Lokman…

 

Sevgili Hazreti Lokman, hekimlerin piri, efsanelerin kahramanı, insanların örnek alması gereken…

 

Bütün gün hastanedeydim ve hep sizi düşündüm…Bugünleri göreydiniz, tıbbın ulaştığı düzeye tanık olaydınız ne derdiniz, diye…

 

Tıp yükselirken, alçalan insanlığı görseydiniz hele…Sizin el aldığınız, yaşadığınız diyarlarda savaş var, iman ve insaf yok…Bugün, bombalar altındaki Halep şehrinin çocukları mutlu eden palyaçosunu da öldürdüler…

 

Bu dünyada efsaneler ve şarkılar, çocukları mutlu eden ne varsa, öteleniyor, bombalanıyor.

 

Hazreti Davud döneminin en ulu ve bilge kişisi olduğunuzu biliyoruz.Zaten ilim ve hikmeti de Davud peygamberden öğrenmişsiniz. Babanız Baure imiş, Hazreti Eyyub da ya teyze oğlunuz, ya yeğeninizmiş, rivayet öyle.

 

Habeşi bir köle olduğunuz da söyleniyor, dil ile sınavınızda hikmetli kişi olduğunuzu anlar gibi olmuşlar…

 

Terzi ve marangozluk ilk ustalıklarınız. Ancak size ‘peygamberlik mi istersin, kral olmak mı, hikmet mi?’ dendiğinde bilgiyi yeğlemişsiniz, bu yüzden ilim ve hikmet verilmiş…

 

Kur’ân’da “ Allah’a şükredesiniz diye size hikmeti verildiği’ yazar.

Hikmet, yani doğru bilgi, ilim, dinde derin görüş ve isabetli fikir .

Beytülmakdis yakınlarındaki Remle şehrinde oturduğunuz, gelenlere nasihat edip hikmetli söz söylediğiniz biliniyor, yeryüzündeki bitkilerden derde deva devşirip, hastalara Allah’ın Şafi isminin tecellisine vesile olarak, şifa dağıttığınızı alem biliyor.

 

Çiçeğin, otun dilini bilen, onlardan ilaç yaparak, aleme sunan, dertleri sağaltan, çok düşünüp, az söyleyen…

 

Dünyayı gezip dolaşmış, Çukurova’ya , ovanın bereketine, güzelliğine hayran olup, Misis’e yerleşmişsiniz. Hastalıkların kökünü kazıyınca, ovalılar başlamış ‘ölümün çaresini de bul Lokman,’‘demeye.Bütün ovayı aktar dönder etmişsiniz, dolaşmaktan bitap düşüp, ulu bir çınar altında uykuya dalınca, incecik bir sesle seslenmiş, engin gönüllü, farkolunmayacak kadar kıyı köşede saklı bir çiçek:

‘Ey Lokman, aradığın yetsin artık, ben ölümün ilacıyım.Beni kopar, artık insana da hayvana da ebedi ölüm yok…’Siz kalbiniz çarparak gidip o çiçeği koparıp, defterin arasına koymuşsunuz. Yaradan demiş ki meleğine, ‘yetiş ey Cebrail, Lokman ölümü yeryüzünden silerse, halimiz nice olur?’ Hemen, pir-i fani kılığında koşup varmış, hazreti Cebrail, Misis Havraniye’ye…Baksa ki ne görse, Misis köprüsü üstünde siz…

 

O bayıldığınız Çukurova insanı bundan sonrasını dadıynan duzuynan bir anlatır bir anlatır, pirim.

 

‘Melek Cebrail demişkine ‘Selamünaleyküm ey ben-i Adem’, Allah’ın selamını hemen alıp ‘ve aleykümselam yedi kat göğün kıymetlisi, heyye, böyle demiş.’Ne bildin de’ demiş, melek, sonra da demişkine ‘şu defterine bir bakayım ey Lokman.’ Şıppadanak bilmişsiniz zaten de, karşılıklı söylüyorsunuz işte, üstün bir makamdan…Kimi dedi kine, ‘vermedi Lokman defteri, çünkü niye, bildi başına geleceği, sakındı defterini, çünkü ölüm çaresi içinde…Karşısındakinin ulu kanatları zuhur etti, bir çırptı, kanadın rüzgarından defter Baç Köprüsü’nden uçtu Misis’e…’

 

İlk dinlediğimde inanamamıştım bu yaratıcı gönüllere, arada ilahi, Mevlid’den kısımlar söyleyen de olurdu, renk katsın diye mi, içinin coşkusunu dizginleyemediğinden mi, bilmem?

 

‘Essah mı?’ demeye görün, aynı hızla söylemeyi sürdürür Çukurova’lı, ‘essah kız anam bacım, hazreti pirin yalanı olur mu?Atmış kendini suya, aramış taramış, her ot dibini, her taş altını, yok yok…Yaz gelip sular çekilince ırmak boyunda aramış gene. Sonunda defterin tek sayfasını bir arpa tarlasında bulmuş, işte sonraki bütün ilm-i tıp, o tarladaki tek sayfadan türemiş… O arpa tarlası da tılsımlı bilinmiş, toprağını ısıtıp bebenin karnına sarmışlar, suya ıslayıp, üstte kalanı derde derman eylemişler’ Kimi dedi ki, rahmet indirdi Tanrı, yukardan, köprüyü de götürdü rahmet, sular yükseldi, elinizdeki defterin satırlarını yıkayıp sildi, ölümün çaresini en başta sildi…

 

Su apardı, sel götürdü, ilmin birazını balıklar yedi, birazı çiçeklere otlara gitti, baktı ki Lokman, bir ağacın dalında defterinin tek sayfası, hem kuru kalmış, hem silinmemiş, almış onu, şükretmiş, sonraki bütün tıp bu sayfadan çıkmış işte…İnanacaksın, efsane inanılmazsa küser, sonra da sana hiç mucize kısmet olmaz, inan anam bacım, inan…’

 

Gel de inanma, ben de inandım, hem Çukurova’ya, hem oralıya, hem efsanelere, hem masallara, tılsımlara, mucizelere.Hatta bir hikaye kitabımın adını ‘Mucize Var Mıdır Memed Abla?’ bile koydum. Sizi ama hep merak ettim, var mıydınız sahiden, mucize meraklılarının yakıştırması mıydınız? Ama kutsal kitapta bile yeraldığınıza göre, varlığınız tartışılmasa gerek…

 

Bir hikaye de şöyle, siz hem hekim, hem eczacısınız, dükkanınızda derde derman ilaç var, kapıdan giren hastaya iyi gelecek şişe yerinde kıpırdarmış.Birinde hiçbir ilaç kıpırdamamış, siz de hastalığının dermansız olduğunu söylemek zorunda kalmışsınız. Adam satmış savmış bir tüfek bir avcı köpek alıp çekilmiş bir köşeye, avlanıp, yaylakçılardan süt yoğurt alıp karnını doyuruyormuş.

 

Sonra günlerden bir gün, zehrini süte kusan bir yılanın bıraktığı kaptaki zehirli sütü içince, iyileşmiş, de gelip diklenmiş size, bilmediniz diye. O da demiş ki, ‘sana ala ineğin südünü nasıl bulayıdım, hadi buldum, yılana nasıl içire, nasıl tasa kusturaydım. Derdinin dermanı vardı ama, bulması zordu’…

 

O gün bugün tasla yılanın ecza ve tıp ilminin simgesi oluşu, ondan…

 

Şahmaran’da da siz esas kişisiniz.Lokman olmak Şahmaran’ın söylediklerini tutunca…

 

Halkın giydiği elbiseyi diker ,halkın kullandığı ev âletlerini tahtadan yaparmışsınız.

 

Kısa boylu, yassı ve çökük burunlu, gece gibi kara, kalın dudaklı, enli ve yarık ayaklı imişsiniz. Çok düşünüp, az konuşan, görüşü keskin kişiymişsiniz. Bir defa söyledikten sonra hikmet gereği olmadıkça sözü tekrar etmezmişsiniz.

 

Kötü komşuya deva bulamamışsınız bir tek, ölümün yanısıra…’Kötü komşuya ilaç yok, bir de ölüme’ demişsiniz.

 

Şimdi komşunun kötüsüne bile razı insanlar, komşusuz artık hayat…İnsanlar birbirine kör, sağır, mahalleler bir bir silinip gidiyor…

 

Bu dünyadan öğrendiğiniz şeyler, hani namazda kalbe sahibolmak, konuklukta göze, sofrada eline, toplulukta diline sahibolmak, yapılan kötülüğü unutmak, başkasına yapılan iyiliği unutmak, Allah’ın kudret, kuvvet sahibi olduğu ve ölümün hak olduğu, sizin bu dünyaya verdikleriniz, öğrettikleriniz, kattıklarınızın yanında ne ki?

Güzel ahlakı size öğreten ahlaksızlar, artık dünyanın dümeninde.

 

Uzun yaşamanın beş şartı var, size göre; az taam, az kelam, az selam, az intikam ve çok sabır” …

 

İnsanlar bu zor zamanlarda varsın kısa yaşayalım, ama, insanca yaşayalım der oldu.

 

Efsaneler, mucizeler ise, masal oldu ey Hazreti Lokman…Acıyı bal, zehiri em eyleyen…

 

- Advertisment -