Bugünlerde dünyanın birbirinden uzak iki ülkesinde sokak gösterileri ve gösterilere güvenlik güçlerinin sert müdahaleleri var. Can kayıpları da oldu ne yazık ki. Bu ülkelerden biri Ukrayna, diğeri ise Venezuela. Başlıktan görüleceği gibi, bu yazımda efsane Başkan Hugo Chávez’in ölümcül hastalığından bu yana meydana gelen siyasi gelişmelerini aktardığım Venezuela’yı konu alıyorum. Bu seçimimdeki nedenlerin başında Chávez’in 2005’te Dünya Sosyal Forumu’nda sözünü ettiği dünya solunu heyecanlandıran “XXI. yüzyıl sosyalizmi” kavramı yer alıyor. Fikir babası Alman kökenli Meksikalı sosyolog H. Dieterich Steffan ama Chávez hayata geçirdiği Bolivar Devrimi’nin hedefinin “dayanışma, kardeşlik, aşk, özgürlük ve eşitlik” temeline dayandığını söylediği XXI. yüzyıl sosyalizmi olduğunu belirterek, bu kavramı adeta sahiplenmişti. O bakımdan Venezuela’daki siyasi gelişmeler sadece bu ülkenin değil ayrıca söz konusu yeni sosyalizmin geleceğini de ilgilendiriyor ve dünyanın dört bir yanında dikkatle izleniyor doğal olarak.Katılımcı demokrasi gibi liberal demokrasiye özgü bir kavramla zenginleştirilmiş ve bölgesel kalkınmacılık gibi gelişme yolundaki ülkelere uyarlanmış bu sosyalizm, güncelleştirilmiş olsa da özünde Marksizme dayanıyor ve toplumsal asimetriye yol açtığı gerekçesiyle pazar ekonomisini dışlıyor. Dolayısıyla arz ve talep yerine emeğin ürününü (mal veya hizmet) esas alan ve “değerler ekonomisi” olarak adlandırılan antikapitalist bir modele dayanıyor.Yeni sosyalizmin en zayıf halkasını işte tam da bu model oluşturuyor. Çünkü ekonominin kapitalist temelde küreselleştiği bir dünyada bir veya birkaç ülkenin– Venezuela gibi büyük bir petrol üreticisi olsa da- böyle bir ekonomi politikasıyla başarı çizgisini yakalaması kolay değil. O bakımdan Venezuela’da da önünde sonunda patlak verecek ekonomik sıkıntıların faturasının iktidara çıkması ve devrimin iki çıkmaz sokağın eşiğine gelmesi kaçınılmazdı. Bolivar Devrimi, ya Stalin’in tek ülkede sosyalizmi gibi, başta katılımcı demokrasi olmak üzere savunduğu ilkeleri bir yana bırakıp otoriter bir rejime dönüşecek, ya da tarihe ilk defa muhalefete düşmüş bir devrim olarak geçecekti ki, birinci şık adım adım gerçekleşiyor.Efsane başkanla birlikte kaybolan hayaller Kabul etmek gerekir ki küresel ekonominin 2000’li yılların ortalarında yaşadığı balayı dönemi Latin Amerika’da birbirinden farklı ekonomik model izleyen iki sol iktidarın başarılı olmasını sağlamıştı. Brezilya’da Lula da Silva’nın karizmasıyla bütünleşen sınıflar arası muhafazakâr pakta dayalı Lulizm ile yolsuzluklarla mücadele hedefiyle yola koyulan bir başka karizmatik liderin sınıf çatışması temelinde geliştirdiği XXI. yüzyıl sosyalizmi ya da Chavizm.Caracas başta olmak üzere Venezuela’da aybaşından beri devam eden ve geçen hafta üç ölüm olayıyla (sayı beşe yükseldi) dünya medyasında geniş yer bulan protesto gösterileri, devrimin kazanımlarından çok artık iflasından söz etmeyi gerekli kılıyor. Aslında Başkan Chávez’in ölümcül hastalığının baş gösterdiği son döneminden bu yana devrimin çivisinin çıktığını yeri geldikçe vurgulamıştım. Ekonomik alanda faturasını yoksul kesimin ödeyeceği bir krizin ayak seslerinin duyulduğuna, buna karşılık iktidara yakın durduğu için ayrıcalıklar edinmiş bir oligarşinin (boliligarquía) oluştuğuna ve bu kesimin “devrimini sürdürmek”, daha doğrusu iktidarda kalmak için her şeyi göze alacağına dikkat çekmiştim.Aslında iktidarda kalmanın yolu Chávez’in ölümcül hastalığına karşın yeniden seçilmesine bağlıydı. Altı yıllık yeni bir başkanlık dönemi için 2009’da anayasada değişiklik yapılmış ve dördüncü kez aday olması sağlanmıştı. Devrim söz konusu olduğunda iktidara süreklilik kazandırmak esastı: Ardı ardına başkan seçilmenin demokrasiyle bağdaşıp bağdaşmaması ise sadece teferruat. Hem sonra halk Chávez’i seviyordu ve hasta yatağında yatıyor olsa da O’nun adına ülkeyi yönetmek mümkündü. Öyle de oldu ama Chávez beklentilerin aksine hayatta fazla kalamadı. 7 Ekim’de (2012) yapılan seçimleri rahatlıkla kazandı ama dördüncü ameliyatı için gittiği Havana’dan sağlam dönemedi.Chavizmin sendelemesi Hikâyenin devamı malum; Kuba’nın adamı olarak bilinen Nicolás Maduro, Havana’daki tedavisi sırasında Chávez tarafından kendi yerini alacak lider olarak seçildi. Chavizmin en önemli kaleleri olan Anayasa Mahkemesi ve Meclis el birliğiyle daha yemin bile edememiş olan efsane başkanın başkanlığını anayasa hükmüne karşın düşürmeyerek Maduro’ya seçime hazırlanması için yeterince zaman tanıdı. Ancak efsane başkanın yokluğu, O’nu her vesileyle rüyasında ya da yolda yürürken minik bir kuş kılığında gördüğünü söyleyerek dini bütün Hıristiyan seçmenlerden oy toplamaya çalışan Maduro’yu olumsuz yönde etkiledi. Birleşik muhalefetin (MUD) adayı Henrique Capriles karşısında seçimi kıl payı (230 bin oy farkla) kazanabildi. Muhalefetin hile yapıldığı iddiasıyla oyların yeniden sayımı için yaptığı itirazlar kabul görmedi hatırlanacağı gibi.O zaman konuyla ilgili olarak kaleme aldığım yazıda hile yapmış ya da yapmamış olsunlar Chavistlerin bu seçimlerin kaybedeni olduğunu söylemiştim. Bu başarısızlığı Maduro’nun deyimiyle “devrimi radikalize ederek”, muhalif hareketi sindirerek ve dünyaya meydan okuyarak tersine çevirmenin mümkün olmadığını eklemiştim.Venezuela o zamandan bu yana sadece ekonomik alanda kırdığı enflasyon rekoruyla (yüzde 56) değil aynı zamanda siyasi alanda benimsenen anti-demokratik kararlarla da gündemdeydi. Başkan Maduro enflasyon artışına kızarak yüksek fiyatla mal satanlara karşı savaş açmıştı. Ardından döviz sıkıntısı nedeniyle yapılamayan kâğıt ithalatı muhalif gazeteleri yayınlarını durdurma noktasına kadar getirmişti.Geçen çarşamba (12 Şubat), öğrencilerin tutuklu öğrencilere özgürlük ve ifade özgürlüğü talebiyle Caracas’ta sokağa dökülmesi üzerine hiddetlenen Maduro, hükümetini devirmek üzere “faşist darbe” hazırlığı yapanlar olduğu iddia etti. Oysa daha bir hafta önce, 4 Şubat’ta, Chavistler 1992’de seçilmiş Carlos Andrés Pérez hükümetine karşı yapılan başarısız darbe girişimini tencere, tava çalarak kutlamışlardı. Bunun üzerine eski milletvekili (Venezuela’nın tek Musevi seçilmişiydi) Paulina Gamus, El Pais’te “Darbeden kaygılanan darbeciler” başlıklı bir yazı kaleme alarak bu çelişkiyi ortaya koymuştu.Derin devlet kimin elinde?Yazımın başlığını Miguel Angel Bastenier’den ödünç aldım. El Pais’te yayımlanan köşe yazısı aynen bu başlığı taşıyor. Bastenier yazısında derin devletin tanımını yaptıktan sonra Chavist Venezuela’da da bir derin devlet olduğunu söylüyor. Belki iktidarla ilintisi kurulacak kadar zaman geçmediği için muhalefeti darbeci olmakla suçlayan Başkan Maduro tarafından sahiplenilmediğini ama 14 yıllık iktidar döneminde Chavistlerin 120 bin gönüllüden oluşan silahlı bir militan ordusu bulunduğunu anımsatıyor. Ayrıca mahallelerde devriye gezen aşırı görüşlü militan çeteleri (colectivos) bulunduğuna işaret ediyor.Bu militan çetelerine rejimin güvencesini oluşturan güçlü Silahlı Kuvvetler’i (bolivarianas) eklemek gerekir doğal olarak. Sadece güvenlikte değil, ekonomide de güçlü. Venezuela Silahlı Kuvvetleri’nin iki bankası var. Biri Bancofanb, diğeri de inşaat sektöründe faaliyet gösteren Contrufanb. Başkan Maduro, iktidarda olduğu 11 ay içinde toplam 400 askeri, sivil hayatta faaliyet gösteren kurumların başına getirmiş. 11 bakanı ve 10 bakan yardımcısı da asker kökenli ayrıca. Bize bir dönemimizi hatırlatıyor. Görüldüğü gibi asker-sivil ilişkilerinin çarpıklığı sadece faşist rejimlere özgü değil. Konuya nereden bakıldığına bağlı; sağ ideolojiler gibi devrimcilik de iktidarda kalmanın bir yoluysa bütün kavramlar birbirine karışıyor elbette.Bastenier yazısında Chavizmi darbeyle iktidardan edebilecek tek gücün ordu olduğu sonucuna varıyor. Maduro’nun muhalefeti organize etmekle suçladığı ve hakkında tutuklama kararı çıkarttığı (ve önceki günkü gösterilerde teslim olan) Halkın İradesi’nin (Voluntad Popular) Harward mezunu lideri Leopoldo Lopez değil darbeci olan elbette. Ne de başkanlık seçiminde Maduro’nun karşısına siyasi rakip olarak çıkan muhalefetin adayı Henrique Capriles.Chavizme karşı darbe yapabilecek tek güç şimdi rejimin güvencesi olan Silahlı Kuvvetler. Miami’den yayın yapan El Nuevo Herald, geçen ekim ayında 11’i general ve amiral olmak üzere 45 emekli subayın darbe çağrısını boşuna yayımlamıştı. Bildiride iktidarda kalmak için ülkeyi ve kaynaklarını Kuba rejimine sattıkları öne sürülen Chavistlere karşı yapılacak askeri darbenin gerçek bir darbe sayılmayacağı, zira anayasanın Silahlı Kuvvetler’e böyle bir yetki verdiği iddia olunuyor.Görünen o ki Maduro’nun derin devleti güçlü ve ordunun güvencesi altında. Muhalefetle mücadelesinde olsun, ABD’ye karşı üç diplomatın “persona non grata” ilan edilmesiyle girdiği son bilek güreşinde olsun Mercosur’daki ortaklarının desteğine sahip. Ancak Bolivar Devrimi’nin ekonomik ve siyasi geleceğinin parlak olmadığına kuşku yok.
- Advertisment -
Önceki İçerik