Seslenirken bile ürperiyorum, size.
Doğa bazılarımıza nasıl arka çıkıyor, farklı halkediyor Tanrı, artık neyse eklenen o artistik yahut bilimsel zerreler ki, onların hamuru özedikçe özüyor, kabardıkça kabarıyor, tadına doyulmaz oluyor ve neler neler sunuyorlar, insanlığa…
Alında yatay derin iki çizgi, yüksek sayılabilecek kaşlar arasında iki çatık çizgi, derin ve dikkatle bakan gözler, sımsıkı yumulu ince dudaklar, küçük çene, seyrek saçlı bir baş, yumruğunuza yüzünüzü dayamış boşluğa bakıyorsunuz, poz vermiş olamazsınız, objektif yakalamış, elinizin sırtındaki lekeler yaşlılık sınırını aştığınızı gösteriyor, takım elbise ve kravatlısınız.
Sizi sevmesi de kimbilir ne zordur, kimi yapıtlarınızı anlamanın zorluğu gibi…
‘Başka bir dil ikinci ruh demek’ Charlemange’a göre.Siz küçücükten üç dilli bir hayata soyunmuş, buna zorunlu kalmışsınız. Nazilerden, komünistlerden, Rus fanatiklerinden kaçmış, mülteci pasaportuyla dünyayı dolaşmış, büyük varlıkla başlayan hayatınız hep yoksulluk sınırında geçmiş.Sürekli yeni başlangıçlar, sürgünler ve geri dönüşlerle dolu bir hayatınız olmuş. Rus Amerikalısınız.Çevirmensiniz, aslında şair olarak koyulmuşsunuz hayata, böcek bilimci, satranç ustası ve yazarı, edebiyat profesörü, bulmacacı, yön mü yok sizde…
Herkes sizin yirminci asrın usta düzyazıcısı olduğunuzda hemfikir, hatta herşey, yazının her birşeyi… Bulmaca gibi bir üslûb, altmış yılı aşan kariyer, üstündefırtınalar kopan yapıtlar, skandal yahut pornografi dese de kimileri…Üç dilde yazsanız da, imgelerle düşündüğünüzü itiraf ediyorsunuz.
Ne zordur kimbilir, Nabokov olmak, Nabokov’un kendisi için bile…Ve biz sıradan insanları düşündüğümüzde, sizin siz, Beethoven’ın o, Da Vinci’nin kendisi, Mimar Sinan ve Yunus’un kendileri, Picasso’nun Picasso, Tolstoy’un Tolstoy olmasındaki sırrı, yaradanın torpili olarak açıklamaktansa, şöyle düşünebilir miyiz: Tanrının tanrı olmaktan canı sıkılınca insan bedeninde ama on parmağı on marifetli olarak iniyor kendi yarattığı dünyaya, kendini insandon’unda yaratıyor, aklı ve sanatıyla döktürüyor, bize de şaşıp kalmak, hayranlık kalıyor…Bu da bir akıl ve elbet sizin üstün aklınız yanında sıradan bir ölümlü sayıklaması, yaratıdan uzak…
1955 Lolita…Dünya bu kitapla daha çok tanıyor sizi. BBC demecinizde ‘zevk için ve zorluk olsun diye’ yazdığınızı söylüyorsunuz.Hiçbir toplumsal amaç gütmediğinizi, ahlaki hiçbir mesaj iletmediğinizi, büyük fikirleriniz olmasa da bulmaca hazırlamayı ve bunlara nefis çözümler bulmayı sevdiğinizi de…
Hughes’un söyleşisinde içinizdeki yazma sevincini ‘kendi yarattığının peşine düşmeyi keşfetmenin şeytani hazzını duymak’ diye açıklıyorsunuz. (65 yılında yapılıp yayınlanmayan ve ilk kez,Agora kitaplığınca basılan R.Colla’nın derlediği V.N.ile Konuşmalar adlı yapıtta yayınlanan kitaptan alıntıdır.)
Rusya’da Speak Memory (Konuş, Hafıza) adlı otobiyografinizde coşkuyla anlattığınız ilk yıllardan Cambridge’deki eğitiminize, Avrupa başkentlerinde yazar olarak silik varlığınızla, 40’tan sonra ömrünüzün akışını tümüyle değiştiren ABD.ye göç kararınıza, en ünlülerle yanısıra Playboy’la da yaptığınız söyleşilerinizde, “bilgisiz hayal gücü, ilkel sanatın arka avlusunda kakılıp kalır, bir çocuğun tahta çit üstüne çiziktirmesine ve bir kaçığın pazaryerinde konuşup durmasına benzer” diyorsunuz “ve sanat artık basit değildir. En büyük yanıyla sanat fantastik derecede aldatıcı ve karmaşıktır.”
Ceviri ömrünüzü yiyip bitirmiş. Sadakatle nakletme adına her şeyi feda etmişsiniz, öyle söylüyorsunuz, ‘zerafeti, ses ahengini, duruluğu, beğeniyi, modern kullanım hatta grameri’.
Okuru üçe ayırıyorsunuz, en alttakiler insani ilgi gözetenler, ortadakiler hayat ve hakikata dair paket düşünceleri, fikirleri isteyenler, en üsttekiler üslubun peşine düşen esaslı okurlar.
Bizim öyle bir lüksümüz yok üstadım, okumaya niyetlenen okur, kolayından okumayı yeğleyen okur, diyoruz biz, hatta şimdilerde alan okur, almayan okur…Zaten bizim buralarda yazar ve kar’atından ziyade yazarın kaç sattığı, kaçın kur’rası olduğu önemli…
Okurlar şöyle dursun hele, ömrünüze gözatalım azıcık, St.Petersburg’da varsıl bir ailenin ilk çocuğu olarak doğuyorsunuz, 1899’da, günü bile belli, 22 Nisan.İki kız iki erkek kardeşiniz oluyor sonradan. Varsıl bir amcadan iyi bir miras bırakılıyor, yalnız size ve Poems’i çıkarıyorsunuz. İki erkek kardeşiniz, devrimin ortasında kaçıp, Güney Kırım’a yerleşiyor.Kızıl ordu Kırım’ı alırken aileniz Sivastopol üstünden Atina, oradan da Londra’ya kaçıyor.Siz Cambridge’de modern ve orta çağ dilleri eğitimi görüyorsunuz. Babanız suikaste uğruyor.
Peşinden ömrünüze Svetlana giriyor.1922-1937 arası Berlin’desiniz, Rusça şiir, roman yazsanız da, geçiminizi Rus ve Fransız dili dersi, yanısıra tenis ve boks dersi vererek sağlıyorsunuz. Bu arada Svetlana ile nişanı atıyorsunuz. Berlin’de Vera ile evleniyorsunuz. Ardarda kitaplarını z çıkmaya başlıyor. Oğlunuz Dimitri doğuyor, derken Paris…
Karanlıkta Kahkaha, Göz, İnfaza Çağrı, bir berekettir gidiyor, keşfediyorsunuz. Anneniz öldükten sonra ABD’ye göç ediyorsunuz.Rus edebiyatı dersi verdiğiniz sıra bir kelebek türü keşfediyorsunuz.
Lolita ile yıldızlaşıyor, ulusal kitap ödülüne aday gösteriliyorsunuz, bütün Avrupayı dolaşıp, Lolita senaryosunu yazıyorsunuz. Gerek bu senaryo gerek sonraki romanlar Nobel adayı. Lolita ama, ömrünüzün yangını, Paris’te yasaklı, İngiltere bakanlık onayıyla izlemede, en az dört Amerikalı yayıncı büyük burunla geri çevirip basmasa da, engelleri atlayıp basılıyor, aylarca haber konusu…Pornografik suçlamasını ‘aptalca’ olarak niteliyorsunuz. O “sadece bir hikaye, bütün hikayeler gibi bir peri masalı…’’
Hayatın saçmalığını bir kahkahayla karşılayacakmış gibi konuşmanız, gülümseyiş ve dudak kıpırtınız sizi müthiş kişisel cazibeli bir erkek kılıyor.
Masal gibi bir ömrü olan…Kırdaki varsıl o ilk ev haçlar ve pembe karanfillerle dolu, anne mücevher kasasından takı seçen, kürkler içinde, atların çektiği kızağa biniyor.Yabancı dadılar çocuklara yüksek sesle kitap okuyor, sonraki dadılar hep Rus’tur. Kardeşler arasında dört farklı dille konuşulur. Küçücükken Turgenyev ve Tolstoy okuyorsunuz. Kitaplarınızı anadilinizde yazmış olaydınız, daha iyi olacağında ısrarcısınız, çünkü en zengin dil insanın çocukluğunun dili…
Ölümün dili hep aynı ama, saçmalık…Babanız Berlin’de Rus sürgünler toplantısında Rus monarşistlerinin başkasına sıktığı mermiyle öldürülüyor. O sonsuz varlığın sonrası, mülteci yoksulluğudur, inanılmaz bir yoksulluk…
Devrim sonrası kayıplarından yakınan göçmenleri sevmiyorsunuz, sizin gözünüzde o yılların somut özeti, kayıp çocukluğunuzun resmidir, ki amcanızdan size kalan büyük miras devrimde kaybolduğu için değil, çocukluğunuz kaybolduğu için…
Nasıl olduğunuzu hiç anlamasanız da tam bir öğretmen oluyorsunuz. Karınız Vera da aristokrat ama göçmen. Sekreterden ileri çalışıyor size. Oğul Dimitri var bi de sözetmemiz gereken, Harvardı bitirmiş, harika bir şarkıcı, üstelik başyapıtlarınızın önemli bölümünün özgün hali Rusça metinlerden oluşuyor.
Siz ve W.Gerhardi kıyaslandığınızda,’ ikisi de devrimden önceki Rus gençleri iken, bu deneyim her ikinize de hem nostaljik hem mahcup yüzler ve hüzün katmış’ deniyor. Bu cazibe de demek oluyor birazcık…
‘Bir hareket yahut ekole dönüşen şeyler ‘ hoşunuza gitmiyor, ‘etiket, klüp ve grupları’ sevmiyorsunuz. Existensiyalizm sözcük olarak bile sıkıyor sizi. Sartre okumuyorsunuz, zaten neden sözettiğini de anlamıyorsunuz. Freud denende büyü, diyorsunuz, o sizin nefret nesneniz. Size göre ‘edebiyat, çocuklar ve okullara en zararlı etki, Freud. Ortaçağ sembolleriyle uğraşan bir ortaçağ aklı. Ondan için ‘ Viyana’lı şarlatan’ da diyorsunuz, ben de koğ ediyorum. ‘R.Frost’un yazdıklarının çoğuna çöp diyen de sizsiniz, Hemingway hikayecidir, romanları, hele Çanlar Kimin İçin Çalıyor, berbattır, hele W.Faulkner, onda ne bulduklarını anlamıyorsunuz, ona karşı sağırsınız, o uydurulmuş biri, asla gerçek biri değil…’Vay annesine Sir…(Faulkner konusunda benim gibi düşündüğünüz için kendimi az çok zeki saymaya bile kalkıyorum, haddimi aşarak…)
Siyaset, yahut halkla ilgili hiçbir şeye de ilgi duymuyorsunuz. Siz kendi insanlarınızı, kendi siyasetiniz ve kendi tanrılarınızı oluşturmaya çalışıyorsunuz.
Bir put kırıcı mıydınız, âsi mi, entelektüel başkaldırıcı mı? Arkadaşınızın birine göre, siz kendi tuzağını kendi hazırlayan bir şüphecisiniz ve elbet harika bir donuk mizah sahibisiniz, şaka mı yapıyorsunuz, ciddi misiniz, bu asla anlaşılamaz…Lolita adınızı uçuruyor…Kitabın mesajı olduğunu düşünmüyorsunuz, siz mesaj taşıyan bir oğlan değilsiniz çünkü. ‘’Kitap kendi iki ayağı üstünde durmalı yahut kendi iki ya da dört kanadıyla uçmalı…’’
Zaten ünlü olan Lolita, öyle değil mi? Siz bilinmeyen birisiniz, güç söylenir adınızla hele, iki kat bilinmeyen bir romancısınız…
Büyük ve yalnız sürgünsünüz. Bir yazar, bir sanatçı başkasında heyecan uyandırıyorsa değerli. Siz ne kalbe dokunmaktan yanasınız ne aklı etkilemeye. Sizin istediğiniz gerçek sanatçı okurun belkemiğinde duyacağı o küçük ürperiş. İyi okur iliklerine kadar titremekten ve gözyaşı dökmekten heyecanlanır. İlk okumada öğrenir okur, kavrar, ancak ikincisinde, ikinci okuyuşta bir romanın keyfini çıkartır.
Eğer esin perileriniz kalbinizde uçuşarak sizi kışkırtmasaydı, yazmak için kışkırtmaktan sözediyoruz elbet, yapacak iş diye aklınıza gelene bakın, ormanların keşifçisi kelebekbilimci olmak…İlk seçeneğiniz bu. Sonra satrançta ustalık, servisleri karşılanamayan tenisçi, inanılmaz bir şutu kurtaran kaleci, son olarak mirasçılarınızın keşfedip yayınladığı bilinmeyen kitaplarınız, misal Lolita, Ada, Solgun Ateş, bunları gizli gizli yazıp saklayan bir yazar olmak, bu son seçenek…Ne hınzırsınız Sir…Siz kabullenmeseniz de kökten sürme asalet ve Sir’lük sözkonusu. Ve Sir olmak karınıza sabah kahvaltılarını sizin hazırlamanıza engel değil.
Yaratıcı da lambanın ve yazılmakta olan eserin sürgünü. Tümüyle yalnız bir kurttur orada. O yüzden size göre birinci sınıf kurmaca eserin gerçek çatışması karakterler arasında olan değil, hayır, yazarla dünya arasında olandır.
Ki zaten yazarlık tek kategori değil mi, özgünlük ve yetenek.Siz bunların dışında bir ekole de akıma da inanmayansınız. Toplumsal amacınız olmadığını zaten söylediniz, ahlaksal mesaj vermeye de kalkışmadınız. Dil değil, imgelerle düşündünüz, zevkine değil, kendinize zorluk çıkarmak adına yazıyorsunuz. Sanatın bir yazarın gerçek pasaportu olduğuna inanarak.
Ruhunuza selam eder, sevgilerimi sunarım sevgili Nabokov…