’yi atadı. Komisyon Şubat 2007’de, kendi şehirlerine dönecek olan Sünni Araplar için kişi başına 15 bin dolar para yardımında bulunma ve dönecekleri yerlerde arsa tahsis etme kararı aldı. Ancak aynı yılın Mart ayında Komisyon Başkanı Şibli, partisi ile hükümet arasında anlaşmazlık olduğunu ileri sürerek istifa etti. Bu kez Ağustos 2007’de onun yerine diğer bir Sünni Arap olan Raid Fehmi Cahid komisyon başkanı olarak atandı. Aynı yıl 12,600 Arap ailesinin, komisyonun önerileri doğrultusunda Kerkük’ten ayrılmaya hazır olduklarını beyan etmelerine karşın herhangi bir gelişme sağlanamadı ve daha sonra komisyon işlevsiz kaldı. Aslında en başından beri ne Sünni ve ne de Şii liderler, Saddam rejimi döneminde Kerkük’e yerleştirilmiş olan Arapların şehirden ayrılmasına taraftardı. Zaten komisyon da Kürt liderlerin hükümetten çekilme tehdidi üzerine kurulmuştu (bkz Abdullah Kıran, Yeni Bir Ortadoğu ve Kürtler (Nas Yayınları, 2016)).
(6) 2014 yılında IŞİD’in Musul’u almasının ardından Irak ordusu çil yavrusu gibi dağılarak Sünni Arap bölgeleri ve Kerkük’ten çekildi. IŞİD tam Kerkük ve Erbil’i de almak isterken, başta ABD olmak üzere uluslararası güçler Kürt yönetimine silah yardımı sağladı ve Pêşmerge güçleri IŞİD’i kendi topraklarından çıkardı. Bu arada, Irak anayasasının 140. maddesine göre kaderi referandum ile belirlenecek olan Kerkük ve tüm Kürt toprakları da Kürdistan Bölge Yönetiminin eline geçmiş oldu.
(7) 2003 yılından beri Şiilerden oluşan Irak merkezi hükümeti, aşırı mezhepçilik güttü; hem Sünni Araplara hem Kürtlere sinsi bir ayrımcılık uyguladı. Kürt memurların ve Pêşmerge’nin maaşları, Kürtler için ayrılmış yüzde 17’lik bütçeden tahsis edilecekti. Ancak merkezi hükümet bunu hiçbir zaman usulüne uygun bir şekilde yerine getirmek istemedi. Kürt memurlar ve Pêşmerge kimi zaman aylarca, bazen yıllarca maaş alamadı. Merkezi hükümet kasıtlı bir şekilde Kürtleri açlıkla terbiye etmeye kalkıştı.
(8) Irak merkezi hükümetleri hiçbir zaman Kürtleri kendi kimlikleri ve değerleriyle Irak “ulusunun” bir bileşeni olarak görmedi. Kürtler de hiçbir zaman “Iraklı” olamadı ve böyle bir aidiyet hissetmedi. Ayrıca Irak Kürdistanı zaten yıllardır fiilen (de facto) bağımsız. 25 Eylül’de gerçekleşecek referandum, sadece ve sadece bu fiilî (de facto) duruma hukukî (de jure) bir kılıf uyduracak.
Önümüzdeki günlerde de bu konuyu işlemeye devam edeceğim.