Hangi yüce diyarın hangi makamında iseniz artık, arz-ı hürmet ederim. Biz şimdi ikibinli yılların başındayız, zat’ınızın 1870 doğumlu olduğunuz sanılıyor.Piyade mülazimi imişsiniz.Muş’un Bulanık kazası Nizamiye 75.alayının 1.Taburunun 3.bölük görevlisi.
Yemeğe pek meraklı olduğunuz biliniyor, özel hayatınızla ilgili ise hiçbir şey bilinmiyor.(Sevgili Priscilla Mary Işın olmayaydı, kitabınızdan bîhaberdik.Kendisi İngiltere doğumlu olsa da 973’den bu yana ülkemizde, güzel kitaplar derledi, bizi bize tanıttı.)
Zat’ınız Kilitbahir’lisiniz, Aşçıbaşı kitabınızı Bulanık kazasında yazıyorsunuz, sene 1898. Gencecik bir subaysınız, Muş Bulanık kazası kaymakamı Ali Rıza bey kitaba sunuş yazıyor.Her ne kadar kitabınızı ‘edibane yazılmış kitap olmaktan ziyade, edevat-ı tabhdan birisi olmak üzere tertib edilen şu eser-i bîbahâ’ diye nitelese de kaymakam bey, ‘sanat-ı hayatiyeye irfan ehlinin katkılarını vurgulamadan edemiyor, mülkiye kaymakamlarından İbradılı Ali Rıza İbn Asamüddin, Fi 11 Teşin-i evvel sene 316’da.
‘Artık şuna eser denilemez ise de’ diyerek ihtiyaç ve idareye karşı yazdığınız ve iki nüshasının da ikmaline muvaffak olduğunuz Aşçıbaşı namını verdiğiniz kitabın bir nüshasını makama takdim kılmışsınız, vâkıâ elde mevcud yemek kitabı pek çoksa da, zevke medâr olamadığı için bunlar, zevk-aşina-yı beşeri düşünerek bu kitabı yazdığınızı belirtiyorsunuz.Tenezzülen olsun nazargâh-ı âlîlerine takdim ediyorsunuz…
Hoş, sonradan bir eser daha yazmışsınız, adı Kocakarı…İlk kitabın küçük tutularak yayını uygun görüldüğünden, pek de küçük sayılmaz aslında,315 yemek tarifi var, o tatlı dilinizle anlatılmış ve kaymakam bey haksızlık ediyor, edibane ve neş’eli anlatılmış…Demek daha çokmuş, anlattığınız, onları Kocakarı kitabınıza aktarmışsınız yazık ki Kocakarı ortada yok…
Askerlik hayatınızda biraz zorunluluk, daha çok meraktan hünerinizi hayli geliştirmişsiniz, başka yemek kitaplarını da okuyarak… Aşçıbaşı’nı yemek yapmayı bilmeyen askerler için yazdığınızı söylüyorsunuz.P.M.Işın bunu o hoş anekdotunuzla vurguluyor, sigara böreği kesmek için dişli çark bulamazsanız,’ diyorsunuz, ‘mahmuzunuzun üstündeki pıl da o hizmeti göreceğinden, onunla kesersiniz.’
Limonun tülbentle bağlanıp sıkılması inceliğiniz de hoş, çekirdeğini yemeğe salıvermesin diye.
Omlete on bilet deyişiniz, inceden, iğneleyen bir eleştiri aslında, yabancı peynir katılınca, bizim peynirli yumurta olmaktan çıkıp çıkışıp, ‘onbilet’ oluyor.
İçki içtiğiniz anlaşılıyormuş, bazı yemek tarifleriniz, misal zeytinyağlı lahana sarması, hıyar ve üzüm turşuları, illa ki deniz kestanesi ıskarası, içki sofrasına uygun olduğundan, ki siz buna aynı zamanda işret (!) sofrası diyorsunuz…
Rumca bildiğiniz kuvvetle muhtemel. Yorgi Panayot adında bir muharririn yazdığı Rumca ‘Hayat’ kitabını ele geçirip, ondan yararlanıyorsunuz ve bir asker olarak gezip görev yaptığınız yörelerden nice yemek tarifi ve hayat tarifi, hoş anılar derliyor, bunları kitabınıza aktarıyorsunuz. Acı badem kurabiyesi anlatırken, güzelce haşlanıp kabuğu mümkün mertebe ayıklanıp, soğuk sudan geçirildikten sonra, kuru fasulyelerin taş havanda ‘iğne topuzu kadar bir düğümü kalmamak üzere’ dövülerek, tatlı hamuruna katıldığını anlatışınız, eli hünerli ‘kadın ananız’ın sizi mektebe(!) özendircesine sütle nohut mayasını (simitçi mayası), tat verecek kadar şeker ve yanmış sade ile yoğurup, oklava gibi yuvarlayıp hurma biçimi kesip iki ucunu sivriltip fırınlayıp, pembeleşince çıkarıp her sabah yanınıza verdiği,kuş lokumu dediği bu kurabiyeyi küçük çocuklar için hoş bir eğlence diye anlattığınız, tatlı kestirmenin gerekliğini,zira yumurtanın kestirilecek olan tatlının ne kötülüğü var ise hepsini topladığını ve tatlıya tatlı neş’esini verdiği anlattığınız, yemek pişirme işlemini ‘ameliyat’ diye nitelediğiniz, kimi tatlının (misal, Mafiş’in) loğusalara’ hatır sormalık’ gönderildiğine vurgu yaptığınız, ‘aheste ateşli fırı’n tabiriniz, şimdi yüzüne bakmadığımız kuyruk yağı ve kuyruk kakırtlağından ortaya getirdiğiniz mis gibi tatlı ve kurabiyeye kattığınız incelikleriniz, misal kuyruk yağlı tatlı kurabiyenin iki yanına iki karanfil sokulmasının hoş olduğu, ‘artık tabiatın bilir’ deyiverişiniz, kuyruğun çekildikten sonra eritilip yağ edildiğinde, kalan kakırtlağın mayası gelmiş ekmek hamuruna katılarak bir tuzlu, hoş kurabiye anlattığınız, sanırım asker aşçı uğraşmasın diye hamuru ayrıca tutturmayıp,hazır ekmek hamurunu kullandırdığınız, uskumru kebabı tarif ederken, ‘uskumrunun değil kebabının kendinin bile yüzüne dört senedir hasret çektiğinizden, şu bahsi yazarken oldukça müteessir ve müteezzi oluşunuz ve çaresizlikten eliniz titriye titreye, ağzınız sulana sulana yazdığınızın halini muhterem karilerin çok görmese sezâdır’ deyişiniz…
'Biz şimdi çektik, ufaldık, üstadım, ülke sizin bildiğiniz ülke değil. İmparatorluk coğrafyamızın lezzet başkenti, diyarı denen yerler bir bir silindi çıktı, haritadan.Ben size bu mektubu yazıyorken, Afrin sınır ötesi harekatı resmen başladı.Bağdat , Şam, Halep ve Ortadoğunun tamamının hem ağız tadı kaçtı, savaşlardan, siyasi yönetimsizlikten, hem sofra mofra kalmadı ortada, buralar da sofralar da haraboldu.
Kitabınızda bir Bamya Dolması anlatıyorsunuz ağızlara layık…Beş altı yıl önce deneme gafletinde bulundum.Pazarcı pek şaştı, bana üzüldü sanırım, yaptık yapmasına da, minik bir güveç kadardı sabrımız…Kalanını bir sıra zeytinyağlı dolma harcı, bir kat bamya şeklinde çakma dolma şeklinde yaptık.Pazarcı sordu, gene yaparsın diye verimkar oldu, irice bamyaları, daha da dedim, ömrümce yapmam…Hala gülümser bana, anlatmıştır da o şimdi öbür tezgahtakilere…
‘Yufka açan efrad çoktur’ diyorsunuz, yanılıyorsunuz, o vakitler belki, şimdi hiç, kalın kağıt gibi hazır yufkalar var, ondan yapıyor kadınlar böreği falan, yani börek dense de aslında farklı bir şey olanı…Ağız tadları pek değişti üstadım, dünya değişti esasında, ondan…İnsanların yarıya yakını açlıkla yahut yetersiz beslenmeyle sınava çekiliyor, savaşan ülke çocukları patır patır ölüyor, açlıktan. Toprağınız ağır gelsin istemem, daha çok söyletmeyin…
Topan patlıcanı ortadan kesip, hem patlıcan içini hem soğan, bulgur, domatesi katıp pişirdiğiniz pilavı doldurup, yüzüne yumurta çırpıp sürerek fırınladığınız yemeğe Kaplumbağa adını vermişsiniz. Keşke bir ulu fırında binlerce kaplumbağa/ tosbağa aş’ı yapıp dünyanın yüzündeki aç çocuklara bir öğünlük neş’e verebileydik…
Haydi o zor, diyelim, bir avuç leblebi şekeri dağıtabileydik…
Hiç olmadı bir sıkım ekmek peynir…Bir avuç temiz su…Silah sesi, barut kokusu sinmemiş bir kuru incir, hem fırdöndü oynayabilecekleri hem fırında, közde içinin yağıyla pişince yenebilir Meşe palamudu…
Taş yensin, toprak yensin, gazel yensin, ekmek peynire, uçurtma uçurmaya hasret de olsa çocuklar, tek hayatta kalsın…Sevgili Mülazim, size teşekkür ederiz…Sizi okumamızı sağlayan M.P.Işın hanımefendiye ve yayınlayanlara da öyle.
Dünyamızın ve çocukların düşürüldüğü durumun sorumlularına bir şey yok, onların gözünü toprak doyursun.