Birini veya bir durumu eleştirirken insanların kendilerini o eleştiriden âzâde hissetmeleri çok kültürel bir durum. Psikolojide insanları “hastalıkları” açısından kabaca ikiye bölmenin mümkün olduğu söylenir. İlk grup başına gelen sorunlar için başkalarını suçlar, ikinci grup ise kendisini… Başlı başına, bağlamdan kopuk ele alındığında bu iki davranış da aynı oranda sorunludur, fakat hayatın pratikliği açısından bakıldığında, kendini suçlayan kişilerin, suçu başkalarında arayanlara göre çok daha rahat iyileştikleri ve daha mutlu oldukları görülmüştür. Dolayısıyla başkalarını suçlamak hemen her zaman karşımıza bir zaaf olarak çıkar. Peki, karşımızdaki özne gerçekten suçluysa, bizim onu suçluyor olmamızın nesi kötüdür?
Burada karşımıza çıkan şey sadece bir durum tespitidir aslında. Yani karşımızdaki kişinin suçlu olması bir veridir. Biz, biraz da teorik bir tartışma yürüttüğümüzden, çok da derine inmeden bu duruma kısaca “gerçeklik” diyelim. Komşunun oğlu çarşaflarınıza çamur atmıştır meselâ ve suç alenen ortadadır. Gerçeklik oğlanın yaramazlık yapması ve çarşafı çamura bulamasıdır. Böylece biz haklı ve mağdur tarafta olan kişiler olarak çocuğu bu davranışı için eleştiririz. Oysa suçun hep biraz da bizde olması demek, suçun alenen üstlenilmesi anlamına gelmez. Bu durumda çocuğun çarşafı lekelemesinin suçunu kendimizde aramamız, en fazla ahmaklığa veya enayiliğe denk düşecektir. Peki, suçun çocukta olduğu ayan beyan ortadaysa ve burada kendimizde suç aramak ahmaklıksa “suçun biraz da bizde olması” ne anlama gelir?
Şimdi karşımıza çıkan soru şudur: Amacımız nedir? Ne istiyoruz? Hayatımızda bazı şeyler istediğimiz gibi gitmediğinde bizler bu istenmedik durumlarla nasıl başa çıkacağımızı deneyimleyerek öğreniriz. Yağan yağmur sonrası yolumuzu çamur basmışsa, belediyeyi eleştirmemizin ve onu suçlu ilan etmemizin bir nedeni vardır. Belediyeden düzgün bir yol çalışması yapmasını ve bizi çamur belasından kurtarmasını isteriz (bu onun görevidir neticede). Demek ki sürekli belediyeyi eleştirmek, her gün çamurlu yollarda gidip geldiğimiz sürece hiç de işlevsel olmayacaktır. Hatta bu bir oksimorondur. Sürekli yüzmenin ne kadar kötü bir şey olduğundan bahseden birinin her gün yüzmesi bir çelişki olmaz mı?
O halde amacım çocuğun çarşaflarıma çamur atmamasıysa eğer, bu amaç uğruna birden kendimi sorumluluk alanının içinde bulurum. Bu çok adaletsiz ve can sıkıcı bir durumdur, çünkü ilgim olmamasına ve olayla olan bağlantım sıfır olmasına rağmen, durduk yere bana sorumluluk yüklemektedir. Bazıları çıkıp “hiç işim olmaz” diyebilir; “suç tamamen çocuğundur [belediyenindir/hükümetindir], er ya da geç çocuk kendine çeki düzen vermek zorundadır.” Çok doğru. Peki, ya ertesi gün çocuk tüm uyarılara, “tehditlere,” anne baba nasihatlerine rağmen gelip yine çarşaflarıma çamur atarsa? Tamamen haklı ve mağdur olmama rağmen bir şeyler yapmam gerekmez mi? Çünkü kendimize “bu eleştirinin amacı nedir?” diye sorarsak, amaç dediğimiz şeyin merkez kuvvet olduğunu hatırlarız. Tüm haklılığıma rağmen çarşaflarımın lekeleniyor olması aptallık değil mi?
Biz haklı/haksız ikilisine fazlaca takılan ve bunun gözümüzü kör etmesine müsaade eden bir kültürden geliyoruz. Oysa mesele sonuçta ne olduğudur. Gerçekleşmiş bir durum karşısında (i) haklı/haksız olmak; (ii) karşımızdakini eleştirmek; (iii) ona doğruları söylemek; (iv) mümkünse onun hatasını düzeltmesini beklemek, gerçeklik karşısında sırayla meydana gelen birer normatif haldir. Bunlar olması gerektiği gibi sıralanan realite baloncuklarıdır. Fakat bu sıralamanın içinde, sonuca giden yolda sorumluluk almak yer almamaktadır. Suçun biraz da biz de olmasının kabulüyle, haklı/haksız ikilemine düşmeden sonuç için hamle yapmak gerekmektedir ve bu işleme de kısaca “siyaset yapmak” denir.
Şunu unutmamak gerek:Biz eleştirdiğimizde bir şeyin yanlış olduğunu ilan ediyor ve onun düzelmesini istiyoruz demektir. Her eleştiri aslında yanlış bir şeyin düzeltilmesi için yapılır. Oysa bir şeyin düzelebilmesi salt onu bozanın yapabileceği bir şey olmayabilir. Bu yüzden siyaset yapmak amaca giden yolda büyük bir maharet ve yetenek ister ve Türkiye gibi ülkelerde de, ister gündelik ister politik hayat olsun, doğru düzgün siyaset yapabilene rastlamak maalesef mümkün değildir.