Ana SayfaYazarlarSevgili asıl Gandhi...

Sevgili asıl Gandhi…

 

‘Yolların kralı olmaz, kuralı olur’, dedi, başbakanımız.

 

Sizce de öyle sanırım, sevgili Mahatma Gandhi…

 

Elbet ilkin siyasi yolların…Dönderebejlerle çıkmaz sokakların da, kuralı olur, o siyasi yollarda… Bizim Gandi Kılıçdaroğlu'nun koyulduğu 'Adalet Yürüyüşü', zat-ı âlinizin 1930 yılında yaptığı 'Tuz Yürüyüşüne benzetiliyor. Kimileri ‘Gandhi yürüyüşe başladı’ bile dedi. Nedir yolların, tuzun, hatta kokan tuzun hikayesi acaba?…

 

Babanız, yani sahici Gandhi’nin babası Karamçand Gandi, Porbandar’ın baş veziri. Anneniz Pranami Vaişnava mezhebine mensup bir HinduBabanız daha önce üç evliliğinden birer kız çocuğu sahibi. Eşleri bilinmedik nedenlerle ölmüş. En son anneniz Putlibai ile evleniyor, dindar bir kadın, sizi de öyle yetiştirmiş. Küçücükken et yememe kararı alıyorsunuz, canlılara zarar vermemek için ve kişisel arınma için oruç tutmaya meylediyorsunuz. Keşke de yeseymişsiniz, yüzünüze yüz gelirmiş… Ana babanız ‘evlen’ deyince, peki diyorsunuz.Kasturba ile evlendiğinizde henüz 13’ünüzdesiniz ve 5 çocuğunuz oluyor, kaşektik ve çehre fukarasısınız, ama, oluyor işte…

 

Doğruluk, etyemezlik, pasif direnişçilik, şiddete karşılık, sadelik ve inanç, başlıca ilkeleriniz…Bizim Gandi’nin ilkeleri de, ne söylediği de, bizi m kafa karışıklığımızdan netleşip, sıralanamadı…Yoksa adam derinlikli, ‘öyle derin ki gözleri içmeye eğildim de, bütün’ neyleri orada gördüydüm, arkadaşlar?

 

Gençken hasta babanızın başında nöbet tutarken, dayanamayıp da eşinizle vuslata erince, babanız yanıbaşınızda ölünce, sizin için yeni bir yasa çıkageliyor. Ten hazzına son! Çifte utanç dediğiniz o durumdan sonra, cinsellikten vazgeçip, eşinizin de izniyle bekarlığı seçiyorsunuz. Bir meymenetsizliktir, gidiyor anlayacağınız ve bizim anlamayacağımız…

 

Avukatlık eğitiminiz ardından Galler barosuna girişiniz akabinde Hindistan’a dönüp, mesleği orada sürdürmek isteseniz de bi türlü ayar tutmuyor, işleriniz, halleriniz. Bir okulda öğretmen olarak çalışmaya başlıyor burada da başarı ve huzur bulamıyorsunuz.. Rajkot’a dönüp, arzuhalciliğe başlıyorsunuz. Burada da Britanya’lı subayla aranızda sorun çıkıyor, bu işin sonu da hüsran…

 

İş hayatınız mafiş, gördüğünüz ve zaten bildiğiniz gibi… Belki asıl aradığınız bunlar değil. Güney Afrika’da zulme maruz kalıyorsunuz. bir Hint şirketinde avukat olarak çalışmak üzere 1893'te gittiği Güney Afrika Cumhuriyetinde, yalnız Afrikalılara değil Hintlilere de ayrımcılık yapılan o yerde, birinci mevki biletinize rağmen üçüncü mevkiye geçmeyince, trenden atılınca, yola at arabasıyla devam , diyorsunuz. Sürücü sizi tekerlek üstüne buyur ediyor, Avrupalı bir yolcuya yer açacak çünkü.. Bunu kabul etmeyince, sürücünün hakaret ve şiddeti hayatınızın dönüm noktası….Kolları sıvayıp, Hintlilerin oy hakkını yasaklayan yasaya karşı çıkıyorsunuz. Yürürlükten kaldırtamasanız da, Güney Afrika’da Hintlilerin yaşadığı sorunları duyuruyorsunuz. yolculuk sırasında bazı otellere alınmıyorsunuz,mahkemede hakimin Hindu türbanını çıkarmanız emrine uymuyorsunuz.

 

Şiddetsiz direniş fikrine yoğunlaşmanız bunlardan sonra.

 

Ve hükümeti yönetemez hale getirmek…

 

Güney Afrika Hükümeti, Hint kökenlilerin özel bir kimlik taşımasını öngören kararnameyi kabul edince, 11 Ağustos'ta Johannesburg'da düzenlenen büyük protesto gösterisinde Satyagraha ilkesine atıfta bulunup, taraftarı şiddetsiz eylemlere çağırıyorsunuz.

 

Önce bir haksızlık ve onun yasakladığı şey bulunur, sonra bu yasak delinir ve yasağı delenler tutuklanır Tutuklamalardan sonra kitlelere ‘hadi eyleme!’ dersiniz. Kitle yasayı çiğneyince hapse atılır. Hapiste açlık grevi yaparak seslerini duyurmaya çalışırlar. Tutuklu çoğalınca, hapishaneleri denetlemekte zorlanan hükümete yasayı kaldır, denir. Hükümet de n’apsın, yasayı kaldırır. Bir hukukçu olarak yasalara saygısızlık olmasa gerek, bütün bunlar Yasağı her deldiğinizde, mapusu göze alıyordunuz. Satyagraha’cılar karşı çıkmak kadar, karşıdakini bu fikre inandırmayı da hedefliyor, sayenizde.

 

Nasıl da benziyor kimi Gandi’lerin ettiğine…E benzer tabii, aslı bu.

 

Yöntem işe yarar ve 1915'te Güney Afrika Hükümeti, Britanya ve Hindistan baskısıyla, uzlaşma için sizinle masaya oturmak zorunda kaldı.

 

Tarihin ‘kısmi’ dediği bu başarıdan sonra Hindistan'a dönerek, 1918 yılında Bihar Eyaleti'nde aynı yöntemleri izleyerek on binlerce fakir çiftçi, köylü ve serfi örgütleyerek sivil direnişe soktunuz. İngilizler tutukladı, insanlar protesto için, cezaevini sardı, koyverdiler gidin diye. Size 'Bapu' (Baba) ve 'Mahatma' (Yüce Ruhlu) diye seslenilmesi bundan sonra.

 

1920'de Hindistan Ulusal Kongresi'nin (INC) başkanı oldunuz ve Britanya'yı Hindistan'ı terke zorlamak amacıyla 'İngilizlerle çalışmama' kampanyası başlattınız. Ancak, Amritsar'daki toplantı sırasında İngiliz polisi silahsız halkın üzerine ateş açıp, 400 kişinin ölümüne, yüzlercesinin yaralanmasına neden olunca, kan dökülmesin diye direnişe son verdiniz. Ertesi yılki kampanya, İngiliz ürünlerinin boykotu, hükümet görevlerinde çalışmama, mahkemelerin yetkisini reddetme, çocukları okullara göndermemek.

 

Bozgunculukla suçlanarak altı yıl hapse mahkum edilseniz de, halkın baskısıyla iki yıl sonra serbest bırakıldınız.

 

1928'de Hindistan'a bir yıl içinde dominyon statüsü verilmesi teklifine İngilizlerin olumlu cevap vermemesi üzerine önce INC, 26 Ocak 1930'da bağımsızlık ilan edilerek 12 Mart 1930'da 78 satyagrahis yoldaşınızla ünlü Tuz Yürüyüşü'ne başladınız.

 

Yürüyüşün amacı, 1762 yılında Doğu Hindistan Kumpanyası'nın mirası olan ve yılda 25 milyon pound'luk vergiye kaynaklık eden Tuz Yasası'nı (Britanya'nın tuz tekelini) ihlal etmek için denizden tuz çıkarmaktı. Yürüyüşe başlamadan Britanya Genel Valisi Lord Irwin'e bir mektup yazıp, yasanın kaldırılmasını, değilse, şiddet içermeyen bir direniş yapacağınızı bildirdiniz. Yürüyüşe yolda binlerce kişi katıldı. Hint Okyanusu kıyısındaki Dandi köyüne kadarki 388 kilometrelik mesafeyi çıplak ayakla 24 günde katettiğinizde 61 yaşınızdaydınız. 6 Nisan sabahı İngiliz polislerinin şaşkın bakışları arasında denize yürüyüp, çamurlu bir topak tuzu tatlı suda yıkayarak ufalayarak, bir Hindu'nun tuz çıkaramayacağına dair Tuz Yasası'nı çiğnediniz.

 

Köylüler de sizi izledi, deniz kıyısına akın ederek tuz çıkardı.

 

60 bin eylemciyle birlikte hapse atılsanız da, yasayı işlevsiz kıldınız. 2 Ekim doğum gününüz, ulusal tatil ilan edildi. Sonradan, 2007’de BM.  Oybirliğiyle bu günü Dünya Şiddete Hayır Günü, ilan etti. Çıkrık ile örülen geleneksel dhoti ve örtü gibi giysilerinizi kendiniz yaptınız.

 

Bizim Gandi beş yüz liralık gömlek giydi, daha işin başında, ‘arkadaşlar almışlar’ dedi, kendi yok şimdi, Allah’ı var…

 

İlkin vejetaryen iken sonra yalnız meyve yediniz. İyi besleneydiniz hem et tutardınız, hem yüzünüze yüz gelirdi, hoş hangi Gandi öyle oluyor ki, çatıda var bir kusur.

 

‘Allah’ın gücüne gider kızım, deme öyle’ dese de ananem, pek çirkinmişsiniz üstadım, hep öyle oluyor bu Gandi’ler…Hadi siz, çirkin mirkin üretken bir yazarmışsınıznız.1960’da Hint hükümeti bütün eserlerinizi basmış.

 

H.Kallenbach, hani o vücut geliştirmeci atlet ile olan ahbaplığınızı, mektuplaşmalardaki ima’yı , yorumları ben bilemem, bilmek istemem…Merak da etmem…Şeyi ederim ama, iki yanınızda iki çıplak kadınla uyuyup, nefsinize hakim olmanın, kitleye önderlik etmede size ne kattığını? Sofrada bak bak, elini uzatma, döşekte yat yat, dokunma, cıs, ortada kuyu var, yandan geç…

 

Nereye kadar ve niye? Gandi olmak nice tuhaflığı beraberinde getiriyor olabilir mi, sizce de? Bundan ötesi ne başarı ne başarısızlık …Bir karmaşa. Britanya Başbakanı ülkeyi ikiye bölme planını resmen açıkladı. Dinsel birlikten yanaydınız, bu kararı ‘akli trajedi’ olarak nitelerken, geriden, bu ayrılığı desteklediğiniz ileri sürülüp, eleştirildiniz. Bu Gandi’ler hep öyle oluyor demek, her iki yana her iki türlüsünü de söylüyor… 15 Ağustos 1947'de karar uygulamaya konarak, Hindistan ve Pakistan ulus-devletleri kuruldu.

 

Sonra işte, 948’de radikal Hindular sizi öldürmeye karar verdi.

 

30 Ocak 1948'de 500 kişinin ortasında, bir dua sırasında, Hindu bir gazeteci çekti vurdu sizi, üç kurşunla öldünüz.

 

‘Siz kendi elinizle teslim etmedikçe, kimse kendinize olan saygınızı elinizden alamaz.’ Diyordunuz, elhak doğru…

 

Ben neymişim be abi, dercesine sırıtmadan, derin bir tevekkülle, alçak gönüllülükle tebessüm ediyorsunuz her karede…

 

Gandhi olmak yahut öyle ilan edilmek insanın kendine olan saygısını kendi eliyle çırpıp atması demek değil. Tersine, o saygıya sahip çıkmak demek.

 

Attığı her adımı, gösterdiği her hedefi, yaptığı her yorumu akıl darasında tartması demek…

 

Diline sahip çıkmak demek…

 

Demek ki neymiş, yolların kralı olmazmış, kuralı olurmuş…

- Advertisment -