Nasılsınız, iyi misiniz?
Soruyorum çünkü hala ölmüş değilsiniz.
Her ne kadar ‘ben ölünce beni eski kabre gömün’ diye vasiyet etmiş olsanız da…Münkir Nekir geldiğinde ‘ben eski ölüyüm’ der sorgudan kurtulurum cin’liğini göstermişsiniz, sorguya çekilirken, ‘bir akça verin, söyleyeyim’ demişsiniz , doğru mu? Münkir Nekir de topuzu kafanıza indirmiş…Siz Nasreddin’siniz, dönmüşsünüz iki ölüm sorgucusuna, ‘ölülere iyi davranın ki, kabirlerinize insanlar korkmadan gelsin’ öğüdü çekmişsiniz, alemsiniz be hocam…
Ah hocam ah…Sizin torunlar adınızı pul eyledi gitti…Sanki Nasreddin diye bir ataları hiç olmamış, dilbazlıkta, latifede, hoş söyleyip, anlamakta yaya kaldılar, yaya…
İnsanın içindeki gülmece damarını ve yüzünün ışığını karartır bunlar, yemin olsun.
Nerde bunlar, nerde siz? Sabah namazı rekatlarını bir hayli çoğaltmanızın nedenini soranlara ne dediydiniz?’ Tanrı’yı borçlu edeyim diye’…O zaman gülümseyenlere şimdi bunu söyleyin de görün neler oluyor…Bu fıkranın kaynağında derleyici ‘estağfirullah’ diye not düşmüş, bir başka araştıran da estağfirullahı karalamış. Onlar gene güzel zamanlarmış, şimdi hançer çalınır mutlak, tıpkı sizin yanlışlar silgisi diye üstünüzde Yatağan taşımanız gibi…
Niye, kendi gülüşümüzü, gülmecemizi, hoş’lukları, dokundurmacaları öteliyor bu sizin torunlar, ey hocaların en güleci, güldüreni?
Öz kültürümüzü istemeyip, görmezden geliyor, niye yediğimizi inkar ediyoruz?
Variyetli, sonsuz güzellikteki kültür dokumuzla çalım ederken, öte yandan tel tel dökülmesini, insanları bir arada tutan her ne ise, çürüyüp dökülmesini, pul pul ayrışmasını alkışlıyor kimimiz, niye? Bazı şeyler bazılarının işine gelmediği için mi?
Buna mim koymuş, sizin torunlardan Enis Batur, o söylüyor, ben aktarıyorum, ‘Anadolu yarımadası karşıtlıklar sahnesi…Troya’dan Hitit tabletlerine, Antakya’daki müthiş Pagan metinlerini yazan Hilianus’tan Tarsus ermişlerine,(…) Yunus Emre’den İbni Arabi’ye, Pir Sultan’dan Nedim’e, Matrakçı Nasuh’tan Mehmed Siyah Kalem’e, Akif’den Fikret’e uçlar arasında örülmüş bir bütünlüktür karşımızdaki. Bunu kabul edemeyenler örtmeye, örtemeyenler uzaklaştırmaya, o da olmadığında indirgemeye, hafifletmeye, ehlileştirmeye davrandılar.’ Diyor.
Tadına doyulmaz bir halk filozofusunuz, ama, gerek yaşadığınız yüzyıl, gerek secereniz hakkında hala ikircikliyiz, kaynaklar hep farklı söylüyor. Tek somut gerçek, her yanı açık, kapısı kilitli kabriniz…Bir de Türkçe konuşulan bütün diyarlarda/ülkelerde hala yaşayan, anlatılan hoş’luklarınız, fıkralarınız…Bir rivayettir, Sultan 3.Murad zamanı soyunuzdan olduğunu, Nasreddin torunu diye maaş bağlanmasını isteyen biri saraya gelmiş. Katırını da avludaki nöbet davuluna bağlamış. Katır ipi çekip davulu devirince, gümbürtüden kendi de ürküp, davulu sürüklemeye başlamış. O sırada, Mekke yolculuğuna hazırlanmış saray katırları da bu gürültüden ürküp, kaçışmış. Padişah bu gümbürtüyü tahtından duyup, sebebini sormuş.Söylenmiş.Bir adamın katırı nöbet davuluna bağlayıp bunca şamataya sebeb olmasını yeterli kanıt saymış Padişah, ‘bu adam mutlak Nasreddin soyundandır, belgeye, tanğıa gerek yok, maaşı bağlayın’ buyurmuş…
Belki duymamışsınızdır , anlatayım dedim…
(Kaynak: P.N.Boratav, Nasreddin hoca, Kırmızı yayınevi)
Hasta çocuğuna çare için size gelen kadına, ‘şu çocuğun canını tez zamanda al Yarabbi’ demişsiniz. Kadın şaşırıp kalınca, ‘ne dediysem bugüne kadar hep tersini vermiştir Allah’ diye açıklamışsınız. Kadın dönse evine bi de ne görse, çocuğu sapasağlam…Hem Bektaşi’ymişsiniz üstadım, hem Ermiş, tadına doyulmaz bir kişizadeymişsiniz…
Derler ki, ananızdan bile her bebek gibi ağlayarak değil, gülmekten katılarak doğmuşsunuz.
Türbenize gelenler mutlak gülermiş, gülmeyenin başına da iş gelirmiş. Akşehir’deki düğüncüler türbeye gidip sizi düğüne çağırmakla yükümlüymüş, olur da unuturlarsa gelinle damat geçinemezmiş.
Yaradanla ülfetiniz akıl sır alacak gibi değil…Falanca beyin kulunu göstererek, ‘Hey Yarabbi! Bir filan beyin kuluna bak, bir de senin kulun olan ben fakirin haline bak’ deyişinizden belli…
Biz şu sıralar bir halk oylaması arefesindeyiz, ya mübarek… İnsanlar iki kısım, her iki bölük birbirine veryansın ediyor. Bir var ki, bölüklerden birinin başındaki adem ve ardındakilerde bir dil, pabuç kadar, ama, ne dedikleri anlaşılmıyor. Küfrettikleri,tehdit ettikleri anlaşılıyor ama.
Ne siz duyun, ne ben söyleyeyim, katlanılacak gibi değil zira. Zırnık kadar da mı çekmemişler, zat’ınıza?
Soğuk bir kış akşamı, parasız pulsuzken camiden seccade aşırdığınızı anlatırlar. Adakçının, denizde fırtınaya tutulan yolculardan birinin size adak adayan adakçısı hani, insanlarını alınca, camiinin seccadesini yerine götürdüğünde, ‘Hey Yarabbi’ dediğiniz doğru mu diye sormuyorum, ruhunuzu incitmemek için, demişsinizdir çünkü, biliyorum,’ Hey Yarabbi, bir gece soğuğa dayanamadın…’
Tıpkı, çocuklara fındık fıstık dağıtırken ‘Allah taksimi mi olsun, kul taksimi mi?’ diye sorunca, onlar da kul taksimini yeğleyince, dönüp gene ‘Gördün mü bak, Allah’ım, çocuklar bile senin işini beğenmiyor’ demeniz gibi…Bu yakınlığı kurabilen Bektaşi ruhunuz ‘Tanrı misafiriyim’ diye kapınıza geleni, eviniz yerine Mescide götürür elbet. Yahut gene kapınız ipini çekip de, ‘müezzinin damadıyım’ deyip, ağırlanmayı bekleyene mescidi gösterip, ‘işte kaynatanın evi’ der…
Cür’etkar tavrınız, hoş söyleyişiniz ve kıvrak aklınız ulu kişiler ve devletluların sizi hoş görmesine sebep…’Ben, Yer Tanrısı’yım’ buyurmuşsunuz, doğru mu bu? Temür de demiş ki size, ‘Şu Tatar gencin gözlerini büyüt öyleyse’…Haydi bakalım…Ne karşılık vermiştiniz?
‘Belden yukardaki işlere Gök Tanrısı karışır…’
Ya zavallı eşeğinize ne demeli?
British Museum yazması 52.no’da: Eşeğinizin eşeklikten, size eşeklik etmekten bıkıp, kadıdan ‘eşeklikten çıkmak’ için ‘mürasele’( resmi belge) alması, sizin bu belgeyi zorla eşeğe yutturduğunuz anlatılmış. Hikayenin sonuna da: ‘Şimdi eşek tersledikten sonra dönüp kokladığı ol sebeptendir’ sözü eklenmiş.
Hırsızın kapıyı zorladığını gördüğünüzde, yanınızdaki mollanın ‘Efendi, bunlar ne yapıyor?’ dediğine, ‘ıslık çalıyorlar’ cevabınız şaşıran adamın, ‘ya sesi çıkmıyor?’ diye şaşmasına, ‘onun sesi yarın çıkar’ demeniz…
Gelen Pazar günü sandık başına gideceğiz, kimimiz evet diyeceğiz kimimiz hayır, ona göre memleket şekillenecek… Aklıma şu fıkranız geldi, izninizle onu anlatayım: Kilerde bir şey aranırken, raftan soğan kalburu başınıza düşmüş. Gözünüz kararmış, kasnağı tekmelemişsiniz, ama, kazara kasnağın kenarına gelmiş savurduğunuz tekme, kasnak diz kapağınızı acıtmış, nasıl bir acıtmak, içinize çökmüş sızısı…Kaldırıp yere çalmışsınız, kalburu.Kalbur bu sefer de sıçrayıp, alnınızı yarmış. Eh, içerden koca yatağan bıçağını getirip savurmaz mısınız : ‘Şimdi ne kadar kalbur varsa, çıksın karşıma’ diyerek?
‘Oy kalburlar, kalburumun Don Kişot’ları desek, kim anlar?
Anlayan da densiz yerinden anlar, cevap yazar, güldürmez, gıdıklamaz, niye ne söylendiği anlaşılmaz cevap…
İyi ki atamız sensin, bizler de Nasreddin torunlarıyız, öyleyken aklımız fikrimiz buncaaaz. Ya bi de öyle olmayaydı?
Nur içinde, kahkahalarla yatınız…