Bugün Hıdrellez.
Mektubu Hızır Aleyhisselam’a yazmalı aslında, ama, dün geceden bu sabaha onun işi çok…
Gül turu var, niyet okuyup acil/acil değil/bekleyebilir diye sıralaması var, bi de Antakya’da İlyas’la buluşması var. Belki bilmiyorsun, Antakya Samandağı’nda deniz kıyısında bir tepede kavuşmuş ya mübarekler, o gün bugün taşıtlar ve insanlar o buluşma tepesinin çevresini üç tur dönüyor…
Göğün hangi katında, Araf’ın ne mertebesindesiniz bilmem, sizin Hızır’ı görüp pür nur olmanız biz garip insanların Hızır’ı görebilmesinden daha güçlü bir olasılık.
Sanırım siz yedi kat arş-ı Alâ’nın en yeşil makamındasınız…
Sizi, siz gittikten sonra da olsa tanıdığım için mutluyum.
Ayvalık Küçükköy’ün, şimdilerde Yeni Çarhion dedikleri, Alaçatı edecekler ya, işte o marifetten, adı tornistan edildi. Eski ada dört el sarıldılar, ama, eski bağlar bahçeler, bir küçücük köye sığmış on iki Şapel, eski kiliseden bozma yazlık açık hava sinemasından sözeden yok, hepsine vekaleten bende’niz özlüyorum, oysa benim geçmişimi süslemiyorlar, şimdiyi süslüyorlar, hatırayla bile olsa…
Yeşile eliniz ne zaman, nasıl düştü? Kökten sürme bir heves olmalı, yoksa böyle candan yeşerip, yeşertmezdiniz…
Boşnaksınız,Bosna göçmeni, okumasanız da bilgiye hevesiniz çok. Asıl hevesiniz hayata. Bir Fatma sultanınız var, güleç, sabırlı, incelikli yedi çocuğunuzun anası, o da bir yeşil sultan. Miniminnacık eski taş evin, köydeki, sizi hatırlatan fideliğini, bahçesini, dört duvar ve pencerelerini hala gülünş ahenk yaşatıyor, hepimize çitil veriyor, kurutursak derdetmeyip gene veriyor.
Karayolları, sürücülük, kuruyemişçilik, bakkallık, kahvecilik, meyhanecilik, belini bükmediğin iş yok. Günlük notlar tuttuğun hatıra defterin, torunlarına yazdığın şiircikler, dikip yeşerttiklerin…
…İnsanın akıllısı, suyun delisi, en iyisi sevdalık heveslisi…
Aşıcılık iş değil, heves, mutluluk ve bedava yapılan bir borç ödeme sanki…
Dağın taşın deli ağacını bir bir bulup da akıllısını aşılar mı insan?
İnsanın akıllısı ağacın delisini de iyi eder. İnsanın akıllısı, ağacın/suların delisi, en iyisi sevdalık heveslisi…
Tüfek zoruyla da yaptırılmaz bu işler, akıllı olmak, deli su olup taştan taşa geçmek, sevdaya yazılmak; bedeli ödenir, kalpte hicran lekesi kalarak geçilir bu sınavdan…Bu da gönül işi, üstüne harcanarak yapılan, insanları da yapanı da mutlu eden…Renkli taşları döğüp, onlarla resim yapıp, kendi oyduğu ağaç oyuncak beşikleri süslemeyi kocaman insanken hangi çocuk gönlüyle, keyfiyle düşündünüz? Bir de ağaç beşik var sizden kalan, benim torun oğluşuma bile onda sallanması kısmet oldu.
Tohum ekip filiz aldığınız, sonra fide, fidan ettiğiniz tüm ağaçlar, köyü ve kabristanı, bahçeleri süslüyor.
Bu büyük gönül gerektiren iş öyle iki ağacın arkasına saklanıp da Gezi gösterisi ve bozgunculuk etmeye benzemiyor…Sırrı’na vakıf olunmayan, yıldız olduğun sanan meddahların siyasi çukur kazması bet bereketsiz iş, ağacı konu mankeni yaparak, ağaç ardına saklanarak…
Yaşayıp görseydiniz tüh size deyip bir evlek fidan daha yeşertirdiniz.
Bir şehre girmesi de, bir kalbe, bir akla girmesi de ulu kapılardan geçerek mümkün. Kapısız ve iz’ansız, yeşilsiz sürmeler , sürmek değil…Kapı olacak, yeşil olacak, akıl olacak, bütün sürmelerde…Bunların hepsi saklar, neyi saklar? İnsanı, hikayeyi, sevdayı saklar…Kapı, merhaba’dır. Neyse ki köyünün merhabası çok, hem de güzel, geçen yüzyılın ulu kapıları hala ayakta.
Köyün artık camii olan kilisesi de pek güzel, mavi çinilerle süslü, bahçesini senin fidanlar (artık ulu ağaç oldu onlar) süslüyor. Camii içinin o masmavi ışık oyunları , dışarının yeşil ışıkları insanı şaşkın eder, hangi dinin ibadethanesi burası diye şaşar insan.Sanırsın Musa da burada, İsa da, Muhammed de…Gönül değil mi a canım, en güzel ibadethane…
Kalisperasas, kalinikta kristi kriki ve cümle din ehli…Gönüller ehli, merhaba!
Bir var ki, tek oğlun, bebecikken, kucağında derman aramaya hastaneye yaya koşturmuşsun işte o fidanın gitmiş elden, cennet bahçelerine…Bir sızın bu olmuş, sonra, Allah bu acını unutturmasın sözü doğruluğunca, yetişkin kızın iki yavrusunu, yuvasını koyup ölüvermiş gencecik…İçinin ağacı yaprak dökmüş ölümlerde…
Şair Can Arpaç ne güzel dize düşmüş, ‘bir ağaçtan gebe kalıp kalmamak/ Kayanın elinde değil’ diye…Ağaç taşı deler, kayayı gebe bırakır, ağaç sevdadır…Sen onun engin gönüllü, kimselerin bilmediği aşığısın, yeşil de maşuğun…
Bugün yıllardan 2017, mevsim ilkbahar, günlerden Hıdrellez…Coşkun taşkın Hıdrellez Ayvalık Küçükköy’de kutlanır, kültürler kaynaşır, sevdalılar kavuşur, yeşil arş-ı âlâya yükselir.
Sular, kuyular, ağaçlar, küpler, kilitler, maniiler, ateşler hepsi Hıdrellezde…Martaval çömleği, sevdalılar kavuşması, dileklerin sulara serpilmesi, yeşilin içilip, yunulup, eve serpilmesi, ‘Yeşile de deli gönül yeşile…’
Şimdi, bu yazıyı bitireyim diye uğraşıyorum, gidecayizdir(!) biz de Teferiç şenliğine, köye…
Sofracıklar kurulur köyün her köşesine, tahta masalara gaste sererler, yere yaygı açarlar.
Engin gönül yiyecek, ekmek koyulur bu sofraya. Sonra çiçek derlenir, suda ıslanır, evlerin eşiği bu çiçek sularıyla uğurlu kademli kılınır. Üstünden atlanıp tüttükleri ateş paket taşlı sokaklarda isiyle, kurumuyla sürüp gider günlerce tüter…Mahalle arasına Hıdrellez şenliğinin mührü olur. Daha bu Hıdrellez bitmeden niyet tutulur, ‘yenisi gelse de yesek içsek, çalsak oynasak, söylesek…’
…madalyanın tapusu, kırk kapının kilidi…
Hep kızların okutulmasından yana imişsin, Adembaba.Kızların pek ötesini okumamış ama hep çalışmışlar, asıl torunların yüksek yerlere gelmiş, kök sağlam olunca…Yeşilin tılsımı bu, senin elinin bereketi. Nerde mi bu Küçükköy’ün kadınları? Her yerde, onlar iş tutuyor, biz gibi söz dizmiyor, lafı lafa emanet etmiyor…Eskiden karılar okurmuş, alır satarmış, yabancı dil bile bilirmiş, her işe girermiş, adamlarla oturur, kahkaha bile atarmış.Zati buralının dili ya Rumca, ya anadili Rumca, yabancı dili Türükçe (!)Hiç boş oturmamışlar, zeytindi, tarlaydı, el işiydi…Biraz geride kalmışlar, doğru, Cumhuriyetten yeterince faidelenmemişler, yokluktan, n’apsınlar işte…Önceki kadınlardan kalma yazı tabakası görünce, gümüşlü, gül kabartmalı, yanında da boyuna kolye gibi asılan yassı kurşun kalemi, o da gül kabartmalı, görünce, içi cız etmiş bizim kadınların…Ya sipariş almış olmalı, diye düşünmüşler, bu kalemle, ya şiir miir yazmış olmalı…Bizim gibi tarhana , Soka satmıyor ya kadının böylesi, gül alıp, gül satıyor.
Kırk kapı gerisinde dursak da, hem hayatı hem adamları biz çeker çeviririz, kırk kapı kilidinin inahtarı, bizdedir…
‘Bizim köyün Adem babası var, çoğu yıkık yedi değirmeni var, İsmail’le Yusuf’un kilise üstündeki yazlık açık hava sineması var, madalya tapusu bile var,’diyor, kadınlar, sorarsan…
Essah…Aydın Sakarya’nın dedesi Kasım Ağa’ya kurtuluşta verilen madalyanın tapusu var. Berat değil, sen daha iyi bilirsin…’Aslı Mal Müdürlüğünde bulunan madalyanın bizzat kendisi A.S.da bulunuyor’ diye yazılı resmen, gördüüün? Madalyanın tapusu Kasım Ağa’da, adamların kalbinin tapusu biz kadınlarda…Değil mi Adem Baba?
Dağın taşın deli ağacını akıllı eyledin, aşıladın ya, görme, çoluk çocuk tepesinde…İlk zamanlar meyveleri kendin kopartırmışsın, daha olmadan.Çünkü neden?Tepesine tüneyip de ince dallarını kırıp, ağacı örselerseler diye…Ağaç güçlenince sen kışkırtırmışsın, kopartıp yesinler için (!) Senden sonra bir dostun da aynı senin gibi ediyormuş, güzellik, iyilik insandan insana atlıyor…Kabristandaki rahmetliklere gölge ediyor, senin ağaçlar, farklı dinden rahmetlikler, sevmek dininden bir Adem babanın yeşil gölgesindeler.
Hıdrellez denende aklıma hep İzmir’de sokak arası ateşlerin üstünden atladığımız düşer.
Şimdi senin dağı taşı aşıladığın düşüyor. Ve toprağın bu gönül işçisine bir hoş geliş ederek, seni tam da Hıdrellezde bağrına kabul ettiği düşüyor…Hıdrellez, toprağa girdiğin gün, ne seçilmiş kişiymişsin sen Adem Baba…
Hıdrellez bir de üç delikanlının ipe çekildiği demek…Kimileri ilenirken, asılsınlar oylamasına iki elini birden kaldırırken, asıldıklarında ananemin, gözyaşlarıyla ruhlarına okuması demek.
Benim için hıdrellez güle asılan dileklerden öte, o tarihte asılan üç fidan demek…Belki gül iken asılan/yok yere asılan/koncasından korkup da yolduğumuz, yaşını büyütüp astığımız bütün fidanlar demek , o yüzden gül dalına 'ölmeselerdi…' dileği assam, Hızır aleyhisselam ne derdi? '
Dilek ağacına çapıt bağlayacağınıza, eh o da bir umut, umuda engel olunmaz, ama, almadan, istemeden siz verin önce, derdi belki… Akıllı olun ey insanlar, barışın, farklı dünyayı doğru okuyun, büyük düşünün, değiştirin, dönüştürün, küfür ve aczle, sıradanlıkla değil, çağdaşlığın/çalışkanlığın/büyük düşünerek büyüyüp, kucaklaşmanın alfabesiyle okuyun' derdi sanırım… Hızır bize ne desin?Hızır gibi yetişecek akıllar fikirler, hayaller eylesin…