PKK gibi doğaları gereği eylemi siyasetin önüne koyan örgütlerin, bu özellikleriyle apaçık irrasyonel tercihlere yönelebileceklerine dair onca yazı yazmış olsam da, Vahap Coşkun’un Serbestiyet’teki son yazısında PKK cenahından aktardığı son haberleri okurken gözlerime inanamadım.
Şaşkınlığım, daha yazının başlığını ve ona eşlik eden fotoğrafı görür görmez başladı. Başlık (“Yeni bir felâket dâvetiyesi”) ve Serbestiyet’in yazı için seçtiği fotoğraf (2015’teki hendek savaşlarından bir enstantane), PKK’nın bu türden yeni bir “halk savaşı”nı dillendirmeye başladığını imâ ediyordu. Yine de yazıyı, “o kadar da değildir” duygusuyla okumaya başladım. Ne var ki Coşkun’un ilk iki paragrafta PKK cenahından aktardığı haberler başlığın ve fotoğrafın imâ ettiği şeyi doğrular nitelikteydi:
“(…) Hatip Dicle’ye göre yapılması gereken, devrimci bir halk savaşı vermekti. Halk örgütlendirilmeli, sokak hazırlanmalı ve halk gerektiğinde silah kullanacak bir atak yapmalıydı.
“Diğer açıklamanın sahibi ise Bahoz Erdal’dı. (…) Erdal’a göre, gerillanın gerçek tarzı kendini 2020 yılında gösterecekti ve ‘2020 baharında AKP iktidarına ölümcül darbeyi vurmayı’ hedefleyeceklerdi.”
Kitleler sadece çok istisnai durumlarda militanlaşır
Hatırlayacaksınız, PKK liderleri 2015’teki “halk savaşı” öncesinde ve sırasında da Kürt halkına benzer hedefler göstermişler, fakat umduklarını bulamamışlardı. Bunu anlamak için ille de o felaketin içinden geçmeleri gerekmiyordu, fakat o felaketin içinden bir kez geçtikten sonra bu tarzda konuşmaya devam etmelerini anlayabilmek hakikaten çok zor.
2015 tecrübesi sırasında kaleme aldığım “Bugünün sorusu: PKK Kürt halkını militanlaştırabilecek mi?” başlıklı yazımda, Kürtlerin, PKK’nın “halk savaşı” çağrısına icabet etmeyeceklerini savunmuş, bunu da “militan”ın duygusuyla -militanı sevse de- sıradan insanın duygusu arasındaki farklara işaret ederek temellendirmeye çalışmıştım.
Mesela “daha iyi bir dünya”ya inanmış, bu uğurda belirli bir “bilinç” eşiğini aşmış ve inancı uğruna ölümü dahi göze almış “militan-direnişçi”lerle, yıkılacak olanın yerini “daha iyi bir dünya”nın alacağına henüz onlar kadar inanmamış halk arasındaki gerilimden söz etmiştim:
“Direnişçi ile onun uğruna mücadele ettiğine inandığı kitleler arasındaki ilişki gerilimli bir ilişkidir. Kitleler, hiçbir zaman direnişçinin arzu ettiği kıvama gelmez. Çünkü onlar, içinde bulundukları durumdan hoşnut olmasalar da, onu yıkma hususunda bir direnişçinin sahip olduğu azme sahip değildirler. Sebebi açık: Çünkü onların düşüncesi ve duygusu bir direnişçininki kadar kristalize olmamıştır. ‘Eski’nin iyi olmadığı hususunda net olsalar da, onun yerine önerilen ‘yeni’ hususunda henüz net değillerdir. Kaldı ki, o kıvama gelenler dahi gündelik hayatla olan sıkı bağları (aile, çocuklar, başka sorumluluklar vb.) nedeniyle kolay kolay bir direnişçi haline dönüşmezler.”
Yani PKK-KCK önderliğinin anlamadığı, anlamak istemediği şey, dünyadaki bütün militanca mücadele içinde olanların anlamadığı, anlamak istemediği şeyle aynıydı: Kitleler sadece çok istisnai durumlarda militanlaşır.
PKK da devlet de Kürtlerden “daha fazlasını” istiyor
Kürt halkı bugün, kendisine yapılan haksızlıkların, hukuksuzlukların, zalimliklerin farkında olan; fakat bunları ortadan kaldırmak için kendisine önerilen şiddete dayalı mücadele metodunu reddetmesi nedeniyle savaşan tarafların arasında bunalmış bir öznedir.
Devlet, sokaktaki Kürdün salt PKK ile; PKK ise sokaktaki Kürdün salt devletle problemi olduğu yanlış kabulüyle nöbetleşe olarak Kürtlerden “daha fazlasını” istiyorlar. Daha fazlasını isteme hakkının kimde olduğunu, belirli bir anda Kürtlerin kimden daha fazla şikâyetçi olduğu keyfiyeti belirliyor.
Türkiye Kürtleri, kimliklerine saygı duyulan bir ülkenin eşit ve onurlu vatandaşları olarak yaşamak dışında bir emellerinin bulunmadığını her kritik aşamada kanıtladı. Fakat Devlet ve PKK kendisini avantajlı, karşı tarafı zayıf gördüğü her kritik aşamada Kürt halkının “karşı taraf”ı cezalandırmasını, hatta ondan kopmasını talep etti. Bu tavır her zaman “daha fazlasını” isteyen tarafa karşı bir tepkiye yol açtı.
Mesela devlet, PKK’nın 2015’teki hendek kazma çağrısına tepki duyan Kürt halkının bu duygusunu, ertesi yıldan itibaren seçilmiş Kürt siyasetçilerin dokunulmazlıklarını kaldırarak, sonra da seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım atayarak istismar etti. Böyle yaptı ve Kürtlerin bunu sindirmesini talep etti.
Tabii ki bu talep karşılık bulmadı ve Kürtler, iradelerini böyle pervasızca çiğneyen devlete karşı büyük bir tepki biriktirdi. İşte şimdi de PKK, Kürtlerin devlete karşı biriktirdiği bu haklı tepkiyi bahane ederek onu yeni bir maceraya çağırıyor. Yani bu defa da PKK sokaktaki Kürtlerden “daha fazlasını” istiyor.
Bu örnekler sadece şu son dört-beş yılın hikâyesini özetliyor. Yoksa, Güneydoğu’daki kırk yıllık çatışmalı tarih, Kürtlerin, kendilerinden “daha fazlasını” isteyen devlete ve PKK’ya karşı kırgınlıklarının, kızgınlıklarının, öfkelerinin tarihi olarak da okunabilir.
Anlaşılan “daha fazlasını” isteme sırası PKK’ya gelmiş bulunuyor.
Böyle böyle ne oluyor biliyor musunuz? Kürtler devletten de PKK’dan da uzaklaşıyorlar.
Kimbilir, belki de çözüm bu sürecin tamama ermesinde yani iki yanlıştan bir doğrunun çıkamayacağının anlaşılmasındadır.