Geçen hafta sonu Sivil Dayanışma Platformu’nun (SDP) Bilecik, Eskişehir ve Kütahya’da düzenlediği anayasa değişikliği paketi bilgilendirme ve değerlendirme toplantılarına katıldım. Sivil toplum temsil temsilcileri ve halkla ayrı, ayrı düzenlenen toplantıların amacı öncelikle anayasa paketinin içeriğiyle ilgili doğru bilgi aktarmak, katılımcıların bu konudaki görüşlerini dinlemek ve bize yönelttikleri birçoğu ne yazık ki bu konuda yapılan dezenformasyondan kaynaklanan soruları yanıtlamaktı.
Coğrafi olarak birbirlerine komşu olan bu üç kentin Türkiye genelini temsil ettiğini söylemek elbette mümkün değil. Ama Bilecik, Eskişehir ve Kütahya, genel seçim sonuçlarının da gösterdiği gibi siyaset sosyolojisi açısından birbirlerinden oldukça farklı. Başka bir deyişle bu kentlerde çeşitli siyasi eğilimler farklı ağırlıklarda bulunuyor. Bu farklılık anayasa değişikliği paketine yaklaşımlara olduğu kadar toplantılara katılıma da yansıyordu. Örneğin AK Parti’nin açık ara çoğunlukta olduğu, ardından MHP’nin geldiği Kütahya’da toplantı salonunu dolduran çok sayıdaki katılımcının anayasa değişikliğini benimsemiş olduğunu gözlemledim.
Buna karşılık toplumsal bir bölünmenin yaşandığı Eskişehir’de toplantıya katılımın nispeten düşük kalması bir yana, farklı siyasi eğilimlerin pek ilgi duymadığını gördüm. Oysa bana göre anayasa değişikliğine olumsuz bakan kesimin de en azından paketi önerenlerin ne söylediğini ilk ağızdan dinlemesi gerekirdi.
Bu bağlamda Bilecik olumlu bir örnek oluşturdu. CHP’nin ve MHP’deki muhalif kesiminin etkili olduğu bu kentte özellikle sivil toplum temsilcileriyle düzenlenen toplantıda farklı siyasi eğilimlerden katılımcılar da vardı. Görüşlerini dile getirme fırsatı buldular ve tartışmanın daha da zenginleşmesine katkı yaptılar. Bilecik’te ayrıca halka açık bilgilendirme toplantısında Şeyh Edebali Kongre salonu kapasitesi üzerinde bir doluluk oranına ulaştı. Bilecik’te böyle bir uzlaşı havasının oluşmasını toplantıları organize edenlerin başarısına mı bağlamak gerekir, bu ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konu kuşkusuz.
Neden hayır değil?
SDP heyetinin toplantılarda katılımcılara verdiği temel mesaj, referandumda “evet” ya da “hayır” oyu kullanmanın bireysel bir temel hak olduğuydu. Başka bir deyişle bu sadece benim bugüne kadar savunduğum değil, ayrıca heyette yer alan herkesin paylaştığı bir ilke. Bu hususun altını çizmemin nedeni sadece Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcısı ve eski CHP Milletvekili Umut Oran’ın medyaya yansıyan “AKP evet’i savunamıyor, Hayır’a ‘hayır’ propagandası yapıyor” sözlerinin doğru olmadığını ortaya koymak değil. Bunu aynı zamanda üç ilde düzenlenen toplantılarda AK Partili seçmenin büyük çoğunluğunun da dile getirmiş olduğunu vurgulamak.
Kabul etmek gerekir ki bireysel bir temel hakka saygı gösterilmesi, tercihlerin birinden yana propaganda yapamamak anlamına gelmiyor. Nitekim Kültür Bakan Yardımcısı Profesör Hüseyin Yayman toplantılarda karşı görüşte olanları karalamadan “evet” propagandası yaptı. Heyette yer alan akademisyen (Türkçeye Fransızca académicien sözcüğünden girdiği için ben İngilizce academic’e tercih ediyorum) ve gazeteciler öncelikle önem atfettiğim “neden hayır değil” pozisyonunu savundular.
Neden hayır değil ‘in demokratik bir temeli var aslında. O da siyasi partilerin toplumsal bir sözleşme olan anayasayı evrensel demokrasiye uygun şekilde değiştirme ya da yeniden yapma haklarının bulunduğu gerçeği. AK Parti ve MHP, mevcut anayasanın aradığı beşte üçlük (330 milletvekili) çoğunluğa ulaşarak 16 Nisan’da oylayacağımız bu anayasa değişikliği paketini önümüze koymuş bulunuyor. Söz konusu üç ilde de kimse tarafından dile getirilmeyen “rejim değişikliği” palavrasıyla AK Parti ve MHP’nin bu anayasa değişikliği paketini, kabul eder veya etmez, toplumun onayına sunma hakkını ortadan kaldırmak mümkün değil.
Bu bağlamda CHP’nin paketi Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) götürmemesi olumlu bir adım. Öncelikle kendisi için; çünkü bu konuda mahkeme kararından bağımsız olarak vurgulanması gereken husus, paketin salt AYM’ye götürülmesinin, siyasi partilerin söz konusu demokratik haklarının yok sayılması anlamına gelecek ve CHP’den yakın geçmişe kadar duyduğumuz anti-demokratik “kurucu irade” söylemini hortlatacak olmasıydı. Anayasa bir toplumsal sözleşme olduğuna göre, kurucu irade toplum ve demokratik olarak seçtiği siyasi partilerdir elbette.
Toplantılarda dile getirilen görüş ya da eleştirilere gelince, birçoğunun CHP’nin geliştirdiği yanlış bilgilendirmeden kaynaklandığını gözlemledim. Rejim değişikliği hakkında, inandırıcı olmadığı için olsa gerek, hiçbir görüş dile getirilmedi ama özellikle konunun özüyle ilgisi bulunmayan “neden 600 milletvekili” ve “neden 18 yaş” sorularına sıkça muhatap olduk. Ayrıca en ciddi eleştiri olarak değerlendirdiğim “milletvekillerinin Cumhurbaşkanı tarafından (eğer Genel Başkan olursa) belirlenmesinin erkler ayrılığına aykırı olacağı” görüşü de dile getirildi. Bu ayrıca yapılması gereken yasa (SPK) değişikliklerinin konusuydu ve bir önceki yazımda altını çizdiğim gibi not alınmasında yarar var kuşkusuz.
Pakete yönelik diğer eleştiriler, yukarıda belirttiğim gibi, sistemin federalleşmeyi beraberinde getireceği, daha aşırı ifadesiyle ülkenin bölünmesine yol açacağı, Cumhurbaşkanı’na Meclis’i “keyfine göre” feshetme, pakette yer almamasına karşın, Anayasa Mahkemesi’nin bütün üyelerini atama hakkı tanındığı gibi dezenformasyondan kaynaklanıyor. Çoğunu CHP’nin medyaya yansıyan “Cevabı olmayan 13 Soru” broşüründe buldum. Aslında toplantılarımızda yaptığımız gibi, bu soruları yanıtlamak da içerdiği iddiaları çürütmek de çok kolay. Hayır kampanyasını halkı cahil yerine koyarak bu gibi yanlış bilgi ve iddialar üzerinden yürütmesi halinde, CHP’nin kemik seçmeni dışında itibar görmemesi ve bir kez daha hüsrana uğraması yüksek bir olasılık. Bunlar benim sahadan ilk kişisel gözlem ve izlenimlerim doğal olarak.