Biz Osmanlı’dan kalan son vatan Anadolu’da, sizi tarih kitaplarından tanımaya çalışanlarız.
Bugün miladi 5 Ağustos, 2017, Hicri, 13 Zilkade 1438, günlerden Yevmus-Sebt, cumartesi oluyor.
1634 yılında bugün zat’ınız, yani padişahımız içki yasağı ilan ederek meyhaneleri yıktırmışsınız.
Keyf vericiler şişede durduğu gibi durmuyor, mâlum, en iyi zat’ınız bilir bunu.Bazı Avrupa tarihçileri bazı geceler kendinizden geçecek kerte serhoş olduğunuzdan, akşam yemeği sonrası verdiğiniz idam emirlerinin infaz edilmemesini tembih ettiğinizi söyler. İnsanlık da tarih boyu alkolü ve öteki keyf vericileri yasaklamaktan yana oldu. Bu konuda ilk kayıtlar Çin’deki Xia Hanedânına kadar gidiyor.Bizde, döneminizin büyük yangınından sonra yasaklanmış olsa da ne bizimkiler, ne insanlık uslanmıyor.
Vallahi hiç aklımda yoktu, bu Pazar mektupları hem nöbetim, hem tutkum, hem zorlu işim oldu, ben kulunuz pek keyf alıyorum, ancak milletiniz ve ümmetiniz bir acaip, kalkıp koğ yapsam, tuhaf sözler etsem on paylaşım, yüz kınama, beş yüz küfr, nadiren beğenme olur, velakin anlama ve katkıda bulunma nakıslarda seyreder.Neylersiniz, âlem artık başka âlem, insanlık ve dünyamız da tuhaf ötesi hallerde.Bugün bir hısımımın, subay olan bir diğer hısımımı ziyareti sırasında, kapıda görevli askerin, komutanı görmeye gelenin Vasfi Murad olan adını , telefonda dalgınlıkla, V.Murad diye yazılı belgeden ‘kom’tanım, akrabanız beşinci Murad bey yanınıza gelmek istiyor’ şeklinde okuduğuna gülerken, meyhanelerin yıkım günü olduğuna da gönderme yaparak beşinci yerine dördüncü Murad hazretlerine yazmaya niyetlendim, cahilliğime verile ve hoşgörüle.
Bu hakir, haddini aşarak Evliya çalışmakta, dostunuz Evliya’yı.
24 yaşındadır Evliya Çelebi, karşılaştığınızda, der ki, bize dönüp, yani tarihe dönüp de der ki, ‘Kendileri burçtan doğan güneş gibi haremin kapısında belirdi, her yanım titriyordu, ancak çok şükür o an hatırıma onu öğen birkaç beyt geldi de, söyledim…Babası Derviş Mehmed Zilliyle sefere katılmış, Erivan nasıl alındı, görmüştür. Kılıcınızı taşıyan ve yakın arkadaşınız olan Melek Ahmed Paşa, seferden sonra Evliya’nın görüşmesinde aracı olur ve 1635 yılı Kadir gecesi, Ayasofya’da müezzinlik yapmakta olan Evliya’nın Kur’an-ı Kerim okumasını pek beğenirsiniz. Dayısını yollatıp,locanıza çağırıyorsunuz, cemaat önünde başına altın bir tac takılıp huzura çıkarılıyor.Aynı günün akş amı buyruğunuzla, himmetinizdeki içoğlanların kıyafeti giydirilip, has odaya girdiğinde, burçta n doğan güneş misali harem kapısında belirdiğinizi o anlatıyor. Sizin hem hafızanızla hem bedence son derece güçlü, atletik yapılı olduğunuzu da o söylüyor. ‘Bir gün saadetle ve ter içinde harem hamamından hasodaya çıktığında cümleye selam verip, “Şimdi bir hamam faslı eyledim,” dedi, cümle, “Sıhhat afiyet olsun,” diye karş ılık verdi. Hakir (ben) ise, Hünkârım, pak olup nur olmuşsunuz,bugün artık yağlanıp güreş etmeyin zira içeride (haremde) salavatsız güreşip kuvvetten düşmüşsünüzdür.’ dedim. “Ya kuvvetim kalmamış mıdır, gör şimdi,” deyip bu hakiri (beni) kemerinden kavrayarak sıbyan fırlağı gibi başı üzerinde fır-a-fır çevirip devran ettirmeye başladı. “Bre hünkârım, bu duacını sakın koyuverip düşürme!” diye haykırdım, o ise, “Kendini pek tut,” diye karşılık verdi. “Be-meded hünkâr, hemen Allah tuta yoksa iş işten geçti,” diye feryat ettim. O yine beni gürz gibi çevirmeye devam etti. Sonunda, “Bre hünkârım, dönmekten gönlüm bulandı, kusacağım geldi,” deyince gülmekten bitap ve mecalsiz kalıp hakiri yere indirdi ve kırk sekiz altın ihsan eyledi.’Niye elli altın değil de kırk sekiz, onu anlamış değilim?
.Kösem Sultan valideniz, sizin sabah çıkıp gece dönmenizden endişeli, hem sizi göremediğinden hem de soğuklarda dışarıda kalırsanız hastalanacağınızdan…
’Çocuğumun’, diyor,’ çilesini çekmek beni mahvediyor. Buyurunuz, sultan ana, padişa h oğlunu nasıl merak ediyor… Oğlum sabah çıkıp gece dönüyor, onu hiç göremiyorum. Böyle soğuklarda dışarıda kalırsa yine hasta olacak… Çocuğumun çilesini çekmek beni mahvediyor. Fırsatını bulunca onunla konuşun. Kendine dikkat etmesi gerekiyor. Elimden hiçbir şey gelmiyor, beni dinlemiyor. Hasta yatağından yeni kalktı, bu soğukta dışarıda dolaşıyor. Bütün bunlar bende rahat huzur bırakmadı’ ,
12.yaşınızda tahta çıkıp, tahta çıkışın ertesi günü Eyüp Sultan’da Şeyh Aziz Mahmud Hüdayi elinden kılıç kuşanıp, cülûsun 5.günü de sünnet olduğunuzu biliyoruz. Ve üstün bir yönetici olduğunuzu,
1631 yılında düşen bir yıldırım neredeyse canınıza mal olacakmış, öyle korkmuşsunuz, bir süreliğine şarap içmeye tövbe etmişsiniz.
İnsanları devlete başkaldırmaya sevk ettikleri gerekçesiyle İstanbul’daki tüm kahvehaneleri kapatıp, tütün ve afyon içilmesini yasaklamışsınız.Bir yıl sonra da meyhaneler kapatılarak içkiye yasak getirilmiş. Ama sonra bir ferman çıkararak Müslümanlar için de geçerli olmak üzere alkol satışını ve tüketimini serbest kılmışsınız.Bu İslam tarihinde görülmedik bir uygulama…
Bekri Mustafa bir yorgancı, ama hem hafız hem Beyazıt medresesinde okumuş, asıl adı Mustafa olan , zeki, nüktedan, hoşsohbet biri. Siz onu nedimeleriniz arasına almışsınız. Agop’un meyhanesinde şarabın ilmini de alan Bekri sizi, siz kendiniz içmekle yetinmeyip müftüleri ve kazaskerleri de içmeye zorlayınca, herkesin şarap satmasına ve içmesine izin veren bir ferman çıkarttığınız söylenir. Îflah olmaz bir şarap âşığı sınız,ama tütün ve afyondan ölesine nefret ediyorsunuz. Bunları yasaklamakla kalmayıp, yutan, satan ya da içen pek çok kişinin öldürülmesi emrini veriyorsunuz. Bekri Mustafa’nın aşırı alkolden ölmesi, sizi yasa boğmuş, sarayda yas ilan etmiş,
Bekri’yi ise görkemli bir törenle bir meyhanedeki fıçıların arasına gömdürmüşsünüz.
Sonradan, bu merete bağımlılığın devlet için ne büyük tehlike olduğunu anlayarak, 1634’te , tam da bugün işte o gün, alkol satışını ve tüketimini yasaklayarak imparatorluğun bütün meyhanelerini kapattırmışsınız… Rycaut , 1640 yılı Şubat ayında Emirgûne’yle içkili bir ziyafetteyken fenalaştığınızı yazar, erken yaşta ölürsünüz.Belki Nikris, belki siroz yüzünden…
Sultanlara yaraşmayan bir ölüm, gençken, onca güçlü, kültürlüyken, Makyavel’in Prens’ini bile çevirtip okumuşken, imparatorluk için daha neler yapabilecekken ve belki daha dengeli içebilecekken…
Memleket bugün sıcaktan tütüyor, içmeden serhoş, herkes. Hem de ayın on dördü, mehtab bile bir puslu peçenin ardında sanki…
Bulunduğunuz âlemde Kevser şarabı sunuyor olmalı melaikeler size. Yakışmaz mı sultanım?Bizi hiç sormayınız, tiryakisi içkinin pahalılığından yakınıyor, uyanığı merdivenaltı imalata girişiyor, pervasızı bunları beş kuruşa alıp içip, ölüyor. Aşıklar için değişen bir şey yok, onlar su içse mest…
Acaba Vasfi Murad’ı ‘beşinci Murad’ diye okuyan genç, aşık mıydı? Yoksa destiyi kırdıran mıydı?
Siz birinci elden tanığısınız, hani bir gün gene içki denetimine çıkmışsınız da, Balıkpazarı kaçak meyhanelerinin birinde Bekri’yi kıstırmışsınız…O da şarap desticiğini arkasına gizlemiş.
‘Uzat elini’, demişsiniz, bir elini uzatıp destiyi öbür elinde, arkasında saklamış,’ ötekini uzat’ deyince, gene aynını yapmış, ‘iki elini birden uzat’ demişsiniz, gülerek, duvara dayanıp, destiyi sırtıyla duvar arasına gizlemiş.’ Öne gel, öyle uzat ellerini’ buyurunca, dayanamamış,’oynama Murad, desdiyi kırdıracaksın’ deyivermiş…
Destiyi kıranla dolduranın bir olduğu bir âlemden, varsılla yoksulun denk olduğu âleminize selam ile, rahmet ile…