Anamız…
Bizim seni düşünmediğimiz, tadına varmadığımız, senin de elimizden tutmadığın gün yok. Bizi düşünmediğin, insanlığın haline bakıp içinin titremediği günün de yok, biliyoruz. Ara ara ömrümüze mührünü vurduğunda, umulmadık ve unutulmaz biçimde hayatımızı güzelleştirdiğinde, nice derdimize deva olduğunda dünyalar bizim oluyor.
Ağzımızın tadısın, ışığımız, ilacımız, ısı veren, çare olan, bereketsin, ölümsüzlüksün. Yoksul zengin ayırdetmeden insanlığı tıpışlayansın. Ekranda savaş izliyoruz epeydir, dünya, ey kutsal ve kadim anamız, savaşlara garkoldu, evlatların birbirini yiyor, silahlar susmuyor, biz de ekranda savaşa bakarken, bir lokma yiyip bir yudum su içiyor, sonra bunu nasıl yapabildik, diye mahçuboluyorken, fonda, teröristlerin ve onları püskürten askerlerin gerisinde seni görüyoruz…
Mezopotamya ülkesi toprağının esas kızı sensin. Zeytinliğin ağaçları bu acı filmin figüranı. Savaşın tanığısın, nice acının da.
Neredeyse ölümsüzlük ilacısın, ama, savaşa tanık olmaktan yüzün yerde…Çifte ateş arasında kaldın, büyük olasılıkla kurşunlar senin kutsal gövdeni de delik deşik ediyor. Kekrops, senden için kendinden yeniden doğan ve yok edilemeyen, demişti.İncir, hurma, üzüm, nar ile birlikte bütün dinlerin kitaplarındaki beş kutsal meyveden biriydin hani?
Nuh’un gemisine hayatın sürdüğünün yeşil izi olarak, güvercinin gagasında gelendin hani? Kin ve emperyalist paylaşımlar bunu buyurdu, gencecik askerlerimiz tam zeytine duracak çağdaki fidanlar gibi toprağa düşüyor.
‘Dallarına ay doğmuş, delice zeytin/Bu bahar yine gelin olacak/omuzumda yeşil bir duvak, delice zeytin’ diye şarkı yaptı Ezginin Günlüğü. Delice’yi bilen kaçınız, parmak kaldırsın göreyim? Bilmezsiniz, dağda belde biten kavruk zeytindir. Meğer en yararlın o imiş, şimdi tıp bunu inceliyormuş.
‘Açıktır dükkanım, olmaz pazarım zeytuni gözlerde kaldı nazarım’, diye mani attı çocukların.
Hem evlerin hem aşkların çerağı olmadın mı, binlerce yıldan bu yana?
Nazım’ımız, ‘ öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,’ dedi,’ yetmişinde bile, mesela zeytin dikeceksin.Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için.’
Sen o güzelim yeşil/sarı südünle dünyamızı emzirirken binlerce yıldır, hani doğurup dokuyan analarımızın her bereketinden nasıl yararlanıyorak, senden de öyle aldık ha aldık…Öyle ki, ölümsüzlük sırrı bile sendedir sandık. Bütün yaralara em, bütün kuraklığa rahmet, bütün sızılara nefes hep senden…
Epey yazdım seni, kitaplarıma da ömrüme de, sofralarımın baştacı, kiloların sorumlusu oldun.İzmir’in Hurma zeytini, Sele’sini, Tarsus’un Sarıulak’ını başıma tac ettim, ötekilere takacak kulp bulsam da, hepsini bağrıma bastım. Yazdıklarımın en firaklısına en güzel tasarımı sundu, sevgili Can Ercin, bir marka için hazırladığı zeytin mührü, ne olabilir, haydi düşün?…Dünyada bulamazsın…Bir çift meme. Ama nasıl güzel, diri, bereketli, zeytinyağı damlıyor başlarından, kendi de zaten ten rengi değil, su yeşili…Görselde bundan güzel anlatım, görmedim, duymadım.
Tıpkı anamızın hakkı gibi, senin hakkın da farketmeden her hücremizde hem de emeklerin sağdıç emeği.
Bir oğlun, senin karasuyunu uzay laboratuarında ayrıştırdı, en kötü dertlerin çaresi yaptı, en azından yolunda yürüdü, bitkisel ilaç olarak üretti, onunla da söyleştik, Faruk Durukan adlı bilici bulucu ile.Her buluşta, bize taktığın her kanatta içim gitti gitti geldi, çare benmişim gibi uçup kondum, coşup taştım…
Senin gövdenin fotografilerini çekti bir kızın, Lale Altıntaş, sergiler açtı, oradaki duruşlarının hepsi anaçtı, bilgeceydi, esaslıydı, hepimize dersti, inanılır gibi değildi, kendiliğinden haykeldi.
İzmir Urla’da, Uzunkuyu köyü var bi tane, orada dünyanın en büyük zeytinyağı müzesi açıldı, ‘Köstem Zeytinyağı Müzesi’…
Açılışında, Dünya Zeytin Günü kapsamında bir tören düzenlediler, herkesler gelmiş. Levent Köstem’le eşi Güler hanım, yıllar boyu didinerek açmış, yirmi dönüm açık alanı, altı dönüm kapalı alanı olan, bu, dünyanın en büyük zeytin müzesini.
Anadolu topraklarının bugüne kadar gördüğü, kullandığı bütün zeytin ezme sistemlerinin küçük ölçekte sergilendiği, ille de Ege’nin Urla’nın, Anadolu zeytinciliği ve kültürünün tanıtıldığı, daha da tanıtılacağı müzenin üst katı gelen yıl ‘Sabun ve Hijyen Müzesi’ olarak açılacakmış.
Ege’li iki evladın işte, Levent bey başarılı bir ortopedist, eşi fen bilgisi öğretmeni, yiyip içip gezip eğlenecek yerde, yıllar boyu kültür için didiniyor, işe bak…Kültür Bakanlığı da destekliyor, hem ülkeyi hem Urla ve İzmir’i öne çıkarıyor diye.
Bölgenin, senin ve zeytinyağının üretim ve önemini öğretecek müze büyük hayaller için kanat takıyor insana.Kadınlar gününde oradaydık, izmirizmir.net ailesiyle.
Hem çevre üreticiler, hem yedi bölgenin zeytin denende akla gelen hem ürünü, hem her güzelliği burada yeralacak.Şık bir yeme içme bölümü, özgün bir sunum, satış bölümü, çocukların hem öğreneceği, hem göreceği, hem elinin zeytine değeceği işlikler…
Bir zeytin meseli anlatılacak orada.
Emek emek toplanıp sergilenen onca zeytin işliği, en eskisinden günümüze…Klazomenai’nin küçük çaplı bir örneği de vardı. Zeytinin henüz Z.si olmasa da, bir mahsere kokusunu aldık, preslenen meyvelerin cızırtısını duyduk, amforaların, araları samanla yalıtılmış bile olsa, yüklendikleri gemide giderken, birbirine tık tık dokunduğunu da…
Yolu açık olsun bu güzelim müzenin, akıl edip yola düşenlerin ve bu büyük hayale kanat takanların işi kolay olsun.
Anamız zeytin, ne olur sen de çığrın çırpın, şu yangını söndür. Haklıdan yana, barış ve insandan, merhametten yana olanlar safında…