Kimi insanlar vardır ki onlar için savaş ve mücadele, hayatın ta kendisidir. Savaşmaya, mücadele etmeye, olağanüstü maceralara girişmeye, yeni ülkeler ve diyarlar fethetmeye can atarlar. Savaş ve fetih ruhlarında vardır. Tarihe mal olmuş o kahramanların adı, çağa ve döneme göre bazen “On Binlerin Yürüyüşü”nün ilk başını çeken Klearkhos, bazen dünyayı fethetmiş İskender, bazen Kartacalı komutan Hannibal, bazen Roma diktatörü Sezar, bazen Kleopatra’nın aşkına Roma imparatorluğunu parçalamasına ramak kalan Antonius, bazen Mısır’ı Zengiler adına Fatımîlerden geri alan Şêrgo (Şerguh) ve yeğeni, Üçüncü Haçlı Seferi’nin Müslüman yanının lideri Salâhaddin, bazen İslâmiyetin ilk büyük genişleme dalgasının Mısır ve İskenderiye fatihi Amr bin Âs olabilir. Fakat ruhları benzeşir. Her birinin kendince bir dâvâsı olsa da, iflâh olmaz, kaplarına sığmaz savaşçılardır.
İskenderiye’ye göz dikmiş bir tacir ve komutan
İşte onlardan biri olan Amr bin Âs (Ebû Abdillâh (Ebû Muhammed) Amr b. el-Âs (el-Âsî) b. Vâil es-Sehmî el-Kureyşî (ö. H.43/664) İslâm tarihinin efsane komutanlarındandır. Amr bin Âs denince, elbette ilk akla gelen, onun İskenderiye gibi bir şehri, Mısır gibi bir ülkeyi fetih etmiş olmasıdır. İslâmın Arap coğrafyası dışına taşma, özellikle İran ve Mısır’a doğru yayılma atılımı, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra halifelik makamına oturan Ebubekir döneminde başlar. Hz. Ebubekir dört ordu komutanını, dört koldan harekete geçmek için görevlendirir. Bunlardan birini Filistin’e, birini Mısır’a, birini İran’a ve birini de Arabistan’daki Hıristiyan Arapların üzerine gönderir (Abu’ul-Faraç Tarihi, Cilt I:174). Ancak Ebubekir’in halifeliği kısa (iki yıl) sürdüğü için, bu projeyi hayata geçirmek adaleti ve alçak gönüllülüğüyle ün salan Ömer’e nasip olur.
İslâmın doğuş yüzyıllarında bu bölgede iki büyük imparatorluk yüzyüzedir: Doğu Roma (Bizans) ve Sasaniler. Bizans Balkanlara ve Anadolu’ya, Sasaniler ise İran ve Mezopotamya’ya hâkimdir. Mısır, Doğu Akdeniz kıyı şeridi ve Doğu Anadolu, ikisinin arasındaki tampon bölgedir. Kâh birine, kâh diğerine geçmektedir. 7. yüzyılın ilk yarısında, Bizans’ın elindedir (bkz yukarıdaki haritada, iki renkli çapraz taranmış alan).
Arap ordularının Mezopotamya üzerine ilerleyen kolunun Kadisiye muharebesinde (636) Sasanileri yenmesi Amr bin Âs’ı ciddi anlamda cesaretlendirir. Ona göre, eğer Araplar Mısır’ı daha eski Pers İmparatorluğu döneminde topraklarına katan ve sonra iki kez daha almayı başaran İranlıları mağlup edebilmişlerse, benzer şekilde Bizans’ı da yenip Mısır’ı onlardan alabilirler. Amr bin Âs henüz Müslüman olmadan, Mekke’nin ticari ve siyasi hayatında önemli bir role sahiptir. Dış ülkelere yaptığı seyahatler sırasında, daha o dönem Habeşistan kralı Necâşî ile dost olmuştur. Uhud ve Hendek savaşlarında Kureyş süvarilerine komuta etmiş olan Amr bin Âs, Mekke’nin fethinden önce, 31 Mayıs 629’da Müslümanlığı kabul eder. Hz. Muhammed döneminde, İslâmı tebliğ etmek ve vergi toplamak için Umman’a gönderilir (TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 3:79-81). Bu çerçevede, Amr bin Âs’ın Mısır’ın alınması konusunda aşırı iştahlı davranmasının belki bir nedeni, daha önce Arap ticaret kervanlarının başında Nil vâdisine inmiş, İskenderiye’yi ziyaret ederek kentin güzelliği ve dillere destan zenginliğine hayranlıkla şahit olmuş olmasıdır.
Büyük İskender’in kurduğu emsalsiz şehir
Nasıl olursa olsun, Amr bin Âs’ın göz diktiği İskenderiye (Alexandria), yapımına bizzat Büyük İskender’in başladığı bir kenttir. Plutarkhos, şehrin kuruluş hikâyesini şöyle anlatır: İskender Mısır’ı ele geçirince, orada ismini taşımak isteyen bir Yunan şehri kurmak istemiş. Emsali görülmemiş büyüklükte bir şehir için mimarlar ve mühendislerle birlikte uygun arazi aramaktayken bir rüya görmüş. Yanına yaklaşan ak saçlı bir bilge ona Odysseia’dan iki dize okumuş:
Çok dalgalı denizin içinde bir ada vardır,
Mısır’a yakın, Pharos derler adına.
Uyanır uyanmaz hemen Pharos’a gitmiş. Günümüzde toprak doldurma yoluyla karaya bağlı olan Pharos, o dönemde Kanokbiko Ağzı’nın biraz ötesinde bulunan bir adaymış. İskender yeri çok beğenmiş ve “Homeros’un takdir ettiğim çok yanı var, ama şimdi mimarlık sanatını da bildiğini gördüm” demiş. Hemen şehrin planını çizdirmiş, ancak sınırlarını belirlemek için beyaz toprak bulunamadığında un kullanmış. Koyu renkli toprak üzerine önce bir çember, sonra da içine birbiriyle kesişen aynı uzunlukta çizgiler çizmiş. İskender keyifle hazırlıkları izlerken birden ırmakta ve gölde yaşamakta olan değişik türden bir sürü kuş belirlenen yerin üstünde uçuşmaya, sonra da sınırların çizildiği unu yiyip yutmaya başlamış. Arkalarında bir zerre bile un bırakmayınca İskender bunun kötü bir alâmet olduğuna inanmış; ancak kâhinler korkmamasını, kuracağı şehrin çok bereketli olacağını ve her milletten insanı toplayıp dolduracağını söylemiş. (Plutarkhos, İskender-Sezar:29-30).
Kâhinlerin kehaneti tutmuş ve dedikleri gibi de olmuş, hattâ ötesine geçmiş. Medeniyet tarihinde (Büyük) İskender (Alexandros, Megas Alexandros) kadar çok şehir kurmuş lider yok gibi. Fethettiği alanlar Alexandria’lar, Alexandretta’lar (Türkiye’de İskenderun), Alexandroupolis’lerle (Yunanistan’da Dedeağaç) kaplı. Bu arada İskenderiye Helenistik Çağda o kadar büyüyor ve gelişiyor ki, (Roma yükselinceye kadar) öncülük Atina’dan İskenderiye’ye geçti deniliyor.
Hz. Ömer’in İskenderiye’nin fethine razı edilmesi
Ecnâdeyn ve Yarmuk muharebelerine katılarak Filistin bölgesinin fethinde baş rolü oynayan Amr bin Âs, Kudüs şehrinin Hz. Ömer’e teslim olmasını sağlayan komutan olarak da bilinir (TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 3:79-81). Amr bin Âs, Yarmuk’tan (634) ve Kudüs’ün fethinden (638) sonra Hz. Ömer’e giderek, Bizans’ın en güzel ve bereketli eyaleti olan Mısır’a sefer yapmak istediğini dile getirdiğinde, Halife önce tereddüt eder. Buna karşılık Amr bin Âs, Filistin ve Suriye bölgesinde mağlup olan Bizans askerleri ve kimi komutanlarının Mısır’a sığındığını, eğer Mısır fethedilmezse bunların ileride tehdit oluşturacağını ileri sürer. Bu ısrar karşısında Halife Ömer isteksiz de olsa izin verir.
Gene de Hz. Ömer Medine’ye döndükten sonra Mısır seferini durdurmak ister, zira İslam ordularının Bizans karşısında yenilgiye uğramasından endişelidir. Böyle bir yenilgi, köklü bir yıkımı tetikleyebilir ve İslâm dinini de sıkıntıya sokabilir. Bunun üzerine Amr bin Âs’a yazıp, “eğer bu mektup Mısır sınırını geçmeden eline ulaşırsa geri dön” emrini verir. Ancak eğer Mısır sınırı geçilmişse sefere devam edilecek ve Müslümanlar onun zaferi için dua edecektir. Geri çağrılacağından kuşkulanan Amr bin Âs, dört bin süvarisiyle el-Ariş kentine ulaşıncaya kadar mektubu açmaz, çünkü kendisi de Hz. Ömer’in Mısır seferi için pek emin ve istekli olmadığının farkındadır (Aziz SuryalAtiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi:99-100).
Kuzey Sina üzerinden Pelusium’ya (el-Farama) ulaşan Amr bin Âs ve ordusu, 640 yılında burayı alır ve bir ay içinde deltanın doğusunda kalan Bilbais kalesini fetheder. Daha sonra Arabistan’dan gelen Zübeyr bin Avvâm komutasındaki takviye kuvvetlerle Arap ordusunun mevcudu 20,000’e ulaşır. Ordu fetih hareketine hız vererek Memfis bölgesindeki Fariyum’a saldırır. Mısırlı komutan (Cyrus) Fariyum kuşatmasında çaresiz kalınca, Araplarla anlaşmaya çalışır. Arapların benzer durumda ileri sürdükleri üç şart vardır: Ya İslâmı kabul edip her şeyi Müslümanlarla paylaşacak, ya kayıtsız şartsız teslim olup haraç ödeyecek, ya da direnişi ve kılıcı seçerek sonuca katlanacaklardır.
Fariyum kalesi düşünce başkent İskenderiye’nin yolu açılmış oldu. Müstahkem kalelerle çevrili İskenderiye kentini, o sırada 50,000 Romalı asker korumaktadır. Üstelik şehir deniz yoluyla Bizans’tan gelebilecek yardımlara da açıktır. Derken Cyrus’un tekrar devreye girip Araplarla müzakere yoluna gitmesi, 642 yılının Eylül ayında İskenderiye’nin teslim edilmesinin yolunu açar. Böylece üç ay süren muhasara neticesinde İskenderiye teslim olur, şehirde bulunan her şey ganimet olarak alınır ve halk da zimmî statüsüne geçirilir (İbn’ül Esir, Cilt 2:517). Varılan anlaşma gereği, her yetişkin İskenderiyeli iki altın dinar kelle vergisi ödeyecektir.
Yeğeni Martina ile yaptığı evlilikten dolayı Kilisenin ve halkın tepkisine maruz kalan ve izdivacı gayrimeşru görülen Bizans imparatoru Herakleios, 641 yılının Şubat ayında büyük acılar içinde ölmüş ve devleti ağır bir karışıklık içinde bırakmıştır (George Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi:104). İşte tam da bu sırada, imparatorluğun en önemli ikinci şehri, onun yerine tahta oturan torunu II. Konstans döneminde resmen Araplara geçer.
Amr bin Âs İskenderiye’yi ele geçirdiğinde, kadın ve çocuklar hariç şehirde 600,000 kişi (yetişkin ve yaşlı erkek) oturmaktadır. Büyük komutan, o dönemde Mekke’de oturan Hz. Ömer’e şu müjdeli haberi göndermişti: “Öyle bir şehir ele geçirdim ki tarif edilemez. Şunu söylemek yeterli olacaktır: Ele geçirdiğim şehirde 4000 saray, 4000 hamam, 400 tiyatro ve vergi ödeyen 40,000 zengin Yahudi var.”
(devam edecek)