Ana SayfaYazarlarSaldırılar Hollande ve Erdoğan’ın hatası mı?

Saldırılar Hollande ve Erdoğan’ın hatası mı?

13 Kasım 2015… Kör terör eylemleri Paris’i vurduğunda, ana akım medya, resmi beyanları esas alarak, 19 farklı uyruktan 130’dan fazla masum insanın canlı bombalarla rastgele hedef alınarak katledilmesinde terör örgütü Daesh’in sorumluluğunu ortaya koymuştu Ama olayın faturasını Cumhurbaşkanı François Hollande ve hükümetine çıkaranlar da olmuştu.

 

Guillaume Borel, Arrêt sur İnfo dijital gazetesinde, 14 Kasım 2015 tarihinde yayımlanan konuyla ilgili değerlendirmesinde, Bataclan Konser Salonu’ndaki katliamdan kurtulan görgü tanıklarının, canlı bombaların “bu, Hollande’ın, Başkanınız’ın hatası, Suriye’ye müdahale etmemeliydi” diye bağırdıklarını duyduklarını aktardıktan sonra, Fransa’nın bu ülkeye yönelik dış politikasını eleştiriyor.

 

Borel yazısında, Hollande’ın 2014 Ağustosunda Le Monde’da yayımlanan açıklamasında, Fransa’nın 2012’den bu yana “ılımlı” denilen muhaliflere yardım ettiğini şöyle dile getirdiğini hatırlatıyor: “demokratik espriye sahip tek güç olan bu muhaliflere verdiğimiz desteği bırakmamak durumundayız”. Fransa’nın ılımlı muhaliflere, AB ambargosunu çiğneyerek, dış istihbarat Genel Müdürlüğü DGSE (Direction Générale de la Sécurité Extérieure) aracılığıyla ağır silahlar ve mühimmat verdiğini belirten Guillaume Borel, bu yardımın muhaliflere eğitim ve operasyonel desteği de kapsadığını vurguluyor. Bu bağlamda, 2012’de 13 Fransız subay ve askerinin Suriye ordusu tarafından yakalandığını anımsatıyor.

 

Borel devamla, Beşar Esat’ın “çeşitli vesilelerle yinelediği” gibi, arazide ılımlı muhaliflerin olmadığını savunuyor. Aynı yıl Amerikan askeri istihbarat birimi DİA’nın yayımladığı rapora atıfla, ılımlı muhaliflere yapılan yardımların Daesh’e gittiğini ve DİA direktörü General Flynn’ın ABD önderliğindeki uluslararası koalisyonun Daesh’e dolaylı yardımlarının bilinçli bir tercih olduğunu söylediğini belirtiyor. Borel, buradan hareketle “ABD, Türkiye ve İsrail’in cihatçı gruplarla işbirliği yaptığı”, uluslararası koalisyonda yer alan Fransa’nın da bu işbirliğinin bir parçası olduğu sonucuna varıyor.

 

Borel özet olarak, Cumhurbaşkanı Hollande ve hükümetinin dolaylı olarak beslediği bir terör örgütünün “bumerang” gibi şimdi dönüp Fransa’yı vurduğunu söylüyor. “Yanlış dış politika” ve “Fransız istihbarat ve güvenlik servislerinin beceriksizliği” yazarın yinelediği argümanlar olarak öne çıkıyor. “Fransa Esat rejimini mi desteklemeliydi” sorusu aklımıza takılıyor ama Borel bu soruyu açık biçimde yanıtlıyor: “bugün Fransa Hollande’ın dediği gibi savaşta ise, bu savaşı Suriye’yi kaosa gömen (…)  hükümetin beceriksizlikleri ve Fransız politikasının kriminel tutarsızlıklarına borçlu.”        

İstanbul saldırısının sorumlusu kim?

 

12 Ocak 2016… Suriye uyruklu Daesh mensubu bir canlı bomba Sultanahmet’te çoğu Alman uyruklu turistleri rastgele hedef alan bir kör terör eylemi gerçekleştiriyor. Paris eylemlerine benzeyen yönleri var; eş zamanlı başka terör eylemlerinin vuku bulmaması tek telafi edici tarafı belki de. Daesh, bu eylemle dışarıdan görüldüğü kadarıyla, öncelikle Türkiye’yi ve Türk turizmini hedef alıyor.

 

Başbakan Davutoğlu, konuyla ilgili son açıklamasında, “saldırıda Daesh bağlantısının ortaya çıktığını” belirtiyor ve şu hususu ekliyor:“ Daesh bir taşeron (…) bu örgütü birileri kullanma amacı ile çalışmalar yapıyor. Örgütü kullanan kimse onu (ortaya) çıkarma çabası içindeyiz.” Bu aşamada, elimizde istihbarat olmadan başka olasılıklar üzerinde durmak anlamsız. Ama Paris saldırılarıyla görünürde bir benzerlik olduğu için, Fransız medyasının İstanbul’daki kör terör eylemini nasıl gördüğüne bakmakta yarar var.

 

Le Monde’da İstanbul temsilcisi Marie Jégo, işin içine yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sokan bir başlık kullanmış. “ İstanbul suikastı: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muğlaklıklarına karşı eleştiriler” başlıklı yazısına, “Ankara’nın Musul Başkonsolosluğu’nda görevli 46 memur ve diplomatının serbest bırakılması için İslam Devleti (Daesh) ile el altından müzakere ettiği dönemin artık kapandığını” söyleyerek başlıyor. Böylece hükümetin terör örgütüyle ilişkileri olduğu algısını güçlendirmek için, araya “ Ankara’nın yalanlamasına karşın, aralarında yabancıların da bulunduğu cezaevlerindeki 180 cihatçıyı rehinelere karşılık serbest bıraktığı” iddiasını sıkıştırma imkânı buluyor.

 

Jégo, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı gönül rahatlığıyla eleştirmek için yazısında hoşgörü olmasa bile gevşeklik anlamına gelen “laxisme” alt başlığını açmış. Burada Türkiye’nin uluslararası koalisyona katıldığı geçen Ağustostan bu yana bazı terör eylemlerine maruz kaldığını, hedef olarak hep “Kürt yanlısı Sol militanların” seçildiğini ama bu defaki hedefin turistlerin uğrak yeri Sultanahmet olduğunu vurguluyor.

 

Jégo, Erdoğan’ın şimdi “Cihatçılar Enternasyonali” karşısında gösterdiği “gevşeklik” nedeniyle, (kuşkusuz biraz abartarak) “eleştiri ateşi” altında kaldığını yazıyor. Çünkü bu cihatçıların ülkenin çeşitli kentlerinde lojistik merkezleri ve militanları olduğunu ve her an Sultanahmet’tekine benzer terör eylemleri düzenleyebileceklerini öne sürüyor.

 

Yazısını sonlandırmadan hükümetin “Selefi gruplarla” ilişkilerine dönen Marie Jégo, konuyu araştıran medyanın merakını pahalıya ödediğini belirtiyor; Cumhuriyet gazetesi yazarlarının bu nedenle tutuklu olduklarının altını çiziyor.

 

Le Figaro ve Le Parisien gibi gazetelerde yer bulmasa da, Türkiye- Daesh ilişkisi Fransız medyasında sadece Le Monde tarafından işlenen bir konu değil. Başta AFP olmak üzere haber ajanslarında da bu konu yer alıyor. Örneğin AFP’nin konuyla ilgili haberi, “İstanbul suikastı: Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanlış hesapları” başlığını ve Ozan Köse imzasını taşıyor. Bu yazıda da “Daesh’ in cihatçılarının” Türkiye’nin hoşgörüsünden yararlandığı iddiası, “kabul edilen bir gerçek” olarak yer alıyor.

 

Samim Akgönül, L’Express’te yayınlanan söyleşisinde,  Türkiye’nin, içinde Daesh’in de yer aldığını öne sürdüğü Suriyeli ılımlı muhalefeti destekleyerek tuzağa düştüğünü belirtiyor.  Akgönül’e göre, “Esat’ı devirerek bölgesel güç olmak isteyen Türkiye gözü kör biçimde ılımlı muhalefeti destekledi” ama buradan sadece Daesh sağ salim çıktı. Bu yaklaşım Borel’in Hollande ve hükümetine yönelttiği suçlamayla da örtüşüyor. Buna göre, Suriye’de diktatör Esat’a karşı ılımlı muhalefete destek veren iki devlet adamı Hollande ve Erdoğan, koalisyon ortaklarıyla birlikte Daesh’e dolaylı yardım etmiş oluyorlar.

 

İlginçtir ki gerek Fransa, gerek Türkiye’nin Suriye politikaları kendi muhalefetleri tarafından bu nedenle kıyasıya eleştiriliyor. Fransa ile ilgili sorunun yanıtını Borel verdiğine göre,  doğru dış politikanın Suriye’de Esat rejimini desteklemek olduğu sonucuna varmak mümkün. Bu saptamadan hareketle şu soruyu sormamız gerekiyor: Fransa ve Türkiye Esat’ı destekliyor olsalardı, Daesh diye bir terör örgütü ortaya çıkmaz mıydı?

 

Erdoğan ve Türkiye, uluslararası ana akım medyada sanki Esat’a karşı politika izleyen tek siyasetçi ve ülke gibi gösteriliyorsa da, Borel ’in yazısında altını çizdiği hususlar doğruysa, ABD’nin başını çektiği uluslararası koalisyonun politikasının temel hedefi de aynı görünüyor. Dolayısıyla sadece Türkiye ve Fransa’nın Esat rejiminden yana politika izlemesi uluslararası koalisyon var oldukça durumu değiştirmez, Daesh yine öne sürülen koşullarda ortaya çıkmış olurdu. Peki, o zaman, Daesh doğru dış politika izledikleri halde Türkiye ve Fransa’yı vurmaz mıydı?

 

Daesh, Esat rejiminin eseri bir terör örgütü değilse, Paris’i de, İstanbul’u da yine vururdu.  Peki, ama o zaman bu saldırıların faturası neden Erdoğan ve Hollande’ın yanlış olduğu öne sürülen Suriye politikalarına çıkarılıyor?           

  

 

- Advertisment -