Ana SayfaYazarlarSevgili Kör’ler,

Sevgili Kör’ler,

 

Dünyayı derinden görenler…

 

Bu hafta sonu küçük bir operasyon nedeniyle  az görünce, görmeyen dostlarım, yakınlarım nedeniyle bildiğimi sandığım konuyu aslında hiç bilmediğimi anladım, kimsenin  bilemeyeceğini de…

 

Homeros, Borges, yarı kör Yaşar Kemal, Ray Charles, Âşık Veysel,  Rodrigo, Kâni Karaca, dostum Muammer Ketencoğlu, Stevie Wonder, Jose Feliciano, Andrea Bocelli, ressam Eşref Armağan, yazan, çalan, dünyayı göz dışında tüm organ ve hücreleriyle seyredenler, hepimizin bildiği…

 

Bir de ne yaman emek verdiğini yalnız kendi bilen görmeyerek yaşayan, emek eden, didinenler var, büyük başarıyla…Bilim adamları, yasa kişileri, rahmetli hukukçu Gültekin Yazgan, ‘Kör Uçuş’ kitabını yazan, görme engelliler için unutulmaz hizmetleri olan…

 

Olcay var, yakın arkadaşım, psikolog, Tarsus’ta, on ikisine kadar gördüğü dünyanın güzelliğine o yaşında beyin operasyonu sonucu veda eden.Ama, gördüğünden geri kalmayan, işini tutan, birlikte örgüler ördüğümüz, bir var ki, vizon rengi kendisine anlatamadığım…Yıllar sonra, hayata 1-0 galipken artık usandım deyip kendini balkondan atmış,  bir engelin üstüne düşünce, dilediğince ölmeyip, yürüme sıkıntısı da görmeyişine eklenmiş, nasılsın denende, ‘n’olsun be, kör topal yaşayıp gidiyoruz’ demeye başlamıştı…

 

Yaşar Kemal’le Veysel bir gün Ankara’da radyoevine gitmişler…Şemsi Yastıman’ı görüp, program yapma önerisi götüreceklermiş.Yastıman bakmış, koca Yaşar Kemal, Aşık Veysel’i takmış koluna, geliyor, ‘hey Allah’ım’ demiş, ‘hikmetinden sual olunmaz, iki adam yaratmışsın, ikisine bir göz takmışsın.’Birlikte gülüp geçmişler, sizle paylaştığım densizlikten değil, geçici görmeyişime bir tebessüm eklemek isteyişimden…

 

Ada üçlemesini soluk soluğa bitirdiğim, hızlı okuduğumda görüşümü sorma büyüklüğü gösterdiğinde, ‘ne olsun be ağam, iki gözlerimin (!) nurunu yedin bitirdin, okuyacağım diye’ dediğime gökgürültüsü gibi bir kahkaha atmıştı. Yarı görmez o’ydu, kitapların görür gözümü görmez etti diye yakınan bendim, yani gördüğünü sanan…

 

Böyledir bu işler, derdi rahmetli Kevork, ressam arkadaşım. Mücevher kakmacısıyken, denize atlayıp çakılınca, boyundan aşağısı tutmaz olunca, resme başlayan incelikli, hünerli, güzel kardeşim. Bana armağan ettiği tabloları hep hastane derneğimiz yararına bağışlayıp paraya çevirirdim, bir hacet görsün diye.Baktı ki el elde baş başta kalıyor, bağışlanamaz bir şey boyadı bana, minnacık bir desti, hani çocuklara alınan, üstünde bir sap mor menekşe, en sevdiğim…Kevork koydu gitti genç yaşında, mor menevşesi yirmi yıldır solmadı, mis gibi kokuyor bile.

 

Hastane bahçesine fidan dikme günümüzde, kırık ayağımla katıldığıma dertlenip durunca, ‘böyledir bu işler Ayşe hanımcım, biz hiçbir yanı tutmayanlar susarız, siz ayak kırık diye vır vır edersiniz.’ Dediğini hiç unutamam. O hastanede Bosna gazileri vardı, büyük savaştan artakalan, onların da hiç görmeyeni, yarı görmezi vardı, dertlerini demezlerdi. Belki yıkım, yitirdikleri, başta vatanları, savaşları ve ömürleri, derin, büyük, onarılmaz diye susarak ağıtlanırlardı, başa gelmeyince bilinmiyor…O hengameden bir hatırladığım da boyu iki metreye yakın bir Bosna gazisinin, tek ayağı üstünde kendini dengeleyip, ortaya çıkıp oynamasıdır. Ve ülkelerini hatırladıkça derinden , saklı gözyaşı döktükleri…Kanı ve gözyaşını duymamızı ihtar eder gibi…

 

Dün operasyon sırasında göz doktorumla gevezelik ederken sordu bana, nasıl yordunuz da bu göz bu hale geldi, diye, aslında beni oyalamak için? Dedim ki bir Evliya çalıştım, on yılı aşkın, Evliya sandığım gibi bir değil, bin’miş meğer.İki kitap bitti, son tümceyi yazdığım gün göz gitti…

 

Deseydi ki, ‘bilsen bu kadar paralar mıydın kendini?’ duraksamadan derdim ki ‘evet…Ama, biri kalsın birini alabilirsin Tanrım…’

 

Sıkar biraz, böyle demesi…Ama ananem derdi, dünyayı , yaşamayı çok seven, gezenti ananemden sözettim doktora, Tanrı’ya sitemi ömrünce sürdü, üstelik körlükten sonra 25 yıl daha yaşadı, 95’ine kadar. ‘İki gözü birden alacağına bir göz bir ayak, yahut bir kolu vereydim, teki kalaydı, ne vardı Ya Rabbim?’ diye, neyse ki benim lavgarlığımdan neşter yolunu şaşırmadı…Elli yıl önce Glakoma iki gözünü de kurban verdiydi anane sultanım…İlk sözü de, ‘ben dünyayı şimdiden çok özledim , şimdi ne yapıcam?’

 

‘Vah yazık’ derken sesi titriyordu doktorum Ediz Ural’ın…

 

Gözümün ışığı için neşter çalınınca, bu yazıyı kör kör yazıyorum size, on parmak daktilo bilgisi sağolsun, zaten tuşların harfleri de silinmiş, akütemiluyş’tan girip ışıktan çıkıyorum…Olmuş ise kusurumuz affola…

 

Aşık Veysel kendini koyup başka bir adama kaçan ilk karısı Esma, hani fısıltı âleminde kadının gideceğini bilip pabucunun içine dara düşerse kullansın diye Veysel’in para koyduğu anlatılan , yıllar sonra dönüp gelmiş, bahçesinin bir ucunda ona bi evcik bile yaptırtmış koca Veysel.

 

Sahiden görebilmek başka bir şey vesselam…Tıpkı yıldönümü yaklaşan 15 Temmuz işgal gecesi olduğu gibi…Gören kör’lerle derinden görenlerin seçildiği o gece, körler sağırlar birbirini ağırlayıp kucaklaşırken, sahiden görenler ölümle kucaklaşmıştı…

 

Görmez sanılan kardeşlerim, siz büyük, soylu kabulleniş ve hayatı kucaklayışınızla anlamak isteyenlere ne güzel örneksiniz…

- Advertisment -