Bugün sizin gününüz…
Haziran’ın ilk Pazar’larını babalar günü sanıp, yanılıyoruz.
Ne zaman gazeteler çarşaf çarşaf pahalı hediye ilanları vermeye başlıyor, anlıyoruz, bu Pazar işte o Pazar, babaların Pazar’ı…
Traş makinası, en ucuzu buydu, üç yüz lira, sonra epey indirimli fiyatı bile üç bin liracık olan televizyon, hatta araba ilanları yayınlanırken ekranda, babalara alınsın diye, haberlerde sekiz aylık hamile eşini bıçaklayarak öldüren babanın haberi geçti…İyi örnekler mi giderek azalıyor, yazılı görsel basın mı melanet olanı veriyor, bilemedim?Cinnet getirip ailesine kıyan baba bir yanda, öte yanda bir darbeyi, işgali, hayatı bahasına durduran kahraman babalar öte yanda…
Dünya bir tuhaf oldu, siz babalar zaten tuhaftınız, dahası oldunuz.
Ömrüm baba hikayeleri dinleyerek geçti…Dağılan ailelerin, terk çocukların, suça itilen kadınların tarihindeki babaları.Babalanarak ömür ziyan edenler.
Bir var ki, zor zamanların, toplumların , insanların zor gününü onaran, kurtaran, gene onlar.
Baba şöyle, böyle, peki ömür ipeğin çözerken kasnağı tutanın, iğneyi dürtenin çocukların hayatında hiç payı yok mudur?Suç hep babanın mı?Ailenin öteki üyeleri sütten çıkma ak kaşık mı?
Hele toplum?
Siz babaları aklama derdinde değilim, çünkü acizane görüp bildiğim bu tartıda sizin kefenin suç ve sorumluluğunun çok olduğu, daranın aşağı çektiğidir.
Baba bir evin de, toplumun da şansı, yahut şanssızlığı.
Hele ki kızların…
Babasını andıran erkek kardeş varsa, kızın kaderi katmerlenir.Seçeceği erkek de yetiştireceği oğul da bellidir.Mesleği bile.Baba yorgunu çocuklar kendi başını bağlayamaz, ama gelin başı bağlamaya kalkışır, dertliye derman olacağı mesleklere yönelir.
Ananeme göre erkek sözün tadını ekşiten, bir de çay keyfini kaçıran…(Kimbilir, belki ondandı, kadınların hamur , yoğurt mayalarken, ya da bandırma batırırken, erkeği ayak altında istemediği…)
Aslında onsuz olunmayan, kapıda çizmesi dursa, evi korurdu.
Garibim ananem, aslında erkekte pek az şey arardı, ‘Ah Benim Akortsuz Kalbim’de yazdıydım:’Erkekte çok şey aranmaz.Kapıda çizmesi dursa, gölgesi yeter. Ama, birazcık boylu olursa, iyidir, kapılardan sığmamalı, erkek dediğin.’(Bunu söylediği yılları düşünürsek, günümüzün 1.90 ve üstüne karşılık geliyor…)
Başka, anane?
‘E, bu kadar yeter, ortada koca mı var, baba olacak adam mı?Bulduğunla yetincen, ama, kaşlı olacak, muhakkak kaşlı adama varın. Çatık kaş en iyisi.’
Durup, ekler hemen, ‘alnı secdeye değmiş, itikatlı kişi olsun.Elinde bir hüner, mutlak şart…İki dönüverecek kadar oynamasını bilsin, sesi kalın olsun.Türkü söylemesini mırıldanacak kadar da olsa, muhakkak bilsin. O erkek geçerken, geçtiği yollar gülsün…’
Oldu…Gözlerim doldu…
Ben bu beklentisizlik (!) listesini rahmetli Dağlarca’ya anlatırdım, bilen bilir, tebessümü bile gramla olduğu halde, ananemin anlattıklarına, en çok da bu erkek/baba kriterlerine kahkahayla gülerdi…
‘Dili tatlı olacak, mutlaka…İyi yerin evladı olursa en iyisi o.Helal süt emmiş, elinin emeğiyle ekmeğini kazansın, yani zenaatkar.Dul karı çocuğu olmasa iyi, ama, bulması zor.Haram lokma girmesin, ağzına, çocuklarının kursağına da sokmasın…’
Eee, daha?
‘Ağzı gevşek olmayacak bi kere…Tasarrufu bilecek, ama, karısına iki metro ipek kestirmesini de bilecek.Eli harama, başka kapının tokmağına zinhar uzanmayacak…’
Kanaatkârmış, ananem, O.Wılde’ın dediğigibi, ‘herşeyin en iyisiyle yetinirmiş’ meğer…
Sonradan sonraya baba eleştirisi ağırlaştı ama, o alafucuruk bozduman zamanları gördü, bir asır yaşayınca…Hem ortada koca da kalmadı, baba olacak kar’atta adam da, hem meylettikleri esaslı kadınlar olmadı, kendi cinsleri oldu, kalanlar da ya dul, ya ihtiyar, ya çocukluydu.
Seç beğen al…E işte, anlıyordu insan, koca dediğin bir konca gül değil idi, öyle olayıdı koca demez, konca gül derlerdi.
Baba dediğinin kimi sahici kahraman, kimi çizgi kahraman, ya Dalton, ya Temel Reis, ya Zagor, profesör ya da…Kimi roman kahramanı, Kröyçer Sonat’ın esas adamı, dibine kör yanan mum, yani. Kimi alemi ışıtma kalemşoru, kiminin gözünü gönlünü kan bürür, dili iki yanı keskin kılıç, yahut eli bıçaklı, kadına ve evladına kıyan…Kimi fazilet örneği can sıkıcı, kimi daldan dala uçup, evine zor konan. Çocukların kayınbaba evinden hazır geldiğini sanan, tüm yükü anaya yıkan…Kimi kimden kaç evladı olduğundan habersiz. Kimi kahveden, demhaneden eve gelmez.
Kimi ülke kurtarcam derdinde, çoluk çocuk babadan alacaklı…
Erken çekip giden babalar var bi de…Mızıkçılık edenler…Küçük yaşta babasız kalan erkek çocuklar lider ruhlu oluyormuş, örneği çok.
Bir hastamız vardı, Urumeliliydi, ölümünde çocukları ardından dediydi ki, ‘hiç incitmezdi bizi, sözle bile vurmazdı, geciktiğinde yollara bakardık, onsuz hayatın tadı nasıl olacak?’
Şaştıydım. İncitmeyen, sözle bile vurmayan baba olurmuş demek, diye, bir de baba eksikse hayatın tadı olmazmış diye…Demek baba elinde örselendiği için, hayatla başa çıkabilen çocuklardık biz, bu da sekseninde büyük ikramiye çıkması gibi bir iş, züğürt tesellisi…
Babalar…Hayatın paşası geçinenler…Madalyası gazoz kapağından…Babadan bitap düşmüş yorgun çocukları hep sevdim. Baba büyütmekten yorgun düşmüş küçük çocuklar, dünyanın en ağır işçisi…
Günümüzde, iyi babalar kadar, onların misliyle fazlası babaymış gibi yapanları gördükçe, bir zamanlar bir Yörük kadının, ölmüş kocasından sözederken, ‘öyle bir er idi, öyle bir baba idi benim rahmetli, gökten kapardı ekmeği, yerde yavrularını doyururdu’ dediydi, hiç unutmam.
Acaba dünyanın anlı şanlı darbecileri, faşist diktatörleri babadan yana şanssız adamlar mıdır?
Peygamberimiz, yahut Gazi paşa ya da onlar benzeri kurtarıcı, yol gösterici, düzen kurucular, toplumsal baş çekiciler, sanatta üstün kişiler, babasız kalmış olsa da, mayası iyi önderler mi?