Ana SayfaYazarlarMeşruiyet değil temsil krizi

Meşruiyet değil temsil krizi

 

Eğer 25 Ekim öncesi herhangi birine “Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanları Gültan Kışanak ile Fırat Anlı gözaltına alınacak” şeklinde bir cümle kursaydınız, muhtemelen şu yanıtı alırdınız:

 

“Yer yerinden oynar. Serhildan dalgası kenti kasıp kavurur. Devletin bunu göze alacağını zannetmiyorum.”

 

Ama devlet göze aldı. Yer yerinden de oynamadı. Halk, Kışanak ile Anlı’nın tutuklanmasını derin bir sessizlikle karşıladı. Aradan daha bir hafta geçmemişti ki, devlet daha ileri bir adım attı. Aralarında HDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da bulunduğu on HDP’li milletvekilini tutukladı.

 

PKK-HDP çizgisinin kitleleri harekete geçirebilme potansiyeli göz önüne alındığında, “yine yaprak kıpırdamadı” tesbitini yapabiliriz. Türkiye’nin bazı Batı metropolleri ile Avrupa’daki kimi merkezlerde gösteri ve yürüyüşler düzenlendi. Ancak onlar da kale alınacak yoğunlukta ve kitlesellikte değildi. Büyük tepki, meydanlardan değil ama ABD ve AB’den geldi.

 

Olgunun ehemmiyetini vurgulamak için, durumu bir de şu şekilde kavramlaştırmak istiyorum: Türkiye’nin en politize olmuş bir kentinde “politik irade”yi yansıtan iki ismi tutukluyorsunuz ancak “yaprak kıpırdamıyor.” Canlı yayın eşliğinde Diyarbakır’da 11 milletvekilini yargılıyorsunuz; ne adliye halk ablukasına alınıyor, ne de sokaklarda önüne geçilmeyen kitlesel gösteriler düzenleniyor. 

 

Gelişmeler, bölgedeki toplumsal ve siyasal yaşamın derinliklerinde çok ciddi dip akıntıları oluşmaya başladığını; bu dip akıntılarının gelecekte Kürt siyasetinin karakteri ve doğasına damgasını vurmaya doğru gittiğini gösteriyor.

 

HDP ile kitlesi arasında, meşruiyet değil ama çok ciddi bir temsil krizi var. Bu kriz, partinin kitleleri mobilize edebilme yeteneği ve kapasitesini zayıflatan en önemli faktör.

 

Krizi tetikleyen faktör

 

HDP’de temsil krizi bir anda oluşmadı. Bu olguyu dört faktör tetikledi. Temsil krizinin kapısını aralayan birinci tetikleyici faktör, AK Parti iktidarı ile birlikte Türkiye’nin içine girdiği değişim-dönüşüm süreciydi. Sosyolojik değişim AK Parti’yi doğurmuş, AK Parti de siyasal bir karşılık vererek ülkeyi dönüştürecek bir siyasi program başlatmıştı.

 

Ancak HDP kitlesinin değişimi okuma hali ile HDP siyasal elitinin değişimi okuma hali arasında farklılıklar oluştu. HDP kitlesi değişimi “Türkiye’nin değiştirilmesi, demokratikleştirilmesi” olarak okurken, parti elitleri değişimi daha çok eski Türkiye’nin statüko çevreleri ile aynı perspektiften gördü.

 

93 yıllık cumhuriyetin tarihinde ilk kez statüko alaşağı ediliyor, ama HDP siyasal eliti değişimi statükonun gözlükleri ile okuyordu. HDP seçmeni, bu okumayı kendi zihninde bir yere oturtmakta zorlandı. Baktığı ufuklara, parti yöneticilerinin bakmadığını hissetti. Nitekim 2010 yılına kadar AK Parti’nin Kürt seçmeni ağırlıklı illerde gösterdiği seçim performansı bu hissiyatın en iyi kanıtı oldu.

 

Aynı ufuklara bakmamanın siyaset literatüründeki karşılığı yabancılaşmaydı.

 

Militanca sahiplenmenin doğası değişti

 

HDP’de temsil krizini yaratan ikinci tetikleyici faktör, 6-7 Ekim 2014 olaylarıydı. IŞİD Kobane’ye saldırdı; HDP faturayı Türkiye’ye kesti. Türkiye’nin Kobane’de YPG’ye silâh ve lojistik destek vermesini isteyen HDP, Türkiye’nin IŞİD’i desteklediği yönünde dezenformasyon yaptı, halka “sokağa çıkın” çağrılarında bulundu. Sivillere yönelik, vicdanları yaralayan saldırılar oldu. 52 yurttaş hayatını kaybetti, 682 kişi yaralandı, tam 1,113 bina hasar gördü.

 

6-7 Ekim olayları bölge insanının zihninde derin yara ve sorgulamalar bıraktı. Siyasal gücün tek merkezde tecelli etmesinin, kontrol edilemez bir hegemonya ve istismar yaratacağı ortaya çıktı. Ayrıca, aşırı güç merkezileşmesinin “kendinden olmayanlara yaşam hakkı tanımadığı” yönünde algılar doğurdu. Halk ilk kez “ezilenlerin şiddeti”ne tanıklık etmişti. 

 

6-7 Ekim olayları, HDP’nin kitlesi ile kurduğu ilişkinin doğasında değişiklik yaratmış; HDP kitlesinin partisini militanca sahiplenme duygusunu örselemiş; bu da sorgulama başlatmıştı.

 

Kuşku ve hayal kırıklığı

 

HDP’de temsil krizi yaratan üçüncü tetikleyici faktör, Çözüm Süreci oldu. Çözüm Süreci, HDP ile kitlesi arasında oluşmaya başlayan yabancılaşmaya hayal kırıklığını ekledi. HDP seçmeni, Çözüm Sürecini “en kötü barış her türlü çözümsüzlük ve çatışmadan iyidir” şeklinde okudu. HDP politbürosu ise Çözüm Sürecine Türkiye’nin statükocu çevreleriyle aynı frekanstan dahil oldu. Bu yüzden, daha çok olurun değil olmazın teorisini yaptı. 

 

Bu durum, HDP siyasal elitleri ile Kürt halkının, taleplerin ve isteklerin temsiliyeti konusunda birbirlerine kuşkuyla bakmaları sonucunu doğurdu. HDP’nin halkın güçlü barış arzusuna aynı kararlılıkla destek vermemesi, halkta HDP’nin bir şeyleri değiştirme arzusu ve yaklaşımlarına dair hayal kırıklığı yarattı.

 

Bu kuşku ve hayal kırıklığı halkta, “PKK istediklerini kendisine verecek aktörü beğenmediği için süreci bozdu” algısını doğurdu. 

 

Rasyonel karar alma ehliyeti

 

HDP’de temsil krizi doğuran dördüncü tetikleyici faktör, KCK-HDP çizgisinin algısıyla belirtirsek “öz savunma direnişi”; kamuoyunun algısıyla ifade edersek “hendek siyaseti” oldu. KCK’nin 2015 yılında Sur, Cizre, Nusaybin, Yüksekova, Şırnak, Silopi’de silahlandırdığı gençlik yapılanmasıyla verdiği şehir savaşı, HDP ile kitlesi arasında var olan yabancılaşma, kuşku ve hayal kırıklığına öfkeyi ekledi. Halk, şehir savaşlarının verildiği yerlerde etkili bir siyasi aktör olan HDP’nin halkın zararına olan savaşı sona erdirmeye yönelik bir siyasi irade göstermediğini görünce, HDP’ye sırtını dönmedi ama yüzünü çevirdi.

 

İlk kez tabanda, Kürt kimliğini inşa etmek için siyaset yapan aktörlerin rasyonelliği konusunda duyulan kuşkular yüksek sesle seslendirilir oldu; “acaba Kürt siyaseti rasyonel kararlar alabiliyor mu?” itirazları duyuldu.

 

İlk üç tetikleyici faktör, ağırlıklı olarak HDP kitlesinin zihin yapısında bir farklılaşma doğurmuştu. Hendek siyaseti ile birlikte oluşan dördüncü tetikleyici faktör ise HDP kitlesinde davranış ve tutum  değişikliği yarattı. KCK-HDP çizgisinin Çözüm Sürecinde hazırlığını yaptığı, 2015 yılında hayata geçirdiği “hendek siyaseti”ne halktan arzu ettiği desteğin çıkmaması, tutum ve davranış değişikliğinin en açık örneğiydi.  

 

Popülizm ve kimlik inşası

 

Politik kuramcı, post-Marksist Ernesto Laclau, Popülist Akıl Üzerine isimli kitabında halkın söylemsel üretimini aynı zamanda boşluğun söylemsel üretimi olarak kavramlaştırır. Bu durumda halk, kavramsal matris olarak “boş gösteren” olur.

 

HDP, “boş gösteren”in içine istediklerini atarak halkı hegemonik bir gücün performansı haline getirmek istedi. Ancak heterojen karmaşanın, hareketin hegemonik performansının en temel unsuru olduğunu unuttu. Zira harekete geçirmek aynı zamanda bir temsil sorunudur.

 

Oysa HDP’nin kitlesi ile ilişkisi yanlıştı. HDP kitlesi ile diyalektik ilişkiyi popüler taleplerin heterojen çoğulluğu içinde kavrayamadı. Boşluğun söylemsel üretiminde PKK’nin taleplerini “tek gösteren” olarak kodladı. Bu talebi, farklılıkların içine yerleştirerek bir homojenliğe ulaşmak istedi.

 

Böylece sosyolojik temsiliyetin altın kuralını unuttu: Halkı devingenleştiren, tikellik değil farklılıkların bir araya getirilmesidir. Bu da Laclau’nun ifadesi ile “yok-bütünlük”tür. Yani popüler talepleri birbirine dişleyen boşluğun adıdır.

 

Laclau’nun analizi üzerinden HDP ile kitlesinin ilişkisine bakarsak şunu görürüz: HDP boşluğun söylemsel üretimini, halkı inşa eden bir araç haline getirmek istedi. 

 

Bu araçsallaştırma da halkın HDP’si değil, HDP’nin halkı sonucunu yarattı. O yüzden HDP halkı çeşitliliği, talepleri, gündelik problemleri üzerinden değil, kendi tekilliği, kendi yanılsamaları üzerinden okudu.

 

Sessiz protesto

 

HDP için bir meşruiyet krizinden bahsedemeyiz. Zira oy oranlarında kayda değer bir gerileme olsa da ciddi bir düşüşten söz edemeyiz. Ancak HDP ile kitlesi arasında çok ciddi bir “önceliklerimiz ve gündemlerimiz farklı” ayrışması yaşandığına tanıklık ediyoruz.

 

Bugün ağırlıklı olarak Kürt nüfusun yaşadığı illerde açlık, işsizlik, yoksulluk, okulsuzluk, konutsuzluk gibi gündelik kaygılar, ilk kez kimlik kaygılarının önüne geçmiş bulunuyor.

 

HDP gelişmelere ağırlıklı olarak ulusal perspektiften bakarken, halk gündelik hayat penceresinden bakıyor. Bu da HDP ile kitlesi arasında mesafenin “yabancılaşma, hayal kırıklığı, temsil krizi” yaratarak açılmasına yol açıyor.

 

HDP, Kürt ağırlıklı illerde halkın desteğini alıyor. Ama zihnini okuyamıyor.

 

Peki, Ankara’daki karar vericiler okuyabiliyor mu?

 

- Advertisment -