İktidar çevrelerinin muhalefete dönük temel suçlamasının “Tek amaçları Erdoğan’ı devirmek” olması boşuna değil.
Bu suçlama etki gücünü, cümlenin düz anlamından değil, alt metninde imâ ettiği anlamından alıyor.
Cümlenin düz okunmasında, Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırma arzusu topa tutuluyor ki, bunda Erdoğan muhaliflerinin gocunacakları bir şey yok: 16 yıl boyunca iktidarda kalan bir liderin gitmesini istemek ne gayri meşru ne de ayıp.
Fakat “Tek amaçları Erdoğan’ı devirmek” suçlaması, cümlenin alt metninde imâ edildiği gibi “devirdikten sonra ne yapacaklarına dair hiçbir hazırlıkları yok” anlamında kullanıldığında iş değişiyor. Çünkü burada Erdoğan’ı devirmek isteyenlerin vizyonsuzluğuna ve beceriksizliğine işaret ediliyor ki, böyle bir suçlamaya karşı pozitif ve ikna edici bir öneriler demeti koyamayan bir muhalefetin onu yenebilmesi neredeyse imkânsızdır.
Öfke saçan değil umut veren bir kampanyanın dili ve içeriği
Öfke değil umut temelli bir seçim kampanyasının dilinin ve içeriğinin nasıl olması gerektiği bizatihi cümlenin kendisinde mündemiç: Kampanya hırçın olmayan, sakin fakat özgüvenli ve kararlı bir dille yürütülmelidir… Ne var ki efendi bir tavır yetmez, iktidara aday olanlar o tavırla yönetecekleri ülkeyi nereye taşıyacaklarını da köşeli, net cümlelerle ortaya koymalıdırlar.
Muharrem İnce, kampanyasını efendi bir dille yönetmek hususunda bir irade ortaya koydu ve bunu da hayli inandırıcı bir biçimde realize ediyor.
İnce, şansının devam etmesi için bunun ‘gerek şart’ olduğunun da, ‘yeter şart’ olmadığının da farkında: Negatif ve ‘devirmeci’ bir tavrının olmadığını, öç almak için değil iş yapmak için seçimi kazanmak istediğini sürekli biçimde tekrarlayarak, ‘efendi’ tavrının ona sağladığı olumlu imajı tahkim ediyor.
İnce, başka ne yapabilir?
Geçen yazımda (Serbestiyet, 13 Mayıs), İnce’nin bu seçimi kazanma şansı varsa (ki olduğuna inandığımı söylemiştim), bunun ne tür bir kampanyadan geçtiğini anlatmaya başlamıştım. Bu kampanya, 2009’daki yerel seçimlerin en büyük sürprizini gerçekleştirerek CHP’ye Antalya büyükşehir belediye başkanlığını getiren kampanyanın temel özelliklerini taşımalıydı.
Geçen yazıda, o kampanyayı yürüten Ateş İlyas Başsoy’un seçimlerden sonra kaleme aldığı AKP Neden Kazanır CHP Neden Kaybeder başlıklı kitabın Antalya seçimini ele alan bölümlerini ele almıştım.
Bugün ise, Başsoy’un kitabının ‘Bir seçim nasıl kaybedilir’ başlıklı ikinci bölümünü dikkatlerinize sunacağım. Bu bölümlerde Başsoy, yüzyüze görüşmesinde 12 Haziran 2011 seçimleri için Kılıçdaroğlu’na nasıl bir iletişim stratejisi sunduğunu anlatıyor.
Bir seçimin öfke saçarak değil, sakince ifade edilmiş umut veren bir içerikle kazanılabileceğine inanan birinin önerileriydi bunlar, fakat CHP hep yaptığı gibi yine negatif bir kampanya yürütmeyi seçti ve sonuçta 12 Haziran 2011 seçimlerinde de yine sadece kendi çekirdek seçmeninin oylarını alabildi.
Şimdi artık Ateş İlyas Başsoy’un 2011 seçimlerinde Kılıçdaroğlu’na nasıl bir iletişim stratejisi önerdiğine geçebiliriz…
Selim Türkhan’lar nasıl ‘tavlanır?’
Hatırlatmak için yazıyorum: İlyas Başsoy, bir siyasi kampanyanın, oyunu sadece ‘iş’e ve ‘hizmet’e bakarak veren ‘siyasetsiz seçmen’lere yönelik olarak yürütülmesi gerektiğini savunuyor. (Başsoy, bu seçmenlerin tamamını Selim Türkhan adını verdiği hayali bir kişiyle ifade ediyor, onların partisine de Selim Türkhan Partisi –STP diyor.) Kampanya STP tabanını etkilemeye yönelik olmalıdır, çünkü partilerin taşlaşmış tabanlarından birkaç parça sökmek bile zorken Selim Türkhan Partisi’nin tabanında ‘hizmetle tavlanmayı’ bekleyen, oyunu her an değiştirmeye hazır milyonlarca seçmen vardır.
Peki, Selim Türkhanların dünyasına nasıl girilebilir? Başsoy’a göre bu dünyaya ‘siyaset’le giremezsiniz, onlar sizin hizmet’ ve ‘proje’ önerilerinize ve onları realize etme yeteneklerinize bakarlar ve takdir ederlerse sizin siyasetinizin dolaylı bir destekçisi haline gelirler… Ta ki, sizin ‘hizmet’lerinizi ‘takdir’ etmemeye başlayana kadar…
İlyas Başsoy, Türkiye’nin Selim Türkhanlarının neredeyse tamamının AK Parti’yi ‘takdir’ ettiğini ve oylarını bu partiye verdiklerini söylüyor. CHP’lilere önerisi ise şu: AK Parti’nin Selim Türkhanlar üzerinde yarattığı ‘algı’yı, kendi partilerine ilişkin olarak da yaratmak… Öyle ki, Selim Türkhanlar, CHP’nin iktidarda AK Parti’nin ‘hizmet’lerini de aşacak bir performans göstereceğine; CHP’nin iktidarı sahiden ve sadece ‘hizmet’ için istediğine inansın.
Başsoy, bu amaç doğrultusunda bakın neler öneriyor CHP’ye:
‘Başbakanım’ demelisiniz…
“1. Başbakanım demelisiniz… İki harften oluşan bu basit iyelik eki, bunu söyleyebilen lidere toplam oylarının yarısı kadar oy getirebilir. Çünkü bu iki harf, ‘hizmette devamlılık’, ‘istikrar’, ‘efendilik’vs. gibi Selim Türkhanları çıldırtan mesajlar saçar.
“2. Başarıyı takdir edin ve ayrıştırın… Seçimi kazanmak mı istiyorsunuz? O halde kalkın ve şunları söyleyin:
‘AKP baştan sona hata mı yaptı? Bu mümkün mü? AKP özellikle sağlık, ulaştırma alanında başarılı işler yaptı. İktidar olduğumuzda, AKP’nin yaptığı her şeyi elimizin tersiyle silip atmayacağız. Kuracağım kabinede Sağlık ve Ulaştırma Bakanlığı’na dokunmaya niyetim yok. Değerli bakanlarımız, partileri seçimi kazanmasa dahi isterlerse görevlerine devam edecekler. (…) Ahmet Davutoğlu kardeşimiz, uluslararası siyasette çok değerli hizmetler verdi. Ben onu da hep yanımızda göreceğim. Uluslararası ziyaretlerimizin tamamında bizimle olmasını rica edeceğim. (…) Kimse telaş etmesin. Yıkmak için gelmiyoruz. Bayrağı almak ve daha yukarıya taşımak için geliyoruz.’
“Siz bunları söylediğiniz anda, sizi kanser hücresi gibi tüketen ‘muhalefet seçimi kazanırsa kaos olur, ekonomi batar’ cümlesi düşmez mi? AKP’nin seçimdeki en büyük kozları olan sağlık, ulaşım, ekonomi ve dış siyaset konularını AKP’den ayrıştırıp sahiplenince, bu yaptığınızdan kim kazançlı çıkar?
“3. Somut projeler sunun… Selim Türkhan somut projeler görmek ister. Köprü, uydu, tüp geçit, bina vs. Selim Türkhan’ın en sevdiği sözler arasındadır. Muhalefet de bu sözleri ağzına dolayınca Selim Türkhanların tamamı, ‘Bu parti iktidara gelirse ülkedeki projeler sekteye uğramayacak,’ diye düşünür. Bu durumda kim kazanır, kim kaybeder?
“4. Kimlik siyaseti yapmayın… Amaç ‘siyasetsiz’ insandan oy almaksa, kimlikler üzerinden yaratılan bir söylemin oy karşılığı yok. Kimliklerine sahip çıkanlar zaten kimliklerine göre çeşitli partilere oy veriyor. Türkiye’nin en büyük partisi, bu kimliklerin birine veya birkaçına sahip olduğu halde, kendini bu kimliklerle tanımlamayan Selim Türkhanların partisi.
Dürüstlük kelimesini ağzınıza almayın
“5. Dürüstlük kelimesini ağzınıza almayın… Barajı geçecek kadar büyümüş hiçbir parti dürüst olamaz. O halde böyle partiler ‘dürüstlük’ lafıyla (zaten onlara ‘anne objektifliği’yle oy verecek kendi seçmenleri dışında) bir tek Selim Türkhan’ı bile ikna edemezler. Çünkü Selim Türkhan hemen şöyle düşünür: ‘Sanki sen çok dürüstsün. Senin belediyelerin çok mu temiz? (…) O halde geç bunları kardeşim. Bence ne iktidar dürüst, ne de sen dürüstsün. Fark göremiyorum, niye riske gireyim?’
“6. Takipçi olmayın… Selim Türkhan muhalifi sevmez, öncüyü sever. Heyecanla kendi düşüncelerini anlatan bir siyasi lideri dinleyince, çalışkan öğrencinin velisi gibi sevinir. (…) AKP sloganlarına (‘Durmak yok yola devam’, ‘Sen Türkiye’sin, büyük düşün’) muhalefet partileri hep reaksiyon verir ve onlar böyle reaksiyon verdikçe AKP’nin lider, kendilerinin takipçi olduğunu yine kendileri onaylamış olur.
“7. Polemikten kaçının… Selim Türkhanların çok kullandığı, ‘Bak işine birader’ diye bir laf vardır. AKP ile ağız dalaşına giren siyasiler (eğer gizli AKP’li değillerse), bir an önce bu davranışlarından vazgeçmeli ve işlerine bakmalılar. Yani tartışmayı bırakıp vizyon sunmalı, heyecan yaratmalılar.
“8. Tabanınızla sözleşin… AKP, kendi tabanıyla taban tabana zıt söylemlerle oy isterken, nasıl oluyor da tabanından hiç oy kaybetmiyor? Çünkü AKP, müstakbel başbakan henüz hapisteyken bu konuda gizli bir sözleşme yaptı tabanıyla. (…) Oysa barajı aşan diğer iki parti kendi tabanlarının kölesi olmuş durumda. Liderleri ‘şüpheli’ bir tek laf etseler tabanları tarafından aforoz edilecekleri endişesi yaşıyorlar. (…) Kısır döngüyü kırmanın tek yolu, tabana iyi bir eğitim vermek ve bu sözleşmeyi kulaktan kulağa fısıldayarak duyurmak. Ancak ‘eğitim’, ‘analiz’, ‘yöntem’, ‘orta ve uzun vadeli strateji’ gibi kavramların hiçbiri AKP dışındaki partilerin lügatinde yok…”
İlyas Başsoy, 12 Haziran 2011 seçimlerinden sekiz ay önce, Ekim 2010’da işte böyle şeyler anlattı Kılıçdaroğlu’na… Bir de uyarıda bulundu “kara girdap” konusunda (Başsoy, CHP tabanındaki öfkeli, umutsuz kalabalıklardan yayılan muazzam enerjiyi anlatmak için kullanıyor bu kavramı): CHP liderleri, meydanlara toplanan bu büyük kalabalıklardan iktidar garantisi vehmediyor ve onların yarattığı enerjinin ortasına atıyorlar kendilerini… Sonuç her defasında felaket olsa da, bir türlü dışına çıkamıyorlar bu girdabın…
Kitap İnce’nin ekibinin önünde mi?
Yıllar önce, 2011’de bu kitabı tanıtmak amacıyla yazdığım yazıların sonuncusu şu cümleyle bitiyordu:
“AKP Neden Kazanır, CHP Neden Kaybeder kitabı bir anlamda bu girdaptan çıkışın yollarını gösteriyor. Tabii, dinleyen olursa…”
Şimdi Muharrem İnce’nin kampanyasına baktığımda gördüğüm şeyler şunlar:
Birincisi: CHP tabanı, liderlerinin yalnızca kendi yüreklerini soğutacak tarzda konuştuğu bir kampanyanın iktidar getirmeyeceğini nihayet (ve mecburen) anlamış görünüyorlar.
İkincisi: Muharrem İnce bunu görüyor ve o rahatlıkla sakin, efendi ve pozitif bir kampanya yürütüyor… İnce, attığı adımlardan sonra CHP tabanından tepki gelmediğini gördükçe daha da rahatlıyor ve böylece kendine güveni de artıyor.
Üçüncüsü: Kılıçdaroğlu, 2011 seçimlerinde kendisine önerilen, aklının da yattığına inandığım kampanyayı tabanın tepkisini göze alamayarak uygulayamamıştı… Şimdi, bunu uygulayan Muharrem İnce’nin doğru yolda olduğuna inandığına eminim.
Ne dersiniz, Ateş İlyas Başsoy’un kitabının şu anda Muharrem İnce’nin kampanya ekibinin önünde açık bulunduğuna dair tahminimde haklı mıyım değil miyim?