Hani önden giden dönüp anlatacaktı , oraları?
Uzun ömrün boyu anlattıklarına sayıyorum, anlatamadıklarını…
Güzel söylemenin, güzel insan olabilmenin anlamını öğrettin ilkin.
‘Güzel söyle ya Eşe, güzel söz ibadettir…’
Söylemeye gayret ettik, nerde senin gibi söylemek, kısa, öz, esaslı söylemek için çok zaman gerek.Biz daraç zamanlarda uzun söyledik.
Kendi yurdunda sürgündün, İmparatorluk tarihten silinirken, o çağdaki kız çocukları gibi.
Çok çektin, yurtsuz yuvasız kaldın, parasız pulsuz, kimsesiz…Ana olmak her zaman zordu,’ bu dünyada olması gerektiği gibi ana olana madalya takmıyorlar’dı, ‘ah, kediler bile ana olmasın’dı…
Ben senin anlattıklarına doyamadım, sen bana söyletmeye…Yetmişli yaşlarının ortalarında gözlerini kaybettin.Senin gibi hayata hevesli, gezenti bir insan eve nasıl kapanırdı , o, bizi çürüteceğini söyleyip durduğun dört duvar arasına?Oluyormuş…Kimi zaman sitem ettin, gözleri mi alacağına ayağımı, kolumu, işitmemi alaydın ne vardı, diye?Bir göz kalaydı bari, o birin yarısı kalaydı…Kaderin pazarlığı yok , yazı neyse , o… Sonra işte, aldık verdik, ben yaşadıklarımı anlattım, gördüklerimi, dışarıda olan biteni, sana…
Evet, ehbap çok, dost yok…
Herkes sevilmez, hak eden sevilir, evet…
Ayıbını örtenle, güzel söyleyenle düşüp kalkmalı insan…Güzel söz, ibadet, evet.
Kendiyle cenk eden, sözü acı olandan dinlenip dinlenip kaçmalı…
Variyetli başlayan ömrün, yokluğa düştü.Yurdundan yuvandan uzağa uçurdular seni, bir küçücük bohça kolunun altında.Beş yaşında ya var, ya yokmuşsun, savaşın ortasında kalınca, zabit abilerinin yanında yola koyulacağın gece göz kapaklarına sakız yapıştırdın, kapanmasın da anacığını daha çok göresin diye, koynunda uyurken…Bir daha görmek kısmet olmadı .
Anaların evladına hasretini, evladın atasına özlemini anlatamadın tekçe, bir bunu anlatamadın, dipli köklü yaşadığın için…Anlatmak için ağzını açtığında, ağlamak çıkageldi.
Birini eleştirip kınayacak olsak, ‘öyle demeyin, Allah’ın gücüne gider’ demeden duramazdın.Bir gün kayınvalidem isyan etti, ‘onun ettikleri de benim çok gücüme gidiyor’ deyiverdi, onun yerine tövbe ettin, ama, gerekçe arayıp durmuşsundur, böyle söylediğine…
Senin devrinden sonra, kırılan, kıyılan bir gençliğin analarını gördük, evladının ardına kalan, kayıp çocuğu çıkagelirse diye kapı takayı yıllar boyu açık bırakıp öyle uyuyan, hasret anaları.
Danışıklı döğüşle kumar masasına sürülen ömürlerin , çoluk çocuğun hayattan koparıldığını, nice zulümleri gördük.Büyük bölümünü sen de gördün zaten.Deniz’lerin asıldığı Hıdrellez gecesi onlara Yasin okudun, kinle kalbi çürümüş siyasetçilere inat.
Senin birkaç hikayeni anlattığım çocuk kitabım basılıp geldi geçen gün, güleç yüzle andım seni.Hoş, anmadığımız gün mü var?Cüzdanımda siyah beyaz bir vesikalığın var, gördüğün günlerde çekilmiş, yaa, ummazdın di mi? Giderek sana benzedim. Masallarını yele vermedim, hepsini yazdım, sonra bi yayınevinde ikisini kaybettiler, iki tek masal değil, iki koca kitap, anlı şanlı da bi yayıneviydi…Hayat, Fatma sultan, kayıpların, umulmadık işlerin, hasretlerin, inceliklerin toplamı, n’aparsın? Beni soracak olursan, hepsinden yana kısmetliyim, bir de bana akıllı pek selam vermiyor be anane…
‘Hayatı kendince güzelleştirip yaşayıp, direnip, dik duranla, hayatı sürükleyen hiç bir olur mu?’
Olmaz elbet. Neyse ki direnmek geni, zeka, hevesler anneden geçiyormuş, buna senin kadar ben de seviniyorum.
Ne güzel kadındın, boylu boslu, beyaz, cildin şıkır şıkır, parmaklar ince uzun…Seni , boyu omuzuna zor gelen bir kocaya vermişler, ortada adam mı varmış, harpte kırılmış hepsi, zaten eski devirde kızlar kocaya onu görmeden gidiyor…Bir bana anlattın evlilik hikayeni, herkesin her işinde, sır’rında, acı ve güzel gününde başında bitmişim. Ya merağımdan, ya hikaye beni çektiğinden. Bunu yazdım, ama, usturuplu, güzel sözle anlattım, kızma e mi, birileri çağları yaşar, acı çekerken, birine de hikayeyi anlatmak düşüyor, iyi ki öyle oluyor…
Harp vardı, yollar kapalıydı…Bunu ne çok dinledik senden…Sonra yollar açıldı, ülkem insanı gene bir göçe koyuldu, dünyanın her yanına gitti. Etrafın boşalıverdi, çocukların, torunların, giden gidene…Olsun, ‘dönüşlü yola gidiyorlar’dı, ‘buna da şükür…’
‘Şu gökte fink atıp duran jetler yazsa ya, göğün mavi katına; hayal kurması mecburidir diye…’
Hiç unutmadığım bir sözün bu…Torun çocuklarından biri F.16 pilotu oldu, bilmem ki yazmış mıdır, hayal kurmak mecburidir diye, göğün mavi katına? Yaz yaz dedim o kadar…
Bir gün Istanbul’dan bir hanımefendi aradı, tanımıyorum, numaramı bulmuş, söylemek istemiş, ‘biz’ dedi, ‘ananenizin femniz karıları, bugünkü toplantımızı onunla açtık, anı kitabınızda tanıdığımız bu güzel kadınla…’ Nasıl sevindim.
Ne güzelsin kız anane, niye biz sana çekmedik, dediğimizde tebessüm ettin.Ağız dolusu gül düğünü hiç görmedim, küfr etmek bir yana, niza yahut kaba söze bile gönül eğdirmedin.Çok konuşmadın, çok yemedin. Çok gezdin yalnız…Sonunda yirmi yıl görmeden oturacağını bilirmiş gibi…
Nasıl böyle olabildin, dediğimizde, oruçla, namazla dedin biz kulak asmadık elbet.Nasıl sapasağlamsın, ne dizin ağrıyor, ne kemik erimen var, bunca gurbet, bunca hasretle, çileli bir ömürle, harp varken ve yollar kapalıyken neredeyse yüz’e yakın yaşamak, nasıl? Evet, o da namazla oruçtan…Nafile oruçlarını saymıyorum hiç, şimdi tıp bize öğretiyor, doğrusu senin yaptığınmış, senin yemediklerinmiş, güzel ahlakmış, umuttan hiç kesilmemekmiş.
‘Aklımı alacağına, canımı al Yarabbi’, duan uyarınca, aklın başında yaşattı Rabbin.
Secdede can vermek isterdin , öyle oldu, dilin bile duada kaldı.
Kalıbımı basarım, aklın da dünyada kaldı…’Kimbilir fen ne icatlar çıkardı, hayata kolaylık katan neler bulundu, belki variyet bile geldi insanlara, analar ağlamadı,yollar hiç kapanmadı, hasret olmadı, insanlar gurbete dökülmedi ,’ diye…Şimdi daha beter be anane…Şimdi denizlere dökülüyor mülteciler, vatansızlar, yarınsızlar.Yarandan mı usandın, sorandan mı, misali, şimdi yara ve yaralılar bir yanda, kast’la aklı basmayanlar, bilmezden gelenler, yarası olmadığı için yaralamakta usta olanlar, zalimler, edepsizler, hainler,din bezirganı, ülkesini işgalden utanmazlar.
Hiç mi daralmadın?Daralmaz olur mu, insan olan? Daralmalar arası bir soluktu, mutluluk. Daralınca sulara söyledin, yakana söyledin…
Sık sık da manii attın. Atıştığımız da oldu…
Yurt dışındakinden daha çok beni gurbette saydın, ‘Tarsus mu daha gurbet, Mersin mi?’ dediğin aklıma geliyor, gülümsüyorum…Yarım saat daha gurbetti, evet, ah ah…
Kapanan yollar gibi, ihtilalleri de öğretti hayat sana, harpler gibi, örfi idareyi de. Mapuslar, darağaçları, genç ölümleri…Evdeki kıtlıkta un, kibrit, soğan varsa sorun yoktu, sana göre, bu üçü kadının tüfengiydi, ama, memlekette demokrasi kıtlığı varsa, hainler, tüfeği halka çevrilmişse, eyvah eyvah…
Kadına da çevrildi o tüfekler…Her gün bir kadın öldürülüyor artık…Tüfekle yapamayan hatırayı yerle bir ederek vuruyor, Zübeyde hanıma, senin kıymetli Gazi paşana gönülden yana veryansın ediyor kimileri.
Ne çekti bu memleketin anaları, anaç kadınları, yaşarken çektikleri yetmez gibi, ölümden sonra da çektiler…
Ödeşmeye çok şey gerek, ki ne yapılsa hakları ödeşilmez…