Ana SayfaYazarlarSayın Ecevit,

Sayın Ecevit,

 

Gençliğimizde sevgili derdik, sizden için.Gençliğin çoğu sevgisi gibi bunda da yanılmışız.

Hoş, sonrasında mirasınızı devralanlar ata hatırına bile olsa, sevilesi değil.

 

Büyük bir kader seçimi arefesindeyiz…Siz olsanız endişeyle ve ciddiyetle kasılmış bir yüzle yeralırdınız, sizinkiler çalmadan oynuyor, misal ben bu yazıyı yazarken bir aday ‘aşkla/tutkuyla/sevdayla’ diyerek başlıyor vaadlere, aşk sırıtıyor.

 

‘Bu düzen değişmeli’ dediniz, ‘toprak işleyenin, su kullananın’ dediniz’ birinciye  yazıldınız…

 

Ay , adam hâlâ ‘ aşk’ diyor, öyle programlamışlar, aşktan içim kalktı, aşkın böylesinden, ticarisinden, siyasi olanından, kürsüden savrulup, kurgulanmışından…Yap bi vaad abicim, aşk’sız olsun, sade olsun, hakikisinden olsun…

 

Sonra miğfer takılmış mücahit haliniz mahalle kahvelerinin duvarını süsledi. Miğfer hem size hem Erbakan’a giydirildi, öyle oldu ki, adanın tamamının alınmasından dem vurmaya başlandı…

 

 Kıbrıs’a yalnız Türkler için değil, Rumlara da barış getirmek için çıkmıştınız, biz hâlâ  içinden çıkamadık, 34 yıl oldu.

 

Köy-Kent hayalinizi düşünmeden edemiyor insan, sahi o neydi?Kime sorsam farklı söylüyor ,  ‘köye opera binası yapacaklar’ diyen bile var, sahi o neydi? Köyler mi kentlileşecekti, kentler mi köylüleşecekti?Amaç neydi, unuttuk, demek hatırlanacak çapta değilmiş… Ama, kentlerin köylüleşmesi için çabalamaya ve modele gerek kalmadı, toptan köylüleştik, ilginçtir, köylüleşmenin başını kentlileşemeyen, okumadan fikir sahibi olan ve kırk yıl önceki halinden milim ilerlemeyen kentliler çekti.

 

Siz ne güzel iki başınıza yaşardınız, seçim ve yurt gezilerinden üreticinin soğanını patatesini yüklenip gelir, dostlara dağıtır, üretene de dostlara da soğana da destek olurdunuz.

 

Şimdikiler bırakın desteği, mazlumlara, bize sığınanlara düşman…Sorsanız, bilimden ve siyasi güçlülükten yanalar, ama, en büyük ödül olan Nobel’i en zor dalda ülkeye getiren Aziz Sancar’ı bıraksanız bir kaşık suda boğacaklar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı anlıyor, destekliyor diye… Öte yandan fizik örtmeni olan adaylarının bu koca ülkede, bağrı geniş Anadolu’ya Suriye’li sığınmacıları ne fizik ne kimya ne geometri hesabıyla sığdıramayıp, kapı dışarı edeceği vaadini alkışlıyorlar. Bir başka safta esas duruştaki öteki aday, üstelik kadın, iki kat aday sayılır, o da zarifâne ve esef makamından, kelimelerin sonunu manasızca ve erkeksi tonda uzatmayı haklılık ve baskın olmak sanarak, ‘gelecek ramazandaaaaa inşallaaaaa, bu sığınmacılarlaaaaa kendi ülkelerinde iftar etmeeee’ sözü veriyor, onu da alkışlıyorlar.

 

Alkışlar alkışlar, alkışın sonunda öyle bir iş eder mi bu millet, akıllar almaz, durun hele, ne kaldı şunun şurasında?Kedileri koyverin, trafoların kapılarını açın abicim siz gene de…

 

Ne kadar sol olduğunuz, olup olmadığınız tartışılmalı, bunun bilinmesini en çok siz isterdiniz belki, sayın Ecevit. 12 Mart sonrası 1973 seçiminde yıllar sonra ilk kez seçimi kazanmanız, ‘bu düzen değişmeli’ sloganınızdandı bence.Değişimin öncüsü bir söylemdi bu…İnönü bile tutturamadıydı, ‘ya ben ya Bülent’ deyince, siz’de karar kılındıydı…Olmayacak şey oldu, CHP ile MSP koalisyon kurdu, sizin deyişinizle partiniz ‘tarihsel hatasından döndü’ onca yıl ayrı kutuptaki iki farklı dünya görüşü barışıp kucaklaştı…

 

Seçim sonucu, tıpkı 61 seçimi gibi, yeniden koalisyonları getirdi ve koalisyonların güçsüzlüğünü bu kamuoyu hiç ama hiç unutmadı.Bir yıl bile sürmeyen bu koalisyondan sonrası malumunuz…

 

Ve 12 Eylül, yüksek huzurlarınızda darbe, yani demokrasiye perde!

 

Günümüz tarihçileri diyor ki, ‘karşı partilere sağ deyince, CHP otomatikman sol olmaz!’

 

Partinizin solculuğunun hep tartışmalı olduğunu düşünen bu bilim adamları, ‘tek parti döneminin halk üstündeki olumsuz etkisinin, sağ partilerin verdiği söylenen büyük acılardan daha kapsamlı ve derin olup olmadığını da’ tartışmaktan yana. ‘Solculuk sınıfsal iş, halkçılık ve popülizm ise başka iş’ görüşünü de…

 

Haksızlar mı? ’Geçmiş bugünü her zaman esir alır, bu esaretten kurtulmak isteyenler ilkin geçmişleriyle hesaplaşmalıdır.’

 

Hesaplaşmayınca kötürüm kalınca, bu hal  seçeneksizliğe mahkum etmez mi, seçmeni? 1977 kazandığınız son seçimdi ve bu seçim silahların gölgesindeydi, çıkışa umut sanılsa da…Seçimden birinci parti olarak çıkacağınızda hemfikirdi herkes , ancak, tek başına iktidar olup olamayacağınız belli değildi…Halkçı Ecevit söylemi halkın taleplerine duyarlı olduğunuz anlamına geldiği kadar, popülist bir söylemdi de…Ezcümle, ne sokaktaki ne cepteki yangını söndürebildiniz, partiniz denende, kıtlık, yok-yoksulluk, kuyruklar, bulunamayanlar ve terör unutulmuyor…

 

Devleti ve Cumhuriyeti kuran parti olduğunu söylüyor sizden sonrakiler, öyle mi, yoksa partinizi kuran mı devlet?

 

Tabi sorular çoğaltılabilir,  lider dediğin güçlü yarınları kurarken  bütün insanları büyük hayallerle kanatlandıran mıdır, başörtülü vekili meclisten kovan mıdır, başına Anayasa kitapçığını fırlatacak çaptaki kişiyi en yüce makama taşımakta günahı olan mıdır?

 

Şimdi, önümüzdeki seçim öncesi büyük siyasi tiyatro izliyoruz, bana sorarsanız, bilgi, duruş, üslup, ses kadar önemli, parmak dediğin…Ok’ların dördü bilgi, duruş, üslup, ses ise, son ikisi baş ve işaret parmağı…(Elbet altı ok’un asıl adının gölgesine yazıyoruz bunu, ok’un göbek adı diye, latifeye iş çıkarmayın…)Hadi bunları geçelim, kökten sürmeyse vardır, sonradan olmuyor, ama, parmak sonradan olabilir, yani öğrenilebilir. Öyle başka şeyler söylüyor ve yanlış işaretler yapıyor ki, kürsüdekinin parmakları, insanın yüreği ağzına geliyor, densiz bir işaret yaptı yapacak, diye.

 

Amaan sayın Ecevit, aman, bu yenilerin eski duruşundan el’aman! Bütün yapıp ettiklerinizle, yapıp demediklerinizle, devlet adamlığınız,çevirmenlik ve şairliğinizle, insancıllığınızla hepsine on basardınız bunların, bizi kimlerin eline bırakıp da gittiniz öyle?

 

Millet için geliyoruz…Hepinizi öpüyoruz…Halka gidiyoruz, halkımızla kaynaşıyoruz… Kürsüler yumruklanmaktan, ahali sumsuklanmaktan bitap. Ve habire öpülmekten…

 

Bu tepede biz varız, bir de aşşaada biyerlerde halk var, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüz var…Gerekli zamanda hoop gidiyoruz, kucaklaşıyoruz, fazlası iyi değildir zaten, had safhada samimiyet şey eder, işi sulandırır.

 

Sizin gününüzde öyle miydi, gene en sade ama en en pahalı markaların aynı model ve aynı renginden onar onar alır, hep ondan giyip, yoksulluğa yatardınız, en önemli protokol toplantılarında kolundakini kastederek, Rahşan hanıma sitem ederdi Hıncal Uluç, ‘bizi düşünün ham’fendi, milletin onurunu düşünün, uluslararası toplantıda taşıdığınız nasıl çanta o öyle, zembil gibi,’ derdi. Gene de vatandaş bu koymaca yoksulluğa inanır görünürdü. Ama şimdi yoksulluk makamından ok atmıyor mu, sonradan olmalar, onu alkışlayanlar bile biz n’apıyoruz yahu, diyor olmalı, hiçbiri yoksul değil çünkü…

 

Yoksulluk ve inanç arada bir çalınan taş plak, malumunuz…Pek de yabancınız olmayan.

 

Kimbilir, belki herşeyin farkındaydınız, gayrısı gelmiyordu belki elinizden, belki gözlerinizin kırpışması, yüzünüzün tik’leri hep ondandı…

 

Şimdi, eski solcular ulusalcı olurken, meğersem herkes darbeye karşıyken, tanklar üstüne çıkıp durdurulamayacak kadar uzaktayken, işgal dedikleri kontrollü darbeyken…Yüzünüze söz geçiremediğinizi biliyorum, malum oluyorsa hallerimiz, öte âlemde de sürgit, tik’leriniz…

 

Bunca yıldan sonra, partiniz başka havada, partilileriniz başka havada, rüyalarda,  benden du ymuş olmayın. Kendilerinden olmayana nefret yüklü, kızgın, saldırgan,  küfürbaz…Yakışıyor mu? Yakıştırıyorlarsa elden ne gelir?

 

‘Veririm, bal gibi veririm!’ Üslup bu…’Tıpış tıpış gidip oy vereceksiniz, hepiniz!’ deki üslup.

 

“Sen ver abicim, ne vereceksen ver, ben almayayım, kalsın…” dediğinizi duyar gibiyim, Sayın Ecevit.

 

- Advertisment -