Gönülden kaynayan yahut ısmarıç şiirleri yazıp, teksirle çoğaltıp, sokak sokak gezip satan kal em ve yolların erbabıydınız. Bir gösteriydi belki, yaptığınız, işinize ve şiire saygıdan takım elbiseli, fötr şapkalıydınız, sokakları ince uzun bir ünlem işareti olarak turlardınız.
Şiire, hayata, aşka, şiire ihtiyaçlı olana saygılıydınız, okura da elbet, biz hepimiz size ve şiir bavulunuza, yaptığınız işe saygılıydık.
Hoş, o yıllar hayatın anafikri saygı’ydı.
Lisede miydim, üniversitede mi, sanırım ikincisi, İzmir’de Konak’ta görmüştüm ilk, sizi. 973 yılı olmalı, bir başka şaire yetiştirmiştim hemen. Sonradan hikayeleri, romanlarına rağmen, ilkin şair olduğunu döne döne söyleyen Necati Cumalı’yla gördük, yahut ben ona da yetiştirdim, sonra İzmir’de uzaktan geçip giderken siz, birlikte gördük.
Takım elbiseli, kravatlı, fötr şapkalı, dik yürüyen, elinde, üstünde beyaz kitap harfleriyle Şiir Yazarı Şair yazılı çantasıyla, başı önünde yürüyüp giden bir adam.
Şiir yazarı şair, Manisa Kırkağaç dolaylarından Muharrem Coşkun.
Efenim, hörmet ederim.
Galata köprüsü altındaki Erzurum Çayevinde, denizi seyirleyen, eftik eden, birbiriyle yarenlik eden, ama, daha çok suskunluk içinde ciddiyet memuru tiplerin arasında da seçilirdiniz, koskoca Konak meydanı yahut Kemeraltı’nda yürürken de, farklı şehirlerde şiir turnesine çıktığınızda o şehri adımlarken de…Galata köprüsü altında sanat meraklısı, kıranta bir bey’fendiyle, size kadeh kaldırmışlığımız bile var, masadaki yakınlarım bilmese de sizi, biz biliyorduk o bey’fendiyle; sokakların tılsımı, şiirin hem üreteni hem seyyar satıcısı sizi biliyor olmaktan keyf’lenince, şık kartvizitini sunmuştu, saygıyla.
Gömlek rengi mevsime göre farklılaşırdı, yazın beyaz, kışın siyah.Ama fötr şapka, o her şeyi özetleyen siyah çanta, takım elbise ve dudağınızın kıyıcığında filtresiz , ucuz sigara.
Yolda yürürken sıradan biriydiniz, belki serçeler ve karıncalar hısımınızdı, ama, bir kahvenin tahta sandalyesine ilişende, hele de çaycı ‘n’aaber Muharrem amca?’, ‘hoş geldin, merhaba’ dediğinde makamınızı doldururdunuz.
Teksirle çoğaltılmış, saman kağıda basılmış yarı okunur yarı okunmaz maniilerdi bunlar, içinizin katresinden damıttığınız.Baskı mürekkebi yeşil de olurdu, kırmızı da, mavi yahut siyah da, belki kalmış mürekkepleri ucuza alırdınız, ondandı. Ama, kıyısı kenar süslü olanını hiç görmedim, istedim de aslında, öyle olduğunu…
Sizin bir önceniz, evveliyatınız, destancılardı. Çocukken destancıları görmüş olmaktan , onlara tanıklıktan da pek mutluyum, sizi görmüş olmaktan da…Ne o öyle, kapan kozana, yaz şiirini, efkar makamından, sonra bekle basılacak…Şiiri elinden tutup sokağa çıkarandınız, şiire ihtiyacı olduğundan habersiz olanlara da şiir sunarak, kanatlandıran…
Sırtladığınız şiirdi, geçiminiz de şiir; akrostişti, kişiye, konuya göre yazılmıştı, terzi nasıl iğneyle kuyu kazıyorsa, siz kalemle kazıyordunuz o kuyuyu. Terzi prova eder, düzeltir, sizin o şansınız olmadı, yazılan yazıldığıyla, şiir söylendiği kadarıyla kaldı.Hayat hızlıydı, yollar uzun, dönüp düzeltecek ne zaman vardı, ne buna niyet. Zaten aşk da şiir de hasret de düzelti kaldırmaz…
Yazıp, konusuna göre grupladığınız bu maniilerden az bir ücret karşılığı edinirdi insanlar. Zaten manii’nin altında ‘hediyesi takdirlerinize bırakılmıştır’ notu vardı, bazı bazı ‘takdirinize’ olurdu bu ibare. Gönüllerden ne koparsa artık…
Şimdi gönülden bir şey kopmuyor, saygıdeğer ’ şiir yazarı şair’ Muharrem bey. Gönüller pazara çıktı, çokluk defolu, gönül ney, diye sorun bakın gençler ne diyecek?
Hislerin e-postası diyen de çıkar, kumbara diyen de, aşk istif kuyusu, misal…Aşk âşikâre, üç otuz paraya, almalı vermeli, daha taslak iken silmeli, biri gitse beş’i gelmeli.
Ki zaten o aşk denen üç harfi yazarken daha bitiyor, geçip gidiyor…Muş…Demek öyle, vay…
Hatta şiir sürülüp çıkarıldı, gönlün sarayından ve dahi tarlasından…Taş ekip, taş biçiyor insanlar, keder ekip hüzün biçiyor. Birbirini görmeden, dünyayı seyirlemeden geçip gidiyor, meydanlardan, sokak aralarından, çaybahçelerinden, parklardan, kaldırımlardan…
Hep 80’li yıllarda rastlarmış insanlar size, ben öncesinde gördüğümü hatırlıyorum. Asıl mekanınız Istanbul köprüaltıydı elbet, parayla şiir yazdığınızı hem kendiniz söylerdiniz, hem âlem bilirdi. Seri üretime geçmediniz, sakız ve nane şekeri içine dörtlük yazmadınız.
Bunlar da yürürlükten ha kalktı, ha kalkacak.
Aşk mı, o çoktan kalktı tedavülden, çoktaaan.
Ismarıç şiir de yazardınız, ille akrostiş ve ille Pazar iznine çıkmış er’lere, sevdikleri için. Ama bu meşakkatli işti, paraya kıymak gerekirdi. Kızın ismi uzunsa, maliyet katlanırdı. Öyle ya, ‘Gül’e yazmak nerde, ‘Fatma Betül Nur’a yazmak nerde?
Herşeyin bir , bazen bin maliyeti oluyor asker, işte, naaparsın…Kıza meyletmek kadar maliyetli iş, şiirin alıcısı, talepkârı olmak…Geçinir miydiniz şiirle diye, merak ederdim?
Üçe kadar okumuş, ilkmektep şehadetnamesini sonra, dışardan almışsınız.Çiftçiyken nasıl olmuşsa, kalbinize şiir düşmüş ? Ne ekip şiir biçmiştiniz, meçhul? Sabanın peşinde toprağı altüst ederken şiir kaynağına mı rastgeldi demir? Yerden su kaynadığı gibi şiir mi çağladı?
Hadi , çiftçisin sen çiftçi kal, olaydı kader, tohum eker, ürün kaldırır, kiloyla satar, geçim ederdiniz, bu ne iştir? Tohumu verimkar mı değil mi, bilmeyip ekiyor, dane dane, harf harf hasat ediyorsunuz, peki nasıl geçim ediyordunuz?Bir lokma, bir hırka, az su…Kurtarıyormuş demek, kira yok, elektrik yakması yok, dükkan kirası, paketleme masrafı yok, hem beleş, hem keleş bir iş…Mi, acaba?
O zaman da bu zaman da şiirle geçim eden yok! Yok, nasıl olsun? Şiir asaletli, meşakkatli iş, anlayanı ve sahiden şiir yazanı az, şairim diyeni ve akıldanesi çok. Ayrıyetten şiir anlaşılmaz efendi, soru tohumu eker, muamma biçersiniz, hasret gani’dir, kavuşursunuz aşk biter, şiir susar. Ne demiş sonraki üstadların Neşet ustası: ‘bir kızı seversin, vermezler, aşk olur’ yani şiir olur…
Kavuşmanın nesi olur? Hiç. Herşey biter gider, vuslat gelicek…Hem, kavuşmak maliyetli, hasret ve ayrılığın bedeli yok, onlar bedava, karasevdanın bedeli bir ömür, birazcık da akıl gidiyor işte…
Memleketi dört dönüp malınızı sattınız, yani hicranınızı…Komisyoncusu yoktu, hal’e kasa kasa indirmesi yoktu, bozulması, çürümesi, üstü sağlam, altı çürümesi yoktu, nakliyenin çiftçiye düşmesi yoktu, ham’ı, alaca’sı yoktu, elde kalırsa kalırdı, şiir gibi malın olsun, koy kenara, nasıl olsa meraklısı düşer pazara…
Ah’lar ve hiciranlar tâciri, hasretin bilirkişisi şiir yazarı Muharrem beyefendi, şimdi bulunduğunuz âlemde haliniz hoş olaydı bari…Orada şiiri siz gibi pazarlamayı, memleket memleket dolaştırmayı bilmeyen, bu işin ilmini almamış neçesi var, teşerrüf etmiş olmalısınız. Belki Homeros’undan Shakespeare’ine, Mayakovski’sinden Nazım’ına, ‘şiir okumuş adam işidir, benim haddim değildir’, derken, en esaslı sevdalık halin şiirini sazıyla yazmış adam Neşet ustasına, herkeŞ orada mirim, ne atışması olur, bulutlara yaslanıp…Onların sizden öğreneceği çoook, sizin de onlardan …Birbirinizin mayasını ekşitme tehlikesi de var fekat…
İki kez dünyaevine girmiş, sonunda evi dünya ile takas edip, ceketinizi alıp çıkmışsınız, eh evlad ayal de olmayınca, şiir er’i, ilk hedefiniz memlekettir, pardon, şiirdir, ileri…
Şimdi ikibinli yıllara vardık, şiiri de yılları da tükettik, size öykünen genç biri varmış, on yıl olmuş ortaya çıkalı, Parmakkapı ile Balo sokak arasında, ‘şiir ister misiniz, kendim yazdım?’ diye incelikle sorarmış.O sanki sera çiçeği, siz, bildiğim İzmir’de Pasaport’tan Konak’a, Kemeraltı’na, şiir ile seyran edilebilecek her yere yürür giderdiniz, motorize birliktiniz, tek kişilik…
Istanbul’da mekanınız çoktu , Yazlarda baharlarda, Sultanahmet çay bahçeleri, Beyazıt Çınaraltı, Çemberlitaş Çorlu’lu Ali Paşa Medresesi avlusu, Galata köprü altındaki Erzurum Çayevi, Arzu birahanesi’nde, Kemancı’da da bir görünüp bir yiterdiniz. Sonradan karikatürünüzü de çizdiler, seksenlerde.
Fıskiyeli havuzların olduğu bahçelerde, gelmeyecek yolcuların beklendiği istasyon ve iskelelerde, ama, belleğim daha çok Kemeraltı girişini, vapur iskelesi ve Alsancak gar’ını, kale’yi, hatırlatıyor. Rahmetli Necati Cumalı ile gittiğimiz Varyant’ın orada, camii dibindeki ağaçlıklı köşe kahvede rastgeldiydik. Siz kalkıp, hızla çıktınız, belki mesaiyi tamam etmiştiniz, ben acemiliğimden cesaret edemezdim belki, ama usta mutlak konuşurdu, davet edip, şiirinizden alırdı. Neb’leyim, belki de böyle olmazdı, çünkü o da şiirin genel müdürü, yahut müsteşarı ve ciddiyet, asaletli duruş, hörmet ve yan’ına dik’ine terfii gerektiğini söyler bir zat idi. Belki gülüp geçerdi, bilemiyorum, şimdi siz sorup öğrenin orada, bana da fısıldayın bir başka dil bulup da, olur mu?Sahiden meraklandım şimdi bakın, keşke sizin olmadığınız fotografide olsun sor saydım da siyah beyaz bir yanıt alaydım ondan, o vakit…
Takım elbise, evrak çantası, mutlak bir kravat, fötr şapka, bu işine ciddiyet kadar, asıl şiire ciddiyet ve saygıdır. Şimdi , ustalar elbet sözümüz dışı, kimi piyasacılar eline kaldı, toptan üretim ve pazarlama yapılıyor, şarkılara söz, her marifete yarpuz, aşka düşene sayıklama, ayrılana amentü, ‘sevda sır’ınan olur’ dan habersizler elinde, âşikare ve faş ediliyor, kitap mitap şöyle dursun, internet denen meretin ekran sayfasında, o herbir şeyin ayağa düşürüldüğü…Daha doğrusu şiir sandıkları şeyi kandil şekeri, adak lokumu gibi birbirlerine ikram ettikleri…
Kırkağaçlı, iki hatundan dul, bilaveled, ısmarıç yahut içten gelen şiir yazması, soluk alma ve geçimi olan, güzel kızlara hatıra olsun için, Pazar günleri izinlisi er’lere, çavuşlara yavuklu akrostişi yazan ve daha nicesini söyleyen, teksir makinasında çoğaltan, şiire mavi, yeşil, siyah , mor mürekkeple renk katan…Siyah ve mor, ki en çok yakışandır size ve şiire…
Allah şairlerin, hakiki şairin ama yükünü yeğni kılsın, kalbini kuvvetli etsin, dilini güçlendirsin, hicranını az, hasretini çok, sancısını dayanılmaz kılsın. Ki, şiir çiçek açsın. İnsanları da şiirin, çiçeğin , aşkın ve hasretin farkında eylesin. Amin.