Temsilde adaleti göz ardı eden iki turlu, dar bölgeli seçim sisteminden yararlanarak Milli Meclis’te rahat bir çoğunluk elde eden ve anayasa hukukçularının deyimiyle Fransa’nın son “Süper Cumhurbaşkanı” (Hyper-Président) olan Emmanuel Macron, yarı başkanlık sisteminin kendisine verdiği kimilerince “aşırı” sayılabilecek yetkileri sonuna kadar kullanmaya kararlı görünüyor. Nitekim seçim kampanyası sırasında yinelediği gibi, Sosyalist Parti’nin bölünmesi ve seçimlerde silinmesine yol açan, daha da önemlisi milyonları haftalarca sokaklara döken El Khomri İş Yasası’nı kararname yetkisini kullanarak reforme etmeye hazırlanıyor.
Mevcut 1958 Anayasası’nın 38. maddesi, belirlenen bir tarihe kadar yasalaştırması şartıyla hükümetin programını uygulamak için uygun gördüğü önlemleri kararnamelerle alması için Meclis tarafından yetkilendirilmesine cevaz veriyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından imzalanan kararnameler yayımından itibaren yürürlüğe giriyor ama düzenledikleri hususların yukarıda belirtildiği gibi yetkilendirme yasasında belirlenen tarihe kadar Meclis’ten geçmesi gerekiyor.
Bu bağlamda, Philippe hükümetinin “sosyal yenilenme” için alınacak önlemler konusunda yürütmeyi yetkilendiren yasa tasarısı yarın (28 Haziran) Bakanlar Kurulu’nda görüşülecek. Tasarı daha sonra Meclis’e sunulacak ve en azından La République en Marche’ın (LREM) 350 milletvekilinin oylarıyla benimsenecek. Yetkilendirme yasa tasarısı ve kararnamelerin içeriği kuşkusuz ayrı bir yazı konusu oluşturuyor. Konumuz itibariyle yanıtlanması gereken soru ise şu: Cumhurbaşkanı ve hükümetine, başka bir deyişle yürütmeye tanınan kararname çıkarma yetkisi Meclis’in yani yasamanın devre dışı bırakılması anlamına mı geliyor?
Yanıtı anayasa hukukçuları için açık ama bu soruyu Türkiye’de 16 Nisan referandumuyla benimsenen anayasa değişiklik paketinde yer alan kararname yetkisiyle ilgili hüküm için “Meclis devre dışı bırakılıyor” propagandası yapılmış olduğu için özellikle sordum. Hayır cephesi bir tarafa, bu iddiayı Fransız medyası da sürekli dillendirdiği, hatta linki ilişik “Türklerin adalet elde etmek için uzun yürüyüşü” (La longue Marche des Turcs pour obtenir justice) başlıklı yazıda olduğu gibi Erdoğan’ın anayasa değişikliğinden çok önce ilan edilmiş “otoriter sapması” üzerinden dile getirmeye devam ettiği için bir daha vurgulamak istedim. (http://www.slate.fr/story/147411/turquie-justice-marche)
Fransız medyasının bu konudaki görüşü buysa, İş Yasası’nda kararname yoluyla değişiklikler yapmak isteyen Emmanuel Macron’u ve Philippe hükümetini Meclis’i devre dışı bırakmakla eleştirme hakkımız doğmuyor mu? Sahip olduğu “aşırı” anayasal yetkiler ve İş Yasası gibi milyonları ilgilendiren bir konuyu kararname yolu ile düzenleme arzusu nedeniyle Macron’un otoritarizmden yana, hatta “otoriter sapma” içinde olduğunu söyleyemez miyiz?
Otoritarizm dürtüsü
Macron ile otoriter sıfatını yan yana ilk getirenlerden biri Atlantico’nun kurucularından Jean Sébastien Ferjou oldu. Uzun yıllar LCI televizyonunda ünlü sunucu David Pujadas ile birlikte çalışmış, TF 1’de baş editörlük yapmış olan Ferjou’nun 13 Mayıs’ta yayımladığı yazı şu başlığı taşıyordu: “Otoriter dürtü: La République en Marche…3. İmparatorluğa doğru mu?”. ( http://www.atlantico.fr/decryptage/tentation-autoritaire-republique-en-marche-vers-3e-empire-vincent-tournier-jean-sebastien-ferjou-3047309.html)
Bilindiği gibi, Fransa’da iki İmparatorluk dönemi var. İkinci İmparatorluk 2. Cumhuriyet’in ardından 1852 sonunda Cumhurbaşkanı Louis Napoléon Bonaparte’ın İmparator olmasıyla başlayan ve 1870’e kadar devam eden dönem. Bu dönemde ilki “otoriter”, ikincisi “liberal” İmparatorluk olarak adlandırılan iki alt dönem bulunuyor. Ferjou’nun Macron’un dönemini 3. İmparatorluk (3eme Empire) olarak adlandırması 1852-1860 arasındaki otoriter rejimle ilinti kurmasından kaynaklanıyor.
Ferjou özetle LREM’in siyasi bir partiden çok bir şirket gibi işlev gördüğüne, dolayısıyla Macron’un bir siyasi partiyi değil şirketi yönetir gibi davranacağına ve daha otoriter yeni bir rejime geçmiş olacağına işaret ediyor. Kabul etmek gerekir ki Macron’un kişiliği etrafında oluşan LREM’in iç tartışmalara ve dengelere dayanan bir siyasi parti gibi işlev görmemesi hareketin dinamiğinin tek yanlı olarak, yukarıdan aşağıya doğru işlemesine yol açacak. Bu durumda, LREM’in büyük bir toplumsal çeşitliliği temsil etmesiyle takdire mazhar olan milletvekillerinin aslında komutanlarının emirlerine itaat eden askerler gibi davranmaları kaçınılmaz görünüyor.
Juan Crutzen Mediapart’ta 22 Haziran’da yayımlanan” Emmanuel Macron özgürlüklerin güvencesi mi?” başlıklı analizinde benzeri bir otoriterleşme tehlikesine işaret ediyor. Daha ilk turun ertesinde Marine Le Pen ile ikinci tura kalan Macron’un “geçen yüzyılın popülizmini ve otoritarizmini savunan” rakibi karşısında ülkeyi “faşizm fırtınası karşısında tutunulacak son sandal” ve “özgürlüklerin güvencesi” ilan edildiğini ama bu imajın çok da doğru olmadığını söylüyor. Hareketi En Marche’ın baş harflerinin bile isim ve soyadının baş harfleri olmasının narsisizmini gösterdiğini savunan Crutzen, Macron’a oy verenlerin bir programa değil, ideal Cumhurbaşkanı gördükleri adayın kendisine oy vermiş olduklarına dikkat çekiyor.
Crutzen, Macron’un narsisizmi ve siyasi hırsının yanı sıra, otoriter bir liberalizmin temsilcisi olduğuna inanıyor. Sosyal liberalizmle muhafazakâr liberalizmin Macron sayesinde “otoriter liberalizm” bayrağı altında birleştiğine işaret eden Crutzen, tırnak içindeki kavramı 1987’de Le Monde Diplomatique’te ilk kez ortaya atmış ve tanımlamış olan Jean Paul Jean’a da atıfta bulunuyor.
Analizin son paragrafı son derece iddialı tespitler içeriyor: “Başkan Macron’un söz verdiği gibi temsili demokrasinin çökmesi” siyasi yelpazenin genelde paylaştığı “sistemin yavaşlığı ve hareketsizliğine” ilişkin eleştirilere dayanan içinde bulunduğumuz döneme özgü bir durum. Macron belki de bugün yaşadığımız demokrasinin gerçek imajını yansıtıyor: belki dışarıdan bakıldığında açık ve dinamik; ama ne kadar otoriter, şiddetli ve baskıcı bir karakteri olduğunu keşfetmek için cilayı biraz kazımak gerekiyor.” (https://blogs.mediapart.fr/juan-crutzen/blog/220617/emmanuel-macron-garant-des-libertes).
Aslında Fransız demokrasisinin cilasının iyice kazınması ve altında yatan otoritarizmin afişe edilmesi, öncelikle gerçek demokrasinin yalanlarla doğruların çarpıtıldığı ya da yanlışların cilalandığı çoklu standartlara dayanmayan bir ilkeler bütünü olduğunu vurgulamak açısından önem taşıyor. Neyin demokratik, neyin değil, kimin demokrat, kimin otoriter olduğu hakkında yazan ya da söyleyene değil, ilkelere ve gerçeklere dayalı somut ölçümlere itibar edilmesinin başka yolu bulunmuyor çünkü.