Siz iki birader fotoğrafta, sinemada teknolojik yaratıcılığınızla öne çıkmış, büyük bir ruyayı sahi yapmışsınız…Buluşunuz hala dünyamızı değiştiriyor, insanlara kanat takıyor, nasıl düşündünüz, nerden akıl ettiniz?
Kimin nasıl akıl ettiğini düşünmeden biz başta yazlık açık hava sinemaları olmak üzere, sinemanın tutkunu olduk.
Size yazmayı köyün yıkık yazlık sinemasının ordan geçerken düşündüm, geçen gün.
Ayvalık Küçükköy’ün kocaman bir açık hava sineması varmış eskiden , o arsada fii tarihinde bir kilise varmış, kilise mi Şapel mi bilmem?Ancak mübadeleyle gelen bir aileye verilmiş, onlar da satmış. Bakımsızlıktan yıkılıp gitmiş.Oraya yapılan bu sinema bahçesinde kilisenin eski insanlarının duaları ve çan sesinin geriden duyulmuş olabileceğini hayal ettim hep. Sonra sinema salonu da yıkılmış, ama, beyazperde yerinde, tabii perdesi hayli koyu beyaz…
Seyircilerin tahta sandalyelerinin olduğu kısımda at bağlı, tavuklar geziniyor, o sinema perdesi de neydim ne oldum dercesine keder içinde, soylu bir güzellikle dimdik duruyor…Ne hazin…
Mösyö Louis anılarında filmlerin hayatı yansıtma amacıyla çekildiğini söyler. Sinema hayatın devamıdır, kalem yahut kılıcın elimizin uzantısı olduğu gibi,tıpkı…
Sinematograf çıkar çıkmaz eline bir alıcı alan hemen kendi yakın çevresini, sokakları, istasyon ve trenleri ölümsüz kılmaya kalkmış, öyle mi?
Lumiere mösyöler, hanginiz akıl etti bilmem, başka hayatlar, başka ülkeler ve kişilerin hikayelerini de kayda almayı?Operatörleri uzaktaki bambaşka ülkeler ve insanların hikaye/görüntü avcılığına yollamayı?Oralardan gelen görüntüler haber filmciliğini başlatmış.
Gene de bulduğunuz harika şeyin, sinema denen tılsımın yepyeni bir seyirlik olduğunu sanırım düşünmediniz.
İlk sinema gösteriminin seyirci sayısı 35.On film ardıardına gösteriliyor, tabii filmler üç dakikayı bile bulmuyor .
‘Arrivee du Train en Gare de La Ciotat” (Trenin La Ciotat Garına Gelişi) filmi büyük ilgi görmüş. İlk sayın seyirciler, üstlerine gelen treni görünce sandalyelerin altına saklanmış.
Bizde de anlatırlar, uçak perdede görününce, kanadı çarpmasın diye başını eğermiş, yaşlı insanlar…Sinematografı kimseye satmayıp, bir geleceği olmadığını düşünseniz de, beklenmedik bir ilgiyle karşılaşan bu gösterileri sürdürmek , film üretilirse mümkün.
İlk gün birer frank ödeyerek film izlemiş olsa da insanlar,kısa süre de gösteriler kapalı gişe yapılmaya başlamış. Sabah 10’dan gece yarısına dek günde 20 gösteri . Salondakilerin ve göstericinin sesini bastırsın diye salona bir piyano koyulmuş, film gösterisinin eşlikçisi müzik olmuş.
Operatörünüz Promio, 1896 yılı yazında İstanbul çekimleri yapmış Haliç ve Boğaziçi kıyıları Panoraması,Türk Topçusu, Türk Piyadesinin Geçit Töreni kaydedilenlerdenb Böylece değişik ülkelerin görüntü, anıt, gelenek ve kişilerinden oluşan önemli bir belgelik çıkmış ortaya. İzleyenlerin, ancak okuyarak ya da giderek bilgi edinebilecekleri yöreleri, olayları beyaz perdede görmelerini sağlayan yepyeni bir iletişim imkanı doğmuştur. Böylece bir iki yılda, bin filminiz olur.
1896 yılında sinematograf ilkin Londra ve Brüksel’de, ardından Berlin ve Madrid’de, daha sonra da Sırbistan, Rusya, Romanya’da ve bu arada İstanbul’da seyirciyle buluşur. Lumiere operatörleri 14 Mayıs 1896’da Rus Çarı II. Nikola’nın Sen Petersburg’da yapılan tahta çıkış törenini filme alarak önemli bir belgesel gerçekleştirirler. Tahta çıkış töreninden iki gün sonra yapılan, yeni Çar’ın halkı selamlaması töreni sırasında bir tribün çöker. Büyük bir kargaşa olur. Bir kaç bin kişi ezilir, operatörler bu olayları da çeker ama polis hemen filmlere el koyar. Böylece sinema, ilk kez sansürle tanışmış olur ve bu görüntüler halka ulaşamaz. Sinematograf, aynı yılın Nisan ayında da ilk kez Atlas Okyanusu’nu aşarak ABD’ye ulaşır, operatörlerinizden Cezayirli F. Mesguich, 1896 yılının Mayıs ayında New York’a gider. İlk 6 ayda 21 kameraman ülkeyi dolaşıp, cinematagraphı vodvil salonlarında sergileyerek en büyük rakip Edison’un kinetographını saf dışı bırakır. 29 Haziran 1896’da New York’ta Keith’s Theater adlı müzikholde Amerikan halkı sinematografla tanışır. Gösterilen her film alkışlarla karşılanır. Gösteri sonunda seyirciler “Lumiere Brothers” diye tempo tutar. Amerika’nın her yerinden istek gelmesi üzerine, yerli üreticiler telaşlanır. Yeni başkan Mc Kinley’nin “Amerika Amerikalılarındır” içe dönük politikasının da etkisiyle, beklemedikleri engellemelerle karşılaşırlar. Sokakta çocukların kartopu oynamasını çeken Mesguich, izinsiz çekim yaptığı gerekçesiyle tutuklanır, yasadışı yollardan sokulduğu gerekçesiyle, malzemeye el koyulur. Yerli üreticiler gazete ilanıyla sinematografi kötüler, Amerikan yapımı biograph’ın görüntülerinin, sinematograf görüntüleri gibi titreşmediğini öne sürmekle kalmayıp, “yerli malı” olduğu vurgusuyla milliyetçi duyguları harekete geçirmek isterler. New York’taki temsilciniz Lafont, geri dönmek zorunda kalır. Amerika serüveni pek kısa sürse de sonradan sinema denince akla ilk gelen yer oldu…
1900 yılında Paris’te düzenlenen sergide sinematografa yer verilir. Katalog sergiyi, “Verimli buluşlarla, bilimde sağlanan gelişmelerle evrenin ekonomik düzeninde devrim yapan bir yüzyılın büyük sonuçlarının, olağanüstü bilançosunun bir dökümü” olarak tanıtır. Lumiere biraderler,sergi alanında dev bir perdede gösteri yaparsınız. Gösteriyi ilkin, Eyfel Kulesi’ne asılacak dev bir perdede, açık hava sineması olarak tasarlamış olsanız da, rüzgarın perdeyi yırtma olasılığı, serginin Galeries des Machines bölümüne, 21 metre eninde, 18 metre boyunda bir perde kururarak, gösterinin bu perde üzerinde 70 mm eninde filmlerle yapılmasına yol açar. Perde, her gün kaldırılıp suya yatırılır,böylelikle perdenin iki tarafından da izlenebilen görüntünün daha ışıklı olması sağlanır.Bu bedava gösteriler altı ay sürer, salon 326 kere seyirciyle dolup taşar.
Paris Sergisi’nin önemli bir yeniliği de “sesli sinema”dır. İlk gösterileri yaptığınız Grand Cafe sahibi Maurice, plak üretimi yapan Lioret’le birlikte Phono-Cinema Theatre gösterileri yapar. İzleyiciler dönemin ünlü oyuncularını perdede görüp, sesini duymaktadır. Gösterim görevlisi, göstericinin kolunu çevirerek görüntüleri perdeye yansıtırken, salondaki gramofondan bir kabloyla kulağına iletilen seslerle görüntü arasında eşleme sağlamaya çalışılır. Gramofon-Sinema-Tiyatro gösterisi iki üç yıl süreyle Avrupa’nın birçok ülkesinde de ilgiyle izlenir.
1903 yılına gelindiğinde Lumiere sinematografı yeni koşullara ayak uyduramaz olur, sinema artık, gülünç ya da acıklı bir öykü anlatan konulu filmlere yönelmiş, dekor ve oyuncu kullanılmaya başlanmıştır. Oysa siz, sayın mösyö Lumiere’ler ilkin yaşadığınız ortamı, kendi ailelerinizi filme almış, sonra, dünyanın farklı yerlerindeki hayatları, olayları yalnızca belgelemekle yetinmiştiniz. Sinemanın seyirlik yönünü göremeyerek… Bir Trenin Gara Gelişi, en başarılı filmlerinizden 50 metre uzunluğundaki film, bacasından dumanlar tüttürerek gelen bir lokomotifin, Le Ciotat istasyonunda yavaşlayarak durmasını, tren durduktan sonra yolcuların vagonlardan inmesi günümüz yönetmenlerinin bile başka bir şey ekleyemeyecekleri kusursuzluktadır. Bir başka önemli filminiz ‘Kendini Sulayan Sulayıcı’ Zamanla sinemanın film yelpazesi genişler, matine programları oluşturulur.. Gerçek anlamda ilk büyük sinema ise Paris'te 1910'da açılır.
Hareketi eşit ve çok kısa aralarla sabit fotoğraflar olarak saptayan Muybriagef, yan yana dizdiği fotoğraf makineleriyle koşan bir atın görüntülerini saptadı ve dönen bir disk içine yerleştirdiği bu fotoğraflarla hareketli bir görüntü yaratmayı başarır (1877). Fransız fizyolog E. J. Marey’in1882 'de kuşların uçuşunu incelemek amacıyla, saniyede 12 fotoğraf çeken ve kamera takılmış bir makineli tüfeğe benzeyen bir aygıt geliştirmesi, 1887'de ABD'li H.Goodwin'in fotoğraf çekiminde selüloit film kullanması, G. Eastman'ın makaraya sarılı selüloit film şeridinin seri üretimini başlatması, sinema filminin gerçekleşmesi koşullarını hazırlamış olur. Thomas Alva Edison ile yardımcısı W. K. Dickson'ın yaptığı kinetograf, kameranın ilk biçimi olarak ortaya çıkar. Edison kinetoskop adı verdiği bir gösterim aygıtı aracılığıyla da bu görüntüleri hareketli bir biçimde yansıtmayı başarır. Ama bu aygıt, gözlerini iki küçük deliğe dayayan tek izleyici tarafından kullanılabiliyordu. Kinetoskoplar ticari olarak satışa sunulunca, Edison kitlesel film çekimi yapılabilen ve güneşin durumuna göre tekerlekler üzerinde döndürülen ilk film stüdyosu Black Maria'yı kurar.
Kinetoskopu Paris’te gören siz sayın mösyöler, geliştirdiğiniz sinematograf adlı aygıtla ilk kez hareketli görüntüyü elde edersiniz. İşte sinemanın doğuşu…Sinemanın yaratıcısı siz oldunuz, halka açık ilk film gösterimi de 1895’te Paris’te yaptınız, . İlk film cihazına büyülü fener (lanterne magique) denildi. Louis bey , sizFransız Bilimler Akademisine seçilmek de içinde 83 yıl ömür sürmüşsünüz, abiniz, Onur Lejyonu üyesi olmuş, ömrü 91 yıl…Onun dünyamıza vedaı Nisan ayında…
Hayat Güzeldir adlı filmi seyrederken hem ağlamış, hem gülmüştüm.Bir daha anlamıştım, sinema bir cennetti.Ağlatırken güldüren, düşündüren, hayal kurduran, kanat takıp uçuran bir tılsım…Tıpkı Kaleydoskop, çevirdikçe rengarenk…
Ananem mübadil komşularıyla o yılların İzmir’inde sinemaya gidermiş.Film Türkçe, Yunanistanlı Türklerin ana dili Rumca, yabancı dili Türkçe, o da hepsinde yok…Altyazı olurmuş, bizim anane ümmi. O da konuya göre fısır fısır anlatırmış komşularına.Sinemanın büyüsü işte bu…Ümmiyi hikayeci kılar, ötekiler iki gözü iki çeşme ağlar…
Tabii siz gezgin sinemacıları da bilmezsiniz…Mahalle arasından geçer, dört film makinasın dört çocuk gözünü dayar, anlatıcı anlatır, çocuklar soluğunu tutup makinadan filme bakar.’Filmimiz bitmiştir sayın seyirciler,son, dı end’, der, toplar sinemasını gider…
Neyse işte, memleket de bana soracak olursanız, kocaman bir sinema salonu.Filmler esaslı olunca sorun yok, ama bir de çakma filmcilerin dandik filmleri var, dışarıdan montajlanan, seslendirmesi ve niyeti kötü filmler…O zaman durum içler acısı…
Ah sinema…Beş kuruşa koskocaman bir ruya…