H yok aslında, sen Amedo’sun…
Mahallenin çiçek/ karanfil Amedi, şarapçı Amedo’su, Allah’ın sevdiği, iki kadeh arası kendi de Allah’ı seven, çocuklara, komşulara zararsız, suları bile düşünen, Red Kit kesimli bir garib…
Çektiğinde, yolun ortasını tutturamasa da, kendince doğru yoldayım sanan.Fitre zekatı garibe yoksula bir kadeh Dimitro Kopulo, olan. Her daim bulutların üstünde…Şimdi sahiden orada oturan.
Kemiklerin çoktan sürme oldu, biz seni kırk yılın başında da olsa anmadan edemiyoruz, inan olsun Amedo. Kako’dan aşşaa Eşrefpaşa, güzergahının güzel ve uçuk, gölgesi bile sallanan, dirseği dizi yamalı, penceresi perdesiz, çatısı yer yer açılmış, içine ay ve yıldızlar inen evin çocuğu.
Öğretmenin, doktorun, siyasetçinin bile altmış yıl sonra yılda bir kere olsun akla düşmediği zamanlarda, seni hatırlıyor oluşumuz neye yoralım, bilmem? Uyuşturucuyla mücadele gündeme her geldiğinde, gündemdesin.
Evin şimdi Çimentepe otobüslerinin işlediği kendi halindeki ana cadde(!) üstündeydi Müstakil, beş altı basamak merdivenle çıkılan, taştan, minnacık bir evdi. Sen fitili almış, karanfili kulağına takmış, ceketi omzuna atmış, tek tek basaraktan bade süzerekten dansedercesine çıkardın, o başı ve sonu dik, orta yeri hafif meyilli dar, uzun yolu.
Sana mektup yazacağımı rüyamda görsem hayra yormazdım. Şimdi kalkıp yanıt yazarmışsın…Hatta zarfı elden teslim edicem, diye tuttururmuşsun… Neden sana camii ve şarapçı bakkal arası bir kader biçildiğini anlamazdık.Bir kulağına sigara sokulu, ötekine karanfil, ceket hırka gibi omuza alınmış, ya da yaka briti parmağına takılarak, sağ omuzdan sırtına atılmış, bin yıl önce (!) Behlül Kundura’dan alınıp, mecburen topuklarına basılmış sivri burun ayakkabıların, belden iple büzülmüş yamalı pantolonla, ömür galerimizden az parıltılı bir sahne kişisi gibi gelip geçtin…O yaldızlar ne zaman toprağa döküldü, unuttum, sen karanfilini takınıp, kadehini yere çalıp da çekip gittiğinde ben artık or’larda oturmuyordum.
Şimdi bizim oralara kentsel dönüşüm denen bir marifet geldi, musallat edildi anlayacağın, bana sorarsan pek iyi bir marifet bu, o dörme döküm mahallenin âsâr-ı antika denemez döküntü evleri yıkılıp, on tanesi biraraya getirilerek bir ev edilip, çok katlı yeni, dayanıklı binalar dikiliyor. Henüz senin eve dokunan yok, zaten senin evin yalnız merdivenleri ve merdiven başı var, ne duvarlar, ne çatı… Apartman dikildiğinde, adına Ahmet bey değil, Amedo Uçaroğlu Apt.ı deseler yakışır. Yahut Serhoş Apt, Dimitro Kopulo, İlk Yudum, Yakası Karanfilli, ad mı yok, seni çağrıştıran bir ad taksalar, ne hoş olur.
İçip sızma halleri farklı aktörlerle berdevam, sayın Amedo.
Şimdi moda açık şarap satan bakkalda ziftlenmek değil, ilim fen ilerledi, hacizli, cezalı eski arabalar köşebaşlarında bırakılıyor, artık Allah ne kadar zaman takdir ettiyse, beş yıl, on yıl orada, patlak lastikler ve kir pas içinde kaportasıyla yatıyor sakıncalı araçlar ve içki, uyuşturucu bunun içinde, yahut kamyonet kasasında ziftleniliyor. Bunu herkeŞ’ler biliyor, sıkıysa başkaldır yahut git karakola başvur…Konu komşu imza toplayıp götürünce, muhtarlık binasını basıp, muhtarı döğmüşler. Sabıkalı araçların her sokağa birkaç tane olacak şekilde terk’i ve satış merkezi olduğu amansız dert…Sizi toplar götürürlerdi, yahut bekçi yakanıza yapışır uçurumun başından toplardı, iş hallolur gibi olurdu, şimdi zor…Devlet cansiparane bu sorunla uğraşıyor, seninkiler gülüp geçiyor, mahalleler bizar…
Nerde sizin zamanın asaletli zıkkımlanışı, nerde şimdikiler?
O zamanlar uçurumun oralar imara açılmamıştı, büsbütün tarlaydı,toplanırdı bütün serhoşlar efendice, yanlarında köpekler, kediler, başıbozuk öncü güç olarak gider, kayaların üstünde yer içer, kemikler hayvanlara, boş şişeler etrafa atılır, kafası iyi olanın o yirmi metrelik uçurumdan düştüğü de olurdu, kanatlarım çıktı sandığında…
Şimdi malı ve içini çekenler uçurumdan Yağhaneler’e inen merdivenlerde yığılıyor,oradan inenlere de çektiriyor. Uyuşturucunun, hapın satışı da o küçücük mahallelerde yapılıyor, belli evler var, arada bir arandığında elbet mal zulaya aktarılıyor, yahut uçuruluyor, bir şey bulunamayınca hane sahibi satıcılar polisten ‘verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü özür’ bile bekliyor. O aracılar, alavere dalaverciler kapısı önüne parkeden araçların lastiklerini kesiyor. İnsan çizdikleri de oluyor…Bazen Yeşilay yahut sivil toplum örgütü afişi asılıyor bu satıcıların gecekondusunun duvarına, işte o pek bir hoş ve mânidar oluyor.
Sizin dönemde uyuşturucuyla mücadele nasıldı, biz çocuktuk, bilmiyoruz, ama, mahalleli ihbar edince, arkası aranırdı, sizinkiler bir zaman ortadan kaybolurdu . Döndüklerinde ötekiler tek tek düşerdi, seni tutup camii’e yazdırırlardı, niyeyse? Niye ötekiler değil de sen parasız yatılı yazdırılırdın camii’e? O zaman hafiften içi sızlardı insanların, bundan itikatlı kişi, öyle mi?
Edecekleri ettiklerinin günahını öder mi sanki, derdi insanlar?
Hoca pek memnun kalırmış senin hizmetinden, duyduğumuz…
Ortada dört dönüp, abdest alanlara peşkir bile tutuyor, diyen de olurdu, eski yazıya başladığın, alnının secde gördüğünü söyleyen de. Şarapçıyla Arap Camii yakındı, bi soluk mesafe, şarapçının kapısında duranlar ‘yakındır buraya düştüğün’ dercesine bakardı uzaktan, bunu farkeden camii halkı seni tıpışlar içeri sokardı, uymazdın sen onlara, ikinci bir emre kadar…
Şerefeye çıkıp ezan okuduğun bile olmuş, görmedim, diyenin yalancısıyım. Bu medcezir arasında zay’e gitti ömrün be Amedo.
Senin evin sağ yanında, Eşrefpaşa yönünde, caddenin, dört beş musluklu uzun bir sokak çeşmesi vardı. Amedo’nun çeşmeleri derdik. Kısmeti kapalı evde kalmış kızlar için okurdu, okuyucu kadınlar, sınavda zihin açıklığı için çocuklarına, iş kuran oğullarına da dua okurlardı, sonra da kısmet açıklığı için beş musluğun beşini de açar, sular seller gibi akıl fikir, kısmet geleceğini umarlar, buna inanırlardı…Sen o vakit keklik gibi sekerek gidip, muslukları kapardın, su değerliydi, her evde yoktu, kadınlar gelip tenekeyle, destiyle taşırdı o suyu. Aklın estiğinde uzun bir tesbih alır, merdiven başına çömelip, tesbihi çeker, dilinde dua kıpır tısıyla, bu toplu umma törenine sen de katılırdın. Şimdi o merdiven başında kimsecikler yok, ben seni hala orada görüyor gibiyim. Çeşmeler yok, yıkılmış olmalı, kısmet açmak ve iş bereketi için sulardan medet uman yok, toptan çalıp oynuyoruz, ne sular ne dualar, tek çaremiz akıl, o da pek azımıza nasip.
Bayramlarda bandoya esas duruşta selam çakan, haddi her aştığında camii’e yazılıp secdeyeduran, med cezir olanda şarapçıya düşen, sular başıboş akıtıldığında yel gibi koşup muslukları sımsıkı kapatan, kulağında karanfili, omuzlarında eprimiş ceketin, arkası basık pabuçların, ip kemerinle, dilde dua ve allöf, kimsenin kadınına kızına sarkmadan, mahalle abiliğini elden bırakmadan, konu komşunun kızına abiliği kendi bildiği makamdan eden, parmak uçlarında yaylanarak yürüyen, her dilden söyleyen, her dine saygı duyan, ama, asıl ihtiramı şaraba eyleyen Amedo, kabrine ne yağsın, onu en iyi sen bilirsin…