Türkiye adım adım Suriye Kürtlerini Beşar Esat rejiminin ve İran’ın kucağına atıyor. Hâlbuki Kürtler ile cellatları durumundaki kanlı bir rejimi işbirliğine zorlamak, ne Suriye meselesinin çözümüne bir katkı sağlıyor, ne de Türkiye’nin çıkarlarına hizmet ediyor. Böyle bir politika ne Türklerin ve ne de Kürtlerin yararına. Daha birkaç ay öncesine kadar Suriye’de konuşulabilecek rasyonel bir aktör diye nitelenen PYD, barış sürecinin bozulması ve PKK’nin de tarihi bir hata yaparak yeniden şiddet ortamına dönmesiyle, Türkiye tarafından IŞİD ile eşdeğer bir örgüt olarak görülmeye başlandı. Son olarak Türkiye’nin 13 Şubat 2016’da PYD güçlerini sınırdan Fırtına toplarıyla vurması ve Türkiye’nin, daha önce kırımızı çizgisi olarak belirlediği hattın ihlâline müsaade etmeyeceği yönündeki vurgusu, Suriye meselesinin yeni bir sürece doğru everilebileceği işaretlerini vermektedir.
Türkiye neden PYD’yi vurdu?
Başbakan Ahmet Davutoğlu, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile yaptığı telefon görüşmesinde şu üç maddenin altını çizdi:
1- Terör örgütü YPG derhal Azez ve çevresinden uzaklaşacak.
2- Koridoru tekrar kırma çabalarında bulunmayacak.
3- Minnak (Minniğ Hava Üssü) Havaalanını, Türkiye’ye veya muhalefete karşı kullanma hevesine kapılmayacak ve o havaalanını derhal boşaltacak.
Türkiye’nin saldırısını değerlendiren Salih Müslim, Türkiye'nin top ateşine tuttuğu hava üssünün, Suriye Demokratik Güçleri tarafından geçen hafta ele geçirilmeden önce El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi’nin kontrolünde olduğunu dile getirip şu soruyu yöneltiyor: “Nusra Cephesi’nin orada kalmasını mı istiyorlar? Yoksa rejimin gelip işgal etmesini mi?”
Son gelişmeler üzerine bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, “Kuzey Halep bölgesinde yaşanan durumdan dolayı kaygı duymaktayız ve tansiyonu düşürmek için bütün taraflarla çalışıyoruz. Suriyeli Kürtlere ve YPG ile bağlantılı diğer güçlere, karışık durumdan istifade ederek yeni bölgeleri ele geçirmeye çalışmamaları çağrısında bulunduk” diyerek, Türkiye’den de bu atışları durdurmasını istedi.
Afrin-Kobani, Kürdün iki yakası
İyi ama Türkiye, başta Ankara katliamı olmak üzere şimdiye kadar yüzlerce insanımızı öldüren IŞİD gibi cani bir örgütün kendi sınırlarında olmasından, devlet kurmasından duyduğu rahatsızlıktan çok daha fazlasını, neden PYD’ye karşı gösteriyor? PYD’nin denetim altından tuttuğu topraklardan şimdiye kadar tek bir kurşun Türkiye’ye atılmadı. Üstelik, Türkiye müdahale etmediği sürece, Suriye Kürtlerinin Türkiye’ye düşmanlık edecek ne gücü, ne de niyeti olamaz.
Dünya âlem biliyor ki Türkiye-Suriye sınırında, 1963 yılındaki demografik tecavüzden önce Kürtler çoğunluktaydı. Yine dünya âlem biliyor ki, Afrin ile Kobani’yi birleştirmek, Suriye Kürtlerinin derin bir özlemi. Gelinen aşamada bunu, geleceğin parçalanmış ve yeniden düzenlenmiş Suriye’sinde “olmak ya da olmamak” gibi görüyorlar. ABD’nin “Kürtler karışık durumdan istifade ederek yeni bölgeleri ele geçirmeye çalışmamaları” şeklindeki uyarısını da, “Kürtler kendi ayakları üzerinde durmamalı, her zaman ve her durumda bana muhtaç olmalı” felsefesinin dışa vurulması gibi anlamaya yatkınlar. Eğer ABD samimi olsaydı, Kürtlerin kendi topraklarını IŞİD ve El Nusra gibi terör örgütlerinden temizlemesine yardımcı olmalıydı. Kürtlere, Rakka ve Musul operasyonlarından uzak durmalarını tavsiye edip, öncelikli olarak kendi coğrafyalarını korumaları gerektiğini söylemeliydi — diye düşünüyorlar.
Kürtler mi, Esat mı tehlikeli?
Salih Müslim’in Minnak Havaalanı’na ilişkin olarak soruduğu şu soruya bakalım: “Nusra Cephesi'nin orada kalmasını mı istiyorlar? Yoksa rejimin gelip işgal etmesini mi?” Diyelim ki Türkiye, El Nusra’yı ve IŞİD’i PYD’den daha tehlikeli görüyor. Peki, Esat rejimi için ne diyeceğiz? Yani Türkiye açıkça Kürtleri Esat rejiminden daha mı tehlikeli görüyor? Eğer öyleyse, Türkiye yarın Esat rejimi ile de anlaşabilecek, ancak Kürtlerin Suriye’de herhangi bir statü elde etmesine tahammül etmeyecek demektir. Hayır, bu yeni bir Türkiye inşa etmek üzere yola çıkmış bir partinin uygulayacağı bir program olamaz. Türkiye Kürt sorunu kamburuyla, asla yenilenemez; Kürt meselesi çözülmeden yeni bir Türkiye ortaya çıkamaz.
Türkiye, PYD’yi daha başından beri Esat yönetiminin işbirlikçisi olarak gördü. Benzer eleştirilerin farklı Kürt siyasi çevreleri tarafından da dile getirildiğini biliyoruz. Doğrusu PYD de Suriye’de geliştirmek istediği üçüncü yolu net olarak ortaya koyamadı ve PKK’den farklı bir yapı olduğuna da, başta Kürtlerin önemli bir kesimi olmak üzere, kimseyi inandıramadı. Yönetim felsefesi bağlamında PKK ve PYD arasındaki ideolojik yakınlık inkâr edilemez; ancak ben neo-Kemalist mayanın, ezici çoğunluğunu Suriye Kürtlerinin oluşturduğu PYD tabanı arasında tutacağına ihtimal vermiyorum. PKK’nin Türkiye’de şiddet ortamına dönmesine karşılık, Türkiye-Suriye sınırının 700 kilometresini denetim altında tutan PYD’nin Türkiye tarafına tek bir kurşun atmamış olmasının açıklamasını, işaret etmiş olduğum ayırımda aramak gerekir. Bununla birlikte, PYD’nin, özellikle kendisinden farklı düşünen Kürtlere karşı demokratik olduğunu da söylemiyorum. PYD Türkmenler, Araplar ve Hıristiyan azınlıklara karşı son derece demokrattır; ancak Kürtlere karşı değildir ve olamadı. PYD’nin Üçüncü Yolu, Anthony Giddens’in Üçüncü Yol değerleriyle buluşabilmiş olsaydı işler daha kolay olurdu. Giddens, Üçüncü Yol değerlerini şöyle özetliyor: “Eşitlik, ihtiyaç sahiplerinin korunması, özerklik bağlamında özgürlük, sorumluluk yoksa hak da yok, demokrasi yoksa otorite de yok, kozmopolit çoğulculuk, felsefi muhafazakârlık.”
Hendekler kadar vahim bir hata
Nasıl ki PKK’nin 7 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye’de şiddete dönmüş olması vahim bir hata ise, Türkiye’nin de Suriye’de PYD’yi Fırtına toplarıyla vurması vahim bir hatadır. Maalesef her iki hatadan bir doğru çıkması da mümkün değil. Kürt halkı, hendek ve barikatlar meselesinde ne kadar PKK politikalarından rahatsız ise, hükümetin Suriye’de, sahadaki realiteyi IŞİD, El Nusra ve Esat lehine değiştirme anlamına gelen bu hamlesinden de o kadar rahatsızdır.
Bu hamle, biraz da Kürtleri PKK hattına itme hamlesidir. Bölgede, hendek ve barikat politikalarına destek verenler sık sık şu argümanı ileri sürerlerdi: “Eğer PKK böyle davranmazsa Türkiye, Suriye Kürtlerine saldıracaktır.” Ben yine de tersinin doğru olduğuna inanıyorum. Ancak durum ne olursa olsun bugün Kürtler, AK Parti’ye oy vermiş olanlar dâhil olmak üzere, Türkiye’nin Suriye Kürtlerini sınırdan obüslerle vurmasından büyük bir rahatsızlık duymakta. PKK’nin hendek ve barikatları, bunca can kaybı ve yüzbinlerce insanın göç etmesine karşılık, Türkiye Kürtleri arasında 6-7 Ekim 2014 infiali gibi vakaların oluşmasını yol açmadı; çünkü Kürt halkı daha ilk günden itibaren bu uygulamaları yanlış buldu ve tasvip etmedi. Ancak bir kimlikten bile mahrum bırakılmış Suriye’deki Kürtlerin durumu çok daha hassas bir meseledir ve daha önce Kobani olaylarında olduğu gibi, bir anda bütün dünyadaki Kürtleri galeyana getirebilme potansiyeline sahiptir.
* * *
Sonuç olarak ben halen Türkiye’yi anlayabilmiş değilim. Benim bildiğim, Türkler ile Kürtlerin arasına sınır çizilemez. Bugün devletleşen Suriye ve Irak Kürtleri, çok kısa bir süre sonra Türkiye ile federal bir yönetim çatısı altında bir araya gelebilirler. Bir sonraki adımda İran Kürtleri de buna katılır. Gelmezlerse bile, Türkler ve Kürtler arasındaki sınırların bir anlamı kalmaz. Ortadoğu’da gerçek bir AB projesini, Türkler ve Kürtler fiilen hayata geçirebilir. Ben şahsen Med İmparatorluğu’nun başkenti Akbatana’nın İran’da değil, Türkler ve Kürtler ’de olmasını tercih ederim. Ancak Kürtler ve Türkler el ele verdiğinde, Ortadoğu’da daha en az yirmi yıl sürecek bir mezhep savaşının dışında kalabilir ve bölgede bir istikrar adası meydana getirebilirler. Dilerim Türkiye’deki devlet aklı, henüz çok geç olmadan, gerçek bir vizyonla hareket eder ve bölgedeki bataklığa sürüklenmez. Umarım Türkiye, Kürtleri Esat’a ve İran’a mecbur etmez.