Koskoca bir lidere böyle seslenilmez, biliyorum, ama, ne çare Leyla Umar’dan sizi ve size olan hayranlığını dinleye dinleye böyle olduk, sınıf arkadaşı gibi…
Sizin dünyamıza ve Küba’nıza veda’ınıza on yıl falan vardı, onunkine de elbet, ama, gelin bi de bize sorun, Leyla’nımcım sanki genç bir kadındı, Fidel derken ağzından on Fidel daha dökülürken ve siz de yakışıklı bir erkektiniz. Ayvalık Hayat Bahçesi’nde bulduğu yere oturmuş , ağzının içine bakanlara duygularını öylesine anlatmıştı ki, bu muhabbetin üstüne gökteki testeker ayın şav kı vurunca bir masala yazılmıştık hepbirlikte.
Sonra fincanın telvesinde çıktınız, gülmeyin, aynen öyle oldu, hatta fincana sığmayınca siz olduğunuza vehmetmiştik, yarınız anca sığmıştı. Minnacık fincana koskoca Fidel nasıl sığaydı? Sevgili Umar pürdikkat dinliyordu fincanda okuduğumuzu, ne çare umduğunu diyemiyorduk. Çaresiz kalınca, ‘sizi’ dedik,’ buluşturalım’. Nasıl edecektik, o kadarını sormayınız. Mektupyazacaktık size, ama, öyle dokunaklı olacaktı ki, gelecektiniz. Ayvalık’tan teknelerle denize açılacaktık, siz Yunan karasularının bitiminde bizi bekleyecektiniz, tam sınırda tekneler kavuşacaktı, o, ‘Ah, Fidel’ diyecek, ben üç nokta koyacaktım, elbet mehtab da olacaktı, masal mehtapsız olmaz.
Masaldan çık, küle gel, olacak iş mi?Nicedir size yazmayı hayal ediyordum, niyeyse bugün yaz ıyorum ve bir baksam ne görsem, 27 Kasım günü yakılmışsınız, giden yılın bugününde bulutlara karışmışsınız…Bu yazı cinleri bazen böyle eder, insan kendi de şaşar.Kopya mı veriyorsunuz bana , nedir?
Miniminnacık bir Fidel var kütüphanemde, Umar’ın hediyesi, keramik, sanırım seri üretim. Koca sakallı, sırtı tüfekli, asker urbalı, pek dik bakıyorsunuz, gözlerimi kaçırıp mektubuma dönüyorum.
Düşünmeden edemiyorum, geçen yüzyılın, siz gibi, hatta sizden fazla yerini koruyan iki kişi olduğunu, kraliçe 2.Elizabeth ve Tayland kralı…Tayland kralı da sizle aynı zamanda öldü, ama, sizi yakıp külünüz göğe savurdular, onu pambıklara sarıp sakladılar, şu sıra dünya kadar milyon dolar harcayıp, altına batırıp öyle yakacaklar.İlkinin maşallahı var, gelini gömdü…Hoş, gelin gittiğinde siz daha buradaydınız.
Evet evet sizin emperyalizme karşı şanlı direnişiniz, Sir Castro…
Dünyanın jandarması ve başörtmeniyim sanan Amerika hazretleri bizim sınıfa parmak salladığında yahut toptan disipline verdiğinde sınıfı, yani hepimizi, bizim bazılarımız’ AB’siz ve ABD’siz olmaz, nasıl olur, Amerika, bize buyur Allaşkına’, derken, onuru dibe vurup, bir yandan sizin emperyalizmle nasıl dişediş mücadele ettiğinizi söyleyince, alıyor beni bir gülmek, haşa huzurdan…Toprağınız ağır gelmesin diyeceğim, ama, sizde toprak falan yok, hem kendi mülkiyetinizde olanı, hem Küba toprağını Kübalılara dağıttığınızdan , sizden için bulutunuz ağır gelmesin demek daha doğru …
Fidel Alejandro Castro Ruz…Küba nam memlekette doksan yıl yaşadınız, hukuk okudunuz, Comandante diye anılmayı yeğ tuttunuz. Komutan yani…
Bu şanlı savaşımın (!) negatifi Che, aslında, siz onun rötuşlusu belki…1959’da Che’yi 26 Temmuz hareketine inandırıyorsunuz.Gerilla savaşınız Batista’yı devirince sosyalist düzende ekonomi bakanı oluyorsunuz. Sonra sonra enternasyonal savaşı yaymak için Bolivya’da gerilla hareketini yürütmeye girişince Che, o hep genç ve ölümüne devrimci olan, 1967 Ekim’inde La Higuera’da Bolivyanın eline düştüğünde öldürüldü. Öldürülmekle kalmayıp, o güzelim elleri, hastalara şifa, tüfeklere destek elleri bilekten kesilerek.
Kruşçev sizin ülkeden nükleer silahlarını çekince onları itelediğiniz, sonra buzları eritmek için yoldaşınız Che’yi gözden çıkardığınızı söylüyorlar, ben diyenin yalancısıyım.
O.Stone sizi anlatan belgeselinde, ki yirmi saati aşkın bir belgeselmiş ve sizin ayar vermenizle iki saate sıkıştırılıp gösterilmiş. O belgesel çekimlerinde siz üniformanızı çıkartmıyorsunuz elbet, ama, ayağınızda spor ve ünlü bi marka ayakkabılar var.Yapımcı pabuçlara yakın çekim yapıp, ‘ bu ne iş comandante, hem tavır al ABD.ye hem bu markayı giy?’ diye sorunca, ayağınızdan çıkartıp , adamın gözüne sokuyorsunuz, ‘made in Cuba’ etiketini.
1959’dan bu yana ülkenizi seçimsiz yönettiğiniz, yönetemez hale gelince de kardeşinize devretmeniz kimilerinin bayıldığı, aslında manidar bir durum.
Batisca’ya karşı ilklerde Amerikanya desteği alıp, sonra gerilla savaşı örgütleyerek o rejimi yıkansınız sonuçta ve ülkenizin onların kara para aklama merkezi ya da fuhuş bahçesi olmasına hayır diyensiniz. Ama Allah için söyleyin altmış yıl boyunca niye demokrasiye meyletmediniz? Küba medyası sizin denetiminizde, muhalefet yok, o halde no problem.
Bizi soracak olursanız Comandante, muhalefet bizde de varla yok arası, kimilerimizin derdinin demokrasi olup olmadığı tartışılır günlerdeyiz. Girdiği her seçimi kazanan bir lidere diktatör deniyor, altmış yıl boyu demokrasiye bi türlü dümen kıvırmayan size ve seçimlere cıs diyen yönetiminize övgüler düzülüyor.
Sizinkilerde ille kadınlar ne kadar mutlu, tartışılır. Gündüz en güç işlerin belini büküp akşam olunca gece klüplerinde çalışıyorlarmış duyduğumuz kadar, yoksa aç kalınıyormuş. Gıda yardım kuyrukları da halkın sosyalleşmesine yarıyormuş.
Amerika’nın darbeler geçmişinde Küba hafif bi sersemlik olmaktan öteye geçemedi ve niyeyse size demokrasi ihracedemedi, ya da etmek istemedi. Onca başarısız darbe girişimi, 961’deki Domuzlar körfez çıkartması vız geldi tırıs gitti.
Ufaktan ufaktan vites büyüttünüz, 975 yılında ‘emperyalist zincirin en zayıf halkaları’ diye nitelediğiniz Afrika ülkelerine asker gönderdiğiniz ve bunların sayısının kırk bini geçtiği doğru mu, comandante? 89’da safınızdaki , Afrika’da çalışan general Ochoa’yi vatana ihanet etti diyerek kurşuna dizdirdiğiniz peki?
Artık bu halleri bulunduğunuz diyarda Che’ye lisan-ı münasiple siz anlatırsınız. Amerika’dan sonra Rusya ile ettiğiniz ülfeti de…
Asker değildiniz, ama, asker üniformasını sırtınızdan eksik etmediniz.
Batista baştayken iki yıldır avukatlık yapıyordunuz. Milliyetçi/ahlakçı Ortodoks partisinden aday da olmuştunuz. Batista’yı indirdikten 61 yılına kadar ‘ben komünist değilim’ deyip durdunuz.Sosyalist halk partisi başta sizden yana değildi, ama toprak reformu yapınca siz, iş değişti.
ABD , Küba’nın en önemli dış satım kalemi olan şeker kamışına ambargo uyguladı, kaldı mı tek alıcı SSCB…Siz de n’apçanız gayrı, yakındaki düşmana uzaktaki güçten medet umdunuz.
Temsilci demokrasi, iyi ekonomi ve sosyal adaleti hedeflediğinizi söylerken, acilen marxsist oldunuz.
Bir zamanlar Rusyanın nükleer silahlarını ağırlarken, sonraları turistleri zaman yolculuğuna çıkaran bir fon ülke yaptınız. İlginç mimarisi olan yapıları önünden ellili yılların Amerikan yapımı otomobiller geçiyor, Havana’nın. 2014 yılında nasıl olduysa artık, iyi saatte olsunlar mı işe karıştı nedir, Amerika’nın size uyguladığı ambargo kaldırıldı.
Yılanın sevmediği Yarpuz otu, derler bizim buralarda, o da deliğinin dibinde biter…Siz de Amerikanyanın dibinde biten yarpuz otu oldunuz, bir ömür boyu. Pekçok ünlüyle ülfet ettiniz, başta Marguez, Sartre, Muhammed Ali, Malcolm X… Peki Nutuk yoldaşınız Che’nin başucu kitabı nasıl olabildi, 2002 yılına kadar başka dile çevrilmediği halde?
Lavgarlık ettik comandante, bir komutanın başka ve yalan bir dünyadan gelen bunca lafı dinlemeye dermanı ve zamanı olmayabileceğini unutarak…Hoş, siz bi vakitler BM ‘de 4 buçuk saat süren bi konuşma yapmıştınız di mi, eh, onun yanında bizimkisi hikaye…Hem orada zaman sonsuz, bir fısıltı olarak da olsa kulağınıza çalınır belki, mektubumuz.
‘Yağmur komünisttir, herkese eşit yağar, rüzgar ise kapitalist; zayıf olanı yıkar’
‘Bir devrimcinin sahip olduğu en önemli özellik, Aşk’tır’
‘İyilik yapmayı sürdür, karşındaki o iyiliğe layık olsun olmasın, sen o iyiliğe layıksın’
Ardından, söylediği ileri sürülen nice sözden yalnızca üçü, Che’nin söylediği…
Aranızda dağlar, denizler, uçurumlar…Aynı darada tartılamayacağınızı en azından siz biliyor olmalısınız…
Che’ye ve ellerine selam ediniz…
Biz de her ikinize selam ederiz, benden Leyla’nıma da selam söyleyiniz, artık hep özlediği uzun söyleşiyi yapıyor olmalı, sizle…