Son birkaç aydır hayatımızı mahveden şiddet dalgasının etkileri giderek daha yıkıcı bir hal almaya başladı. Varto, Silvan, Nusaybin, Cizre, Silopi ve en son Tahir Elçi’nin katledilmesinin ardından, giderek daha çok gündeme gelen Diyarbakır’ın Sur ilçesi bu gidişatın en açık örneği. Barış sürecinin akamete uğramasının ardından memleketin içine çekildiği şiddet ortamı, her geçen gün daha büyük acılara yol açmakta. Maalesef hendek ve “özyönetim” çağrıları, ölüm ve sürgün haberleriyle gündeme geliyor. Diyarbakır’ın Sur ilçesinden kaçan insan manzaraları, çaresizliğin boyutları hakkında hepimize bir fikir vermekte.
Nasıl oldu da buralara geldik? Oysa daha birkaç ay öncesinde, her bir şeye umutla bakar olmuştuk. Kürt hareketi meşru ve sivil siyaset yoluyla, haklarına kavuşma mücadelesinde çok önemli mevziler elde etmişken, birden bire yıkıcı ve yasadışı bir yola mahkûm duruma düştü. Bu öyle bir yol ki, değil hak elde emek, elde edilmiş bütün hak ve kazanımları tamamen ortadan kaldırma riskini taşıyor. Üstelik sadece Türkiye’de değil, Suriye ve Irak’ta da Kürtlerin kazanımlarını tehlikeye atıyor.
HDP ve belediyelerin işlevsiz kalması
Şehirlerin orta yerlerine hendek kazarak “özyönetim” ilan etmek, en basit anlatımla şehirlerin yıkılmasına ve şehir sakinlerinin yerlerini terk ederek daha güvenli yerlere göç etmesine yol açıyor. Ticaret, ekonomi, sosyal yaşam, eğitim ve öğretim; her bir şey bu yıkımdan payını alıyor. Düşünün, bunca emek ve siyasi mücadele ile yönetimleri elde edilmiş bölge belediyeleri, daha hiç birimizin tam olarak anlamını bilemediği, tek taraflı olarak ilân edilmiş “özyönetime” kurban ediliyor. Bildiğimiz şu: özyönetim, ayrılıp bağımsız bir devlet kurma projesi değil. Zaten PKK’nin böyle bir politikası da yok. Daha birkaç gün önce, Cemil Bayık BBC’ye verdiği demeçte “Irak’ın bölünmesi çok tehlikeli olur “ dedi. Irak’ın dağılmasını bile tehlikeli bulan bakış açısı, “özyönetim” ile Türkiye’yi bölecek değil. Belli ki ”özyönetim” ile adem-i merkeziyetçi bir idare yapısı hedeflenmekte. İyi ama bunun için hendek kazma, halkın göç etmesine yol açmanın bir anlamı var mı?
Bütün Kürtlerin kendilerine şu soruyu sormaları gerekir: Acaba meşru ve sivil siyaset yoluyla hedeflenen “özyönetim” modeline ulaşmak mümkün değil miydi? HDP 102 belediye, 80 milletvekili ve 6 milyon seçmen ile bu mücadeleyi çok daha başarılı bir şekilde sürdüremez miydi? HDP 1 Kasım seçimlerinde ciddi anlamda bir düşüşe uğramayıp, 7 Haziran seçimlerinden daha fazla seçmen desteği elde edip, daha çok vekil çıkarmış olsaydı, Türkiye’nin adem-i merkeziyetçi bir yapıya doğru yol almasına, şiddet ve hendeklerden yüz misli daha fazla hizmet etmiş olmaz mıydı? Daha fazla hizmet bir yana; bugün hendekler belediyeleri âdetâ işlevsiz bir duruma düşürmüştür. Sadece bölge belediyeleri değil, HDP kıpırdayamaz ve siyaset üretemez bir haldedir. Seçimle, sivil ve demokratik siyaset ile elde edilen, hendeklerle heba ediliyor.
“Özyönetim” AB süreciyle kazanılabilirdi
Aslında “özyönetim” veya adem-i merkeziyetçi bir yapı, Türkiye’nin Avrupa Birliği süreciyle doğal olarak hayat bulacak, hattâ demokratik bir yönetim inşa etme adına ister istemez uygulamaya konulacak bir idari düzenleme idi. Zaten Türkiye son birkaç yılda belediyeler kanununda yapmış olduğu köklü değişikliklerle bu yolda ciddi de bir mesafe kat etmişti. Öte yandan, eğer HDP, henüz tartışmadan ve mahiyetini dahi tam da anlamadan başkanlık sistemine karşı çıkmasaydı, yeni anayasa ve başkanlık sistemine geçişle, değil “özyönetim,” adamakıllı bir özerklik bile mümkün olurdu.
Ancak, Erdoğan nefreti ve düşmanlığını HDP’de egemen kılmayı vazife edinmiş olan “Türk Solu” bu parti içinde başkanlık sistemini bile tartıştırmadı. Kürtler, bütün tarihleri boyunca bu meseleyi çözüme kavuşturacak siyasi bir muhatap aradı; işte tam bir muhatap çıkmışken, muhatabı itibarsızlaştırma politikaları öylesine derince işletildi ki, daha düne kadar bu sorunu çözecek umuduyla bakılan lider, bugün neredeyse sorunun tek kaynağı olarak algılatıldı. Özellikle şu son günlerde yanlış bir hendek siyaseti nedeniyle Kürt şehirleri yakılıp yıkılma eşiğine gelmişken, kimi Kürtler Gezi Parkı’nda birkaç ağaç için gösterilmiş olan duyarlılığın kendilerinden esirgendiğini dile getiriyor. Kılavuzu “Türk Solu” olan Kürdün bunları yaşaması çok da abes değil.
“Özyönetim” değil “dil yönetimi” gerekli
Şimdiye kadar 300 bin civarında insanın yerlerini terk ederek göç ettiği söyleniyor. Acaba 1990’larda devlet Kürt köylerini boşaltıp göç seçeneğini dayattığında, durum normale döndükten sonra, yerlerinden çıkmış olanların yüzde kaçı köylerine geri dönebildi? Yüzde 10’u mu? Yüzde 20’si mi? Benim gördüğüm, geri dönmüş olanların yüzde 20’yi asla aşmayacağıdır. Peki, bugün yerlerinden kaçarak çıkanların yüzde kaçı geri döner? İnsan düşünmeden edemiyor. Acaba Kürt insanının göçe mecbur bırakılması, sinsi bir nüfus mühendisliği projesi midir? Batıya giden dönmüyor ve bir müddet sonra ister istemez Türkleşiyor.
Oysa bugün eğer Kürtlerin illa da bir yönetime ihtiyacı varsa, emin olun o da “özyönetim” değil, “dil yönetimidir.” Çünkü Kürt dili ve kültürü kayboluyor. Kürtler, dillerini çocuklarına aktarma imkân ve araçlarından yoksun, yeryüzünün en talihsiz milleti durumunda. Bir kere HDP belediyeleri, şiddeti tamamen dışarıda bırakan meşru bir zeminde, Kürtçenin adım adım eğitim dili olması için kimi çalışmaları başlatıp, önce kendi belediyelerinde çok dilli bir uygulamayı hayata geçirebilirdi. Peki, bugün HDP ve Kürt belediyeleri neler yapıyor? Onlar şimdi, gencecik Kürt çocuklarının cenaze merasimleriyle meşguller. Yazık, bir siyaset üretemediler.
Bu arada hükümetin olaylara müdahale tarzı üzerine de bir iki şey söylemek elzem. Hükümet, hendeklere müdahale ederken halkı topyekûn cezalandırıcı yanlış uygulamalardan uzak durmalı; birkaç hendek kapatılacak diye, günlerce, hattâ bir hafta veya on günü aşan sokağa çıkma yasaklarına, durum ne olursa olsun müsaade etmemelidir. Bu tür uygulamalar halk nezdinde telafisi mümkün olmayan travmalara yol açar. Birkaç hendek için bir mahalleyi, bazen bir şehrin tamamını cezalandırmak asla kabul edilecek bir durum değil. Kamu güvenliği kamusal yıkıma yol açmamalı.