Genç bir kadın, güzel Türkçesiyle hasta yatağından konuşuyor:
Yaralı olduğunu söylediği halde askerin sivillere ateş etmeyi sürdürdüğünü, ikinci ateşte ayağının parçalandığını anlatıyor.
‘Ne olacak’ diyor, ‘ülkem için bir bacak…Ne önemi var?’
Olmayıversin, dercesine, yüzünde en ufak bir pişmanlık yok, içtenlikle, darbeye direndiği için vakur, kısacık konuşuyor, ama, söyledikleri hafızamızdan uzun yıllar silinmeyecek.
Oklavayla F.16 kovalayan teyzeleri saymıyorum.
Meydanda , oturdukları yerde uyuyakalmış, elinde dürülü bükülü bayrağıyla yaşlı bir amca ve teyze, meydan nöbetinde fotoğraflanmışlar.
İki kere tank tarafından ezilen genç adamı da saymıyorum.
Tankın paleti altına yatan, darbeye karşı durmak için ölmeye giderken, kendisini köprüye götüren motorluya cebindeki para, az sonra, direnişte ölünce kendine gerekmeyeceğinden, benzin parası diye vermek isteyen tıbbiyeliyi de öyle…
Askere ‘yapma’ diyen, uyaran, yalvaran vatandaşlar arasındaki genç adamın dirseğinin açılan yaylım ateşle dağıldığını, ‘alt tarafı bir kol’ bile demediğini…
Yanlarındaki gençleri, evlatlarını korumak için onların üstüne kapanıp yaralanıp ölenleri de saymıyorum…
Askerin tüfeğine yapışmış, burun buruna kafa tutan, ona ne yaptığını soran adamı da…
Gencecik oğluyla birlikte şehid edilen erkekleri, aynı aileden birlikte şehit olan ikiz polisleri, yerle bir edilen özel harekat kurumunu,orada topluca öldürülen özel harekatçı polisleri, bombalanan meclisi, nasılsa bütün yönleriyle yazılacak bu utanç gecesinin hepbirlikte tanık olduğumuz, olmaz olayıdık keşke, nice yanını…Birer birer sayılacak, yazılacak, ama, şimdilik saymazdan geliyorum…
Ev haliyle sokağa fırlamış teyzenin, ‘babam Menderes’e ağladı, ben Özal için ağladım, oğlum Erdoğan için ağlamayacak’ diye bağırmasını da…
Vatandaşın bazısının halkın tümünü hakir görüp, oylarının aynı değer taşıdığına kahrolup, yüzlerindeki hakir, aşağılayan bakış satırlarına da aynen sinmiş şekilde, ‘siz bu halkın demokrasiyi bildiğini, anladığını, savunduğunu mu sanıyorsunuz sahi?’ diyebildiğini…Keşke bunu deme cür’eti ve akılsızlığını gösteren hanımefendi de bu halk kadar bilseydi, demokrasiyi ve kıymetini…
Köprüde, Ankara ve Istanbul’un kritik noktalarında yığılan insanların askere akıl verip, uyarıp, yalvarıp ‘durun’ , ‘iyi düşünün’, ‘yapmayın’ diyenlere, yaylım ateş açıldığını…
O hengamede köprü üstünde bir taksi içinde dünyaya geliveren Reyhan bebeği…
Her darbede, milletçe idrak ettiğimiz tüm muhtıralarda ve darbe hükmündeki işlerde, tam ve buçuk kalkışımlarda, bir tam bir bölü üçlük, dört dörtlük, çeyrek kalkışım ve marifetlerde toplumsal hafızamıza silinmez iz bırakan haller, sözler oldu, bir gün sosyolojik tez’i yazılır diye umuyoruz.
Bu kez sözün hükümsüz olduğu bir darbe ile yüz yüzeyiz, görüntü çağında görselliği yüksek, o yüzden daha kahredici ve silinmez izler geliyor ekranlara…
Bunlar daha ne ki, günler geçtikçe inanılmaz hikayeler, sözler, sesler serilecek önümüze.
Bir reklam sloganı diyor ya hani, tüketim yerine tasarrufu geçirme amacıyla, ‘Çok güzel, ama…Olmasa da olur’. Tıpkı onun gibi.
Anmasak, yazmasak, hatırlatmasak da olur.
Ama böyle düşünen, böyle direnen, böyle vakur ve oylarına, seçimine, kimileri onları insan ve demokrat saymasa da, rejimine sahip bu onurlu halk, olmazsa olmaz…
Onlara rağmen darbe marbe olmaz, olamaz…