İktidarın alternatifi Altılı Masa’nın ilk buluşması, 28 Şubat postmodern darbesine bir gönderme olarak, bu tarihte toplanmıştı. Oysa altılı masanın mevcut siyaset yapma şeklinin ancak askeri vesayetin varlığında başarıya ulaşabileceği kanaatindeyim. Neden mi?
İzah edeyim:
Maslow’un ihtiyaçlar piramidi hepimizin malumu. En temelde fizyolojik ihtiyaçlar ve güvenlik ihtiyacı bulunur. Ancak altılı masanın siyasetini merkeze oturttuğu demokrasi, kendini ifade etme, özgürlükler, yaşam tarzı gibi talepler ancak güvenlik hissi sağlandıktan sonra gündeme gelir.
Evde fizyolojik ihtiyaçları sağlama, barınma ihtiyacını giderme, gıda güvenliğini sağlama ve en önemlisi fiziksel güvenliği temin etme fonksiyonu geleneksel olarak “babanın” sorumluluğundadır. Baba vasidir. Türkiye’de baba algısı otoriterdir. Baba özgürlükleri kısıtlar ancak bununla beraber tehlikelerle dolu olan dış dünyaya karşı da korur.
Türkiye’de cumhuriyeti kuran Ata-Türk’ün varisi, baba rolünü üstlenen kurumu TSK’dır. Halk baba olarak askeriyeyi görür, askeriye de bu baba rolünü üstlenir. Daha doğrusu üstlenirdi.
Ancak 15 Temmuz’dan sonra askeriyenin siyaset üzerindeki vesayeti tamamen kalkmış görünüyor. En azından toplum tarafından kabul edilen algı bu yönde…
Peki şimdi bu koruyucu, otoriter baba rolünü kim üstlenmekte? Cevap basit; Başta Erdoğan, Bahçeli, Akar ve Fidan isimleri. (Şerh düşeyim; Akar isminin üstlendiği rol, askeri vesayet anlamına gelmiyor. Akar gidince TSK’nın hali ne olacaktır, kafalar karışık.) Ancak bir gerçeği de görmemiz gerekiyor; toplumun tamamı değil, ancak yarısı tarafından bu isimler ve iktidarları koruyucu kabul edilmekte.
Toplumun geri kalan kısmı ise şu anda sahipsiz ve babasız kalmış hissediyor. Ata-Türk figürüne böylesine yeniden sarılınması tesadüf değil. Zira baba rolünü üstlenen iktidar, toplumun en az yarısına üvey evlat muamelesi yapıyor. En çok da 2021 yazında yaşanan orman yangınlarında, Ege’de bu durum hissedildi. Halkın askere, jandarmaya yalvarır gözlerle bakışına canlı şahit oldum. Zaten sahipsiz kaldığını hisseden de bu güvensizlik duygusuna dayanamayıp ülkeyi terk ediyor, etmeye çalışıyor.
Ancak aynı iktidar toplumun geri kalan yarısının baba ihtiyacını karşılama konusunda halen başarılı. Dövüyor, sövüyor, biraz bencil, şatafatı seviyor, ama güvenlik sağlayan baba imajını korumaya devam ediyor. Hem “dış güçlerden” koruyor, hem “iç hainlerden” koruyor.
Dünyada barış rüzgarları esiyor olsa, dünyada ekonomik genişleme yaşansa, sınırlar kalkmakta olsa belki baba ihtiyacı azalacak ve Erdoğan iktidarından kopuşlar hızlanacak. Ancak küresel konjonktür durumun tam tersi yönde ilerliyor.
Burnumuzun dibinde yaşanan Rusya-Ukrayna savaşı güvenlik kaygısını iyice pekiştirdi. Özellikle Türkiye gibi işgal travmasının nesilden nesile aktarıldığı ülkelerde pederşahi liderlere meyledilmesi sürpriz bir sonuç değil. Üstüne üstlük önümüzdeki dönemde Avrupa’nın kışı soğukta ve elektriksiz geçirme tehlikesi yaşıyor olması da kaygıyı arttıran bir diğer faktör. Küresel ekonomik kriz kapıda, göç problemi büyümüş ve savaş kapımıza dayanmış durumda. Bu koşullarda iktidar seçmeninin kendini koruyan babayı terk etmesi ne kadar mümkün? Hele de karşısında ikame, kapsayıcı bir baba figürü yokken.
İşte burada da Altılı Masa’nın güvenlik hissi yaratma noktasında yetersizliği iyice alenileşiyor. Altılı Masa demokrasi vadediyor, özgürlük vadediyor ama güvenlik vadedemiyor. Hali hazırda Erdoğan’dan nefret eden kitle haricinde kalan kitleyi cezbedemiyor. Altılı Masa’ya yönelen kitle de masaya güvendikleri için değil, Erdoğan’dan nefret ettikleri için yöneliyor.
Sedat Peker’in popülaritesi de bu eksen üzerine izah edilebilir. Askerin vesayetinin olmadığı, Erdoğan’ın sahiplenmediği kitlenin “koruyucu meleği” rolünü Sedat Peker üstleniyor. “Tüm muktedirlere posta koyacak cesarette bir yiğit” olarak çıkıyor meydana! Kendini sahipsiz hisseden kitle de peşinde… Ve maalesef Peker, Altılı Masa’nın toplamından daha fazla güven veriyor kitlelere.
Yazının başına dönersek, şu anda askeri vesayet devam ediyor olsa Altılı Masa’nın işi çok daha kolay olacaktı. Savaş çıkarsa bizi kim koruyacak, ekonomik kriz yaşanırsa asayişi kim sağlayacak, deprem olursa ülkeyi kim bir arada tutacak gibi soruların cevabı asker olur; demokrasiye ve sivil siyasete de, vesayet gölgesi altında olsa da alan açılırdı.
Ama iyi ki askeri vesayet yok! Bu demokrasimiz için önemli bir olgunlaşma fırsatı. Öte yandan hayal kurmaya da gerek yok: demokratik güvenlik kurumları bir anda, akşamdan sabaha kurulmayacak. Toplumun baba ve devlet algısı bir anda değişmeyecek. Ara bir geçiş dönemine ihtiyaç duyacağız.
Bu geçiş dönemindeki kilit grup ise, sevsek de, sevmesek de Kürtler. Zira her iki tarafta da Kürtlerin kapsanma, devlet tarafından sahip çıkılma arzu ve talepleri görmezden geliniyor. Oysa Kürtleri de vatandaş olarak kapsayacak bir siyaset, ülkenin sıkıştığı kafesten çıkışı olabilir. Kürtleri kapsayacak kadar demokratik bir siyaset şemsiyesi, ülkenin tamamını kapsama yetisine sahip olacaktır.
Peki altılı masa güven duygusunu nasıl verecek?
Yukarıda da belirttiğim gibi öncelikle kapsayıcı bir baba gibi geniş bir söyleme sahip olacak. Kürdü, Müslümanı, Ermeniyi, Kemalisti dışarıda bırakmayacak. Ama daha önemlisi, yetkin olduğunu gösterecek. Halkta bu güven hissinin tesis edilebilmesi için de Altılı Masanın, “siyasi kliklerin kapalı kapılar arkasında siyasi ganimet bölüşümü yaptığı yer” imajından kurtulması hayati önem arz ediyor. Keza aynı klikler tarafından bir kurtarıcı lider parlatma yöntemi de tüketildi! Karşılıklı kliklerin bir öteki siyasi kliğin lider namzedini iktidardan beter yıpratacağı da iyice aşikar oldu.
Şu anda Altılı Masa’ya ve muhalefete gereken yöntem “açıklık, şeffaflık ve dürüstlük”. Bunun sağlanabilmesi için de müstakbel iktidarda sadece liderin değil, milli savunma bakanının da kim olacağını halka bildirmeleri gerekiyor. Dahası, dışişleri bakanı kim olacak? İçişleri bakanı kim olacak? Ekonomiden sorumlu bakan kim olacak? MİT müsteşarı kim olacak? Yani topluma güvenlik hissini verecek isimler kimler olacak? Bu isimler açık ve şeffaf şekilde halka sunulmalı.
Ve halka güven verebilmek için kritik husus şu ki; bu isimler “kim yüzde kaç oy alır” türünden pazarlıklar sonucunda oluşmamalı! Liyakati ana söylemi yapan muhalif liderler, gerçekten liyakate değer verdiklerini halka ispatlayabilmeli. Gerçekten halka güven veren, liyakate dayalı bir ekip kurulup halka tanıtılmalı. Ve bu ekibin kriz anında dahi bir arada çalışabileceği gösterilmeli. Bir çeşit Birinci Meclis gibi.
Aksi takdirde Erdoğan ve iktidarın finalde güvenlik krizi ve beka sorununu seçimin teması haline getirip bu seçimleri kazanması işten bile değil. Bu ekonomik koşullara rağmen mi diyenleri duyuyorum… Evet, bu ekonomik koşullara rağmen!
Tekrar söyleyeyim, güvenlik hissinin önemini Türkiye gibi patriarkal devlet algısı olan ve bunu kuşaklarca devreden işgal travması aktif bir ülkede yadsımak büyük bir hata olacaktır. Muhalefet şu anda bu büyük hatayı yapıyor. Özellikle de tüm güvenlik argümanını, devredilen işgal travmasını tetikleyen ABD, İngiltere ve NATO’nun güvenlik tezleri üzerine kurup, halka sunmak; TSK vesayetinin varolmadığı gerçeğini yadsımak ve de 90’ların koalisyon hükümetleri gibi siyaset yapmak çok büyük hata. Burada siyasetten değil, direkt iletişimden bahsediyorum. Yoksa NATO gerçekten güvenlik üretiyor mu, üretmiyor mu tartışmasına girmiyorum.
Son söz olarak şunu hatırlatayım; bu seçimde halkın da, ülkenin de hata kaldıracak takati yok! Seçim sabahı insanlar bakkala gidip gidemeyeceğinden şüphe duyuyorken, elbette Sedat Peker’e kurtarıcı gözüyle bakmaya meyilli olurlar. Altılı masa liderleri bu seçimi kazanmak istiyorlarsa, insanların fiziki ve ekonomik güvenlik taleplerini ivedi şekilde gündemlerinin merkezine almaları gerekiyor.
Bu yazının amacı da bu mesajı iletebilmek. Umarım işe yarar.