Ana SayfaYazarlarSevgili Karl Marx,

Sevgili Karl Marx,

 

Devrimci kavramının içinin boşaltıldığı şu günler canım sizinle söyleşmeyi nasıl çekti, anlatamam…

 

1800’lü yıllardan sonra dünyamızda olan biteni görseniz, yahut malum olsa, hele ki biz gibi ülkelerdeki çekişleri, kimbilir ne derdiniz?

 

O esaslı kitaplar, yanı sıra büyük bir aşk, toplumsal olayların/yasaların tamamıyla derinden ilgilenip, görüş bildirmek, çocuklarınız, esaslı dostlarınız, hayatın kendisine esaslı aktör olmak, suflörsüz, desteksiz, ekonomik koşulların en ağırıyla, alıştığından geri kalarak, aşkın ve ailenin acılarını çekip, cansiparane mücadele ederek yaşamak nasıl bir yaşamaktır öyle?

 

Şarap ve Latin kültür bölgesi Treves’te 5 Mayıs 1818’de doğmuşsunuz, boğa’sınız, azimli, katı, inatçı…Yanısıra, sabırlı, sorumlu, insancıl…O zor hayatın sonunda bayrağı burcun en tepesine dikmenizde burcunuzun da payı var, belki.

 

Kapital’de yeri olamaz elbet, ama, dünyada artık proleterya ve işçi haklarından daha fazla konuşuluyor, bu burç denen marifet…Latife ettiğimi , deha sınırında at oynatan zat’ınız kadar olmasa da, umarım birazcık anlar, zeki olduğunu sanan sınır zekalı yorumcular da …

 

Babanız devrimci değil elbet, liberal bir hukukçu ve sizi 18.yüzyıl filozofları öğretisine göre eğitiyor. Meslekdaşı,önemli makam kişisi bir baron da sizi pek sevip, Homer, Shakespeare ve Cervantes verip okutuyor.Komşusunuz zaten, birkaç adım ötenizde oturuyorlar. Ne oluyorsa oluyor, edebi romantizmden bireysel romantizme geçiyor ve âşık oluyorsunuz, baronun, sizden dört yaş büyük kızına…Henüz 12’nizdesiniz, Jenny 16…

 

Aşkınızın belgesi yok. Nasıl olsun? Ama asaleti var, tarih yazmış biz sonrakiler ibretle okuduk.

 

Hukuk okumaya Bonn’a giderken aşktan perişansınız.Gizlice nişan takacaksınız, ders yılı bitince. Kız Prusya asillerinden, üvey kardeşi hayat boyu sizin bir numaralı düşmanınız, içişleri bakanı bile olup dikiliyor karşınıza. Baldızlar derebeylere gelin gitti, zavallı Jenny size gelin geldi.

 

Paranın ilmini yazan size olan derin aşkı, onu parasızlığın ustası yaptı, kızcağız işlemeli yatak takımlarını, gümüşlerini sattı, aç yattığı sayısız gece oldu.

 

Sevgiliniz ailesine açılamadı, nasıl açılaydı?Parasız öğrenci, asil ve varsıl kız…Sonradan Hristiyan olmuş bir Yahudi olan siz ve büyük Protestan ailenin kızı, üstelik kız büyük, oğlan küçük…

 

Babanıza içinizi döküyorsunuz, kıza yazmak tehlikeli, siz de aşk mektuplarınızı kendi babanız aracılığıyla iletiyorsunuz.Şiirler döktürüyorsunuz bu arada, ey aşk sen nelere kaadirsin.

 

Çılgın aşıksınız, Kapital öncesi şiirle siftah ediyorsunuz. Babanız çaresiz, ‘ne yazık ki mantık her şeyi çözmüyor.’ Demekten başka elinden bir şey gelmiyor. Böyle duygulu olmanızdan korkuyor, haklı adamcağız, duygunun doğruya çıkıp çıkmayacağını o da bilemiyor.

 

Gidip kızı resmen istiyorsunuz, kesin olarak reddediliyorsunuz…

 

Bir yıl sonra Jenny derin bir sabırla, ama, kitaplar ve fikir tartışması yapabildiği kişilerle oyalanmakta. Paradan başka şey düşünmeyen insanları keskin zekasıyla eleştirip, hicvediyor, ona göre ölçüsüz kazanma hırsı ve burjuva uğraşları tiksindirici.

 

Ne çok çalışıyorsunuz…Nasıl dayanmış bünyeniz bunca fikir işçiliğine, öğrenip, öğretmeye, yazmaya, aşkla tükenmeye, iyi bir âşık, çok iyi bir baba olabilmeye?

 

1841’de artık doktoranızı yapmış, üniversitede görev almışsınız, ne çare hâlâ nişanlısınız…

 

Mektuplaşmaktan gayrısı elden gelmiyor henüz. Jenny size ‘sonunda siyasete atıldın, insan boynunu en iyi bu yolla vurdurur zaten’ diye takılıyor.

 

Birkaç yıl arayla babalarınız öldü, kayınbirader Jenny’le aranıza girmeye kalkmış olsa da, onu kim takar?

 

Takmaz da, zengin değilsiniz, geride 7 kardeşiniz daha var.Anneciğiniz size’ vazgeç bu sevdadan’, diyor. Ona göre siyaset de çılgınlık;’ ondan da elini eteğini çek oğlum, diyor, para kazanmaya bak sen…’

 

Siz 25, o 29 yaşına basınca ancak, evlenebildiniz… Keşke kızı kaçıraymışsınız …

 

İki insanın güçlü bir aşkla bağlılığı size göre ancak kadınla erkek eşitse varolabilir. Böyle düşünürken, burjuva evliliğini kıyasıya eleştiriyorsunuz…

 

Engels’le yazdığınız kitaplarda Fourier’e atıf yapıyorsunuz;’Tarihsel gelişimi belirleyen kadınların özgürleşme oranıdır.İnsanlığın zorbalığa karşı kazandığı zaferin bulunduğu nokta kadının erkekle, zayıfın güçlüyle karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumdur.Kadının özgürlük derecesi toplumsal özgürlüğün doğal ölçüsüdür. Kadının aşağılanması, uygarlık ve barbarlığın ana unsurudur. Şu farkla ki, barbarlık basit yöntemler uygularken, uygar sınıf kusur ve ayıplarını karmaşık varolma yöntemine, belirsizliğe ve ikiyüzlü bir çift anlamlandırmaya yükseltir.

 

Kadının esaret altında tutulduğu bir toplumda, hiç kimse erkek kadar ağır cezalandırılmamıştır.’

 

1844 Elyazmaları’nı yazarken diyorsunuz ki, ‘işte erkeğin sonsuz aşağılanması, kolektif şehvetin avı ve metaı haline gelmiş kadınla ilişkisinde ortaya çıkar. Erkek kadın ilişkisi, bu en doğal insani ilişki, erkeğin ne ölçüde insanlaşmış olduğunu gösterir.Bu ilişki, geleceğin erkek için ne ölçüde bir ihtiyaç haline geldiğinin ve hatta giderek, birey olarak erkeğin ne derece sosyal bir varlık haline geldiğinin göstergesidir.’

 

Ve aşk eleştirel ve Hristiyan olmayan bir materyalistti, nihayet aşk bir insandan, “bu duygusallıktan uzak yaratıktan”, başka bir insan yaratmaya kadar giderdi…Bu nesne, ancak bir başka egoda doyuma ulaşır, bencildir bu duygu, çünkü herkes başkasında bizzat kendi aslını araştırır…Böyle düşünmektesiniz…Üstelik bunu, komünist bir dünya teorisi geliştirirken düşünüp yazıyorsunuz…

 

İlk kızınız doğduktan sonra Fransa’dan sınırdışı ediliyorsunuz, 24 saat içinde…

 

Neyse ki Engels varmış… Onun ihtilalci düşüncelerini kötü kötü izleyen babasının baskısından kaçıp, Brüksel’e gelir. Birçok dili bilen, hayata aşık, bütün sanat dallarını ve edebiyatı seven şakacı ve keyfli arkadaşınız…

 

Tek tük telif gelirken, ikinci çocuk da çıkagelir…  Peşisıra da ilk oğul doğar.

 

Hem ardı ardına anne oluyordu karınız, hem sekreterliğinizi yapıyordu, 1848’de yayınlanacak Komünist Manifesto’yu tekrar yazdı, sizin elyazınız okunaksız olduğu için, matbaaya gitmeden kitaplarınızı temize çekmek zorundaydı.

 

Ne Tolstoy ödeşebilir Sofia’yla , kitaplarını temize çekmesinin emeğini, ne de siz, Jenny’le…

 

Evinizdeki siyasi toplantılara katılıyor, sekreterliğinizi yapıyor, kitapları temize çekiyor, çocuk doğurup büyütüyor, gece gündüz okuyup yazıyor…Ama yoksulluk dizboyu…İngiltere demiryolları kumpanyasında büro memuru olmak için bilimsel araştırmalardan vazgeçmeyi bile düşünüyorsunuz. Londra’nın harap bi mahallesinde oturuyorsunuz ve kirayı ödeyemeyince ev sahibi altı ayın sonunda kapı dışarı ediyor.19.yüzyılın ikinci yarısında boğaza kadar borca batmışsınız, verem küçük oğlunuzu çekip alıyor, bir yıl sonra kızınız doğsa da o da ömürsüz…Eşiniz ve siz de hastalanıyorsunuz…’Ne mutlu ailesi olmayana’ demek zorunda kaldığınız yıllar…

 

Yaşadığınız en fırtınalı zamanda evdeki yardımcınız, ailenizin sevgilisi Lenchen’den bir oğlunuz oluyor, o ara diyorsunuz, ‘çocuklarım olmasa intihar ederdim’ diye.Karınız affediyor, konu kapanıyor.

 

Çocuklarını çok seven, usanmadan onlarla oyunlar oynayan bir babasınız. Size göre çocuklar ana babasını eğitmeliydi.

 

Kadın ve çocuklara kötü davranışa dayanamayan soylu kişisiniz.Bir gün otobüste giderken, imdat isteyen bir kadına yardıma koşmak için atlayıp kalabalığa dalıp, kurtarmak istediğiniz kadın, kocasının eve götürmeye çalıştığı sarhoş bir kadın çıksın mı… Geç fark edilen bu durumda kavga eden karı koca barışıp, kadın sizin görkemli sakalınızı çekiştirip, etraftakiler de üstüne vazife olmayan işe karışan mel’un yabancı deyince, polisler sizi zor kurtarmış… (Alıntı: P.Durand.Karl ile Jenny Marx…Logos y.evi)

 

Jenny ölüyor, sizin de bir yanınız ölüyor…Çalışmalardan vazgeçip, matematikle oyalanıyorsunuz, ama, acı geçmiyor…Bir yıl sonra büyük kızınız da ölüverince, yıkılıp, artık toparlanamıyorsunuz. Çalışma masanızda otururken, yani çalışırken ölüyorsunuz, 65’inizdeyken henüz…

 

Örnek bir kişisiniz, elbet su katılmamış bir Marxist…

 

Benzeri az bulunur bir aşık, esaslı babasınız.

 

Kızınız Laura Kübalı tıp öğrencisine aşık olduğunda, damat adayına 1866’da yazdığınız mektup hem gülümsetiyor okuyanı, hem içini cız ettiriyor…Mektuptan haberdar olmayan kızınız aşka iki yıl direniyor, sonunda evleniyor o delikanlıyla.

 

Dahi olmak kolay değil…

 

İnsanlığa örnek bir kişi olarak onurlandırdınız dünyamızı…

 

Keşke bütün anlatmaya çalıştıklarınızı, aşkı ve aileyi anlattıklarınız gibi anlayabileydik…

 

Ve keşke kendini devrimciden sayan yarım akıllılar, dar ufuklarıyla marksizme yazıldım sanan ham ervahlar da kitaplarınızı, fikirlerinizi zerrece anlayabileydi… Belki dünya daha iyi bir yer olurdu…

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik