Ana SayfaYazarlarNegatif ve pozitif aydınlar söylemi üzerine bir not

Negatif ve pozitif aydınlar söylemi üzerine bir not

28 Haziran tarihli İftardan İzlenimler 1 başlıklı yazısında Halil Berktay negatif ve pozitif aydın kavramlarını ortaya atarak şöyle yazdı:

 

Daha oradayken [Başbakanın iftar yemeğinden bahsediliyor – Kİ], dinler, bazen not alır ve düşünürken de hep aklımın gerisindeydi. Negatif aydınlar ve pozitif aydınlar. Negatif aydın olmak çok kolay ve ve ortalık da negatif aydınlardan geçilmiyor zaten. Sol aydınların hemen tamamı, geçmişte ve bugün negatif aydın konumunda. Düzene, kapitalizme veya hakim sınıflara genel karşıtlıkları, hep bir dışında kalma, öteleme, bulaşmama ve sonsuza dek hayır deme tavrına dönüşüyor. Madalyonun diğer yüzünde, olumlu bir şey önerme ve yapılabilmesi için elini taşın altına koyma şansı, umudu kalmıyor. Bütün bu mutlakçı istemezük kültürü, geldi geldi AKP düşmanlığına dayandı. Fakat ne acı. Bu alabildiğine sığ bir pozisyon. Kısırlığa mahkum. Benzer bir toplantıyı başka hangi parti yapabilir? . . . Özetle, negatif aydınları toplar ve negatif taktik sorunları yaparlar [CHP'den bahsediliyor – Kİ]. Oysa bu fikren ve ruhen ölmüş bir intelligentsia. Bir kısım yabancı gözlemciler de (misal: Akın Özçer'in yazdığı Ariel Bonzon) bu daralan ve zayıflayan negatif aydın öbeğini gözlerinde büyütmekle çok yanılıyorlar. Fikri insiyatif o tarafta değil, bu tarafta. Bizler, mesela Serbestiyet yazarları, "hâlâ" AKP'ye destek veren bir "kalıntı" değiliz; asıl, anti-AKP'ciliğe sürüklenen negatif aydınlar, başka söyleyecek başka şeyi olmayan bir kalıntı. Cuma akşamki yemeğe ise pozitif aydınlar damgasını vurdu. Ciddiydiler, derindiler, yeni şeyler düşünüyor ve yeni biçimlerde ifade ediyorlardı. Kendi payıma, gerçekten çok şey öğrendim. . . .

 

Bu yazı sonrasında Oral Çalışlar, 6 Temmuz tarihli Negatif aydınlar başlıklı yazısında Halil Berktay'dan alıntıyla, negatif aydın kavramını açarak yakın tarihimizde pozitif ve negatif aydınların konumlarını inceleyen bir yazı yazdı.

 

Bu iki yazı ve negatif aydın kavramı beni ister istemez bir yıl önceki bir olaya yönlendirdi. 2014 yılının Nisan ayında Halil Berktay ile bir konuşmamız sırasında, Gürbüz Özaltınlı'nın içinde aydınlar konusunun yer almış olduğu bir yazısını daha geniş bir düşünce perspektifine koyabilmek için bundan 31 yıl önce Huricihan İslamoğlu ile beraber çıkarttığımız Toplum ve Bilim dergisi için geliştirdiğimiz negatif ve pozitif söylem ve aydınlar kavramının öneminden bahsetmiştim.

 

Her sayısı için belirli bir konu üzerinde odaklandığımız Toplum ve Bilim dergisinin Kış 1984 Aydınlar özel sayısı ile Güz 1984 Liberalizm özel sayılarında Batı dünyası ve Türkiye'de negatif ve pozitif aydın kavramları ele alınıyordu. Konu hakkında bilgi istemesi üzerine Halil Berktay'a, bir örnek olarak Güz 1984 sayısının editöryel (Bu sayıda . . . başlığı altında geçen) sayfalarından üç sayfayı tarayıp 25 Nisan 2014 tarihli bir e-posta ile yolladım. Bunu bilgisayarında okuyamadığını ifade etmesi üzerine de bu sayfalarda ilgili gördüğüm bölümü elimle yazarak 1 Mayıs 2014 tarihli bir e-posta mesajı olarak tekrar yolladım. Berktay, 1 Mayıs tarihli bir e-posta teşekkür yazısı ile mesajımı aldığını ve konuyu kendi deyimi ile  "senden extended aktarmalarla 2-3 yazı sonra ele alacağım" şeklinde ifade etti.

 

Biraz önce acaba ben mi gözden kaçırmışım diye Halil Berktay'ın 1 Mayıs 2014 tarihi sonrası yazılarına baktım. Gördüğüm kadarı ile konu ele alınmamıştı. Ya konuya ilgisini kaybetmiş ya da benim yolladığım bilgiler yetersiz gelmişti. Toplum ve Bilim erişilmesi olanaksız bir dergi olmadığı için Berktay'ın isterse bu sayılardaki tüm bilgilere erişebileceğini de düşündüm.

 

Ancak yukarda alıntı yaptığım yazısından sevinerek gördüm ki konuya ilgisini kaybetmediği gibi kavram belleğinde bayağı bir yer etmiş ve zamanı gelince de su üstüne çıkmış. Bu durumu sevindirici buluyor ve Toplum ve Bilim dergisine bir referans vermemesini de olası bir unutkanlığına atfediyorum. Ancak bir konuda hayal kırıklığım var. O da bir tarihçi olarak 31 yıl önce Huricihan'la beraber büyük bir emekle işlediğimiz bir konunun hakkını vermeden, Toplum ve Bilim yazılarını dikkatle okumadan, konuyu sığ bir alana hapsetmesi. Bu yazıyı yazmamdaki amaç da kavrama hak ettiği derinliği verebilmek ve bu derinliği Serbestiyet okurlarına kazandırmak.

 

Önce negatif söylem ve negatif aydınlar kavramlarına bir açıklık getireyim. Negatif aydın, sözcüğün tam anlamıyla eleştirel aydın demektir. Eleştiri, hakaret etmek ya da desteksiz bir biçimde itibarsızlaştırmaktan çok farklı bir etkinliktir. Herşeye itiraz eden, huysuz ve yapıcı bir tarafı olmadığı gibi eleştiri yerine geçen sözcüklerinde fazla bir derinlik veya haklılık payı olmayan bir mahluk değil. Böyle bir birey negatif ya da pozitif sıfatını hakketmeyen ve de aslında aydın sıfatını da hak etmeyen, olsa olsa bir aydın karikatürü olabilir. Gerek Berktay gerek Çalışlar'ın yazılarında örnek verilen “negatif aydınlar” böyle karikatürler.

 

Batıda negatif aydın örnekleri : Marx, Foucault, Habermas, Chomsky . . . . Hegel tuhaf bir yere sahip: hem negatif hem de pozitif yönleri olan (Prusya devletine olan kurucu sadakati ile) bir aydın. Keynes, Weber, Einstein farklı yönleri ile pozitif aydın örnekleri.

 

Toplum ve Bilim'in Güz 1984 özel Liberalizm sayısında bir yazısını Türkçeye çevirip bastığımız Enrico Fernando Cardoso, çok öğretici bir negatiften pozitife dönüşen aydın örneği. Cardoso sol eğilimli (Marksist ?) gelişme kuramında “bağımlılık kuramı”nın kurucusu olarak tam bir negatif aydındı. Söz konusu teori Uzak Doğu ülkelerinin (kaplanlarının) karşı-örnek oluşturmasına kadar azgelişmişliği, gelişmişliğin kaçınılmaz ve çıkışı olmayan bir alt ürünü olarak görüyordu. Ancak bu kuramın karşı örnekleri de oluşmaya başladıktan sonra Cardoso akademik yaşantısını bırakıp politikaya atıldı. Brezilya cumhurbaşkanı seçildi ve Brezilya'nın baskıcı askeri rejimler sonrasında demokratik ve olumlu bir yola girmesinde belirleyici bir rol oynadı.        

 

Aşağıda Toplum ve Bilim’in Güz 1984 Liberalizm özel sayısının editöryel yazısında yer alan alıntı negatif ve pozitif söylemlerin farkını şöyle ifade ediyor:

 

                         Negatif söylem, kurmak ve sürdürmek işlevini gören pozitif söylemin yaygın gücü karşısında eleştirel bir konum alma özelliğini aşamazken, hattâ Batı'nın kültür mirasının çok boyutlu görünümüne katkıda bulunurken, Türkiye gibi pozitif söylemin görece güçsüz olduğu ortamlarda kurmak ve sürdürmek işlevinin bütün pratik sorunlarıyla kendini hissettirmesi, ister istemez yapısal olarak muhalif olan söylemlerin etki alanını sınırlıyor. Bu nedenle bilgi verici ve düşünceyi zenginleştirici negatif söylemden siyasal iktidara kolay ya da doğal geçiş yolları yok.

 

Diğer bir deyişle, negatif söylemin siyaset sahnesindeki kapsamında , siyaseti etkileyen tüm kamusal ve özel kurumlar; yani siyasal yönetim, siyasal partiler, yasama ve yargıya ilişkin kurumlar, meslek kuruluşları, üniversiteler, ekonomiyi etkileyen kamu ve özel kurumlar yer alıyor ve negatif söylem bütün bu kurumları ve bu kurumlar ile  toplum arasındaki ilişkileri eleştirme işlevini yükleniyor. Öte yandan, söz konusu kurumları kurmak ve sürdürmek, gerektiğinde reformlar yapıp bu kurumsal yapının temel taşlarını yenilemek ise pozitif söylemin bir parçası.

 

Eğer söz konusu kurumlar belli bir güce erişmişse, yani eleştirilere karşı pratik bir muafiyet kazanmış bir düzeydeyse, bu durum, negatif söylemin anlamını ve değerini artırır.

 

Bir örnek verelim. ABD kapitalizmi  gerek ülke içinde gerekse dünya düzeyinde, çok uluslu şirketleri, diplomatik ilişkileri, askeri gücü, ekonomik ve ticari gücü, teknolojik gücü ve birçok ülke ile yarattığı bağımlılık ilişkileri sonucunda, radikal eleştiriyle, yani negatif söylem ile kolay etkilenmeyecek bir kurumsal bütünlüğe sahiptir. Bu nedenle de bu bütüne yöneltilen ekonomik ve politik eleştiriler, yıkıcı olmaktan çok, ilk bakışta görülemeyen gerçeklerin su üstüne çıkması, değişmez görünen bir yapının farklı açılardan algılanması, ya da sistemin değişime açık yönlerinin görünür kılınabilmesi gibi olumlu işlevler görürler. ABD kapitalizminin güçlü ve varlığını sürdürebilme kapasitesine sahip olduğu düşünülürse, bu eleştirileri evrensel ölçütlerde, nitelikli ve inandırıcı bir biçimde gerçekleştirebilen negatif aydınlar tarihte yerlerini alırlar. ABD ve Avrupa kapitalizmlerini çeşitli yönleri ile eleştirmiş olan Chomsky, Habermas, Foucault gibi düşünürler bu örneğe uygun negatif aydın kapsamında düşünülmelidir.

 

Öte yandan Haiti diktatörlüğünü, ya da Saddam'ın Irak'ını, hatta güçlü görünümlü Kuzey Kore diktatörlüğünü bile eleştirmenin bir negatif aydın için hiçbir düşünsel getirisi yoktur. Bu eleştirilerin sahipleri belki içinde oldukları koşullar nedeni ile  cesaretleri nedeni ile takdir toplayabilirler, hatta Nobel Barış Ödülü bile alabilirler. Ancak eleştirinin nesnesi kaba bir güç ötesinde yaygın ve evrensel nitelikli bir ideolojiye veya kurumsal hegemonyaya sahip olmadığı için eleştirilerin sonuçları da evrensel kültüre fazla bir katkıda bulunmaz.  Olsa olsa takdir toplayan, ancak düşünsel derinliği sığ bir gazetecilik ürünü olur.

 

Bu noktadan hareket ederek bugünkü Türkiye'yi örnek olarak alırsak, özendiğimiz, Marx gibi, Habermas gibi veya Chomsky gibi bir negatif aydın ne yapacaktır?  Ne yapabilir ? Doğru dürüst çalışmayan köhne bir hukuk sisteminin, gelişmişlik düzeyi evrensel kapitalist ölçütlere göre geri kalmış ekonomik kurumların, ya da iyi işlemeyen bir siyasal sistemin ve demokratik kurumların eleştirisinin getirisi nedir?  Böyle bir eleştirinin yukarda sözü edilen düşünürlerin ürettiği düzeyde nitelikli ve evrensel bilgi üretimine bir katkısı olur mu?

 

Kanımca böyle bir eleştiri, evrensel bilgiye bir katkı sağlamasa bile — ki büyük olasılıkla sağlamaz – dikkatle yapılırsa getirisi vardır ve bu getiri çok önemlidir. Sözü edilen hukuksal, siyasal ve ekonomik kurumların istenilen düzeylere eriştirilebilmesi, yani gerekirse yeniden kurulması ve sürdürülmesi, bugünün demokratik rejimlerinde ancak siyasal partilerin girişimleri ve devletin ilgili teknik kadrolarının varlıkları ile gerçekleşebilir. Siyasal partiler de bu hamleyi yapabilmek, yani varolan sistemi anlamak ve dönüştürebilmek için yapıcı-eleştirel bir bakış açısına muhtaçtır. Ancak bunu gerçekleştirecek siyasetçiler, düşünürler ve teknisyenler artık yukardaki anlamda birer negatif aydın değil, nitelikli eleştirileri akıllıca kullanan pozitif aydın olma konumundadırlar.

 

Negatif söylemler ile pozitif söylemler birbirleriyle ilişkisiz düşünce ve eylem alanları olarak algılanmamalı; bilakis birbirlerini etkileyebilen alanlar olarak görülmelidir. Negatif aydınlardan etkilenen pozitif aydın örneklerine tarihte çok sık rastlanır: Rousseau'dan etkilenen bir Napoleon; Marx ve Engels'ten etkilenen bir Lenin ve Mao en bariz örnekleri oluşturuyor.

 

Siyaset dışında , edebiyat, müzik, tiyatro, sinema ve hatta plastik sanatlar gibi sanat alanları negatif aydınların doğal alanıdır. Bunun nedeni sanatsal yaratıcı gücün negatif söylem ve eleştirilerle el ele gitmesinde yatıyor. Öte yandan, bilim ve teknoloji alanları kurma ve sürdürme işlevine çok daha yakın olduğu için, bilim adamları ve teknolojiyi yaratıp uygulayanlar pozitif söylemin doğal sözcüleri olarak görülebilir.

 

Yukarda Türkiye bağlamında dile getirdiğim negatif aydın çıkmazı birçok kalkınmakta olan, hatta gelişmiş ancak dünya politikasında etkisi sınırlı ülkeler için de geçerlidir. Bugünün küreselleşen dünyasında negatif söylemi besleyebilecek sorunlar küresel boyutlarda olmak zorundadır. Bu nedenle ulusal çapta olan aydınların pozitif söyleme ait olması doğal karşılanmalıdır. Böylece de Halil Berktay'dan yazının başında yaptığım alıntının ardında yatan gerçekliği daha iyi kavramış oluyoruz.

 

Son olarak incelenen konuyu, çapı bu yazının içeriğini çok aşan tarihsel bir bağlama oturtmak için, Toplum ve Bilim dergisinin Kış 1984 Aydınlar özel sayısından yaptığım bir alıntı ile bitiriyorum:

 

Eğer egemen liberal kapitalist düzenin doğurduğu ve Aydınlanma Çağının anlayışlarını vurgulayan düşünce bütününü Batı'nın pozitif söylemi olarak adlandırırsak, bu anlayışa Almanya'nın tepkisi olarak doğan ve çoğunlukla idealist felsefelerin yeşerdiği alanı da Batı'nın negatif söylemi olarak tanımlamak yerinde olacaktır. Son ikiyüz yıllık Avrupa tarihinin dramını bu iki söylemin çatışmalarında ve çelişkilerinde görebilmek olanaklıdır . . . Batı'daki egemenliğini 19. yüzyıl boyunca sürdürmüş olan pozitif söylem 20. yüzyılda iki dünya savaşı ile büyük darbeler almışken 1950'ler sonrası, özellikle bilimsel ve teknolojik gelişmeleri arkasına alarak liberal kapitalizmin rakipsiz sözcüsü haline gelmiştir. Son kırk yılda pozitif söylem, kapitalizmin yeni kurumsal yapılarına ve bu yapıların gerektirdiği iş bölümü içinde yer alan ortak anlayışların tümüne egemen olmuştur. Bu güven içinde, negatif söylemin öğelerini kendine bir tehdit olarak görmemekte ve bu öğeleri kendi çoğulcu ve demokratik anlayışının tarihsel örnekleri olarak sunmaktadır. Pozitif söylem, Batı dünyası bir bütün olarak alınırsa, Gramsci anlamında hegemonyacı anlayışın ta kendisidir.

- Advertisment -