Ana SayfaYazarlarSoframız Anadolu

Soframız Anadolu

 

Size de öyle mi gelir ?

Anadolu bir ulu sofra değil mi?

Ekmek tahtalarımıza benzer, dikdörtgen , kırılıp bükülmez , sağlam bir sofra.

Çevresine alayını toplar, sofra örtüsünün uçları kucağa alınıp oturulur, olur Zekeriya sofrası.

Ama bu bereketli sofraya sokulanlardan sofrayı devirmeye/tekmelemeye teşne olanı tarih boyu çok gördük.

Sofra dirliğimiz, düzenimiz, muhkem yere serilir, özenilir, süslenir, kutsanır.

Eskiden sofra törelerimiz daha çok ve ‘değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek ‘ kesinlikteydi.

El yüz yıkamadan oturulmaz, besmelesiz yemeğe başlanmaz, sofrada konuşulmaz, hızlıca yenilir, hamd ile kalkılırdı.Yemek arası su içilmez, kötü şey ima dahi edilemezdi.

Oyalanmadan kalkmak gerekirdi, çünkü inanışa göre sofra dört meleğin kanatları üstünde kuruluydu asıl. Ağırdan aldıkça, kanatları yorulurdu, onları yorup üzmek günahtı.

İlginç yerlere serilen sofralar hep ilgimi çekmiştir.

O yüzden belki uçağa ilk  bindiğimde önüme gelen tepsi sofra heyecanlandırmıştı, bulut üzre kurulmuş bir sofraydı bu ne olsa…

Su üstüne serilen sofralar da heyecanlandırır beni, gemi yahut sandaldaki engin gönül sofra, bazen tek bir maltız, tek mendil, sonra dağ doruğundaki sofra , hatta trenlerin o eskiden varolan yemek kompartmanı ve onun bütün sofra ritüelleri de.

Balıkesir, Edremit Tahtakuşlar’daki Hıdrellez sofraları da kalbe coşku veren sofralardan.

Gittim, yazdım, röportajlar yaptım orada, gene de andıkça heyecanlanmadan edemem…

Bu sofra çünkü, mezarlıkta seriliyor. Sazlı sözlü bir sofra, üstelik, ölüsüyle dirisiyle…

İrkilmeyin hemen, coşkulu, katılanı çok, şenlikli, anlamlı, koca bir sofra bu.

Baharı bayram bilen tahtacılar, öbür dini bayramlarda nasıl ölmüşlerimizin kabirlerini

/makamlarını ziyaret ediyorsak, tıpkı öyle ölmüşlerini ziyaret ediyor, bir fazlasıyla ; kabir diplerine ölmüşün canı için sofra açarak.

 

 Kızlar kadınlar, çocuklar rengarenk , telli pullu , üç etekli giyinip başlarına sahici güller takınarak. Sanırsınız bir düğün bu, baharı karşılama düğünü. Ölmüşü kalmışı, uzaktakileri, onları sayıp, bilip gelen ötekilerle hepbirlikte, cancana…

 

Bu şenlikten her andığımda aklıma geliveren hep üç şey, ilki Mellengiç ağaçları, ki tazecik sürgünleri ne güzel turşu olur, ikincisi üstlerine güller serpilmiş kabirler, üçüncüsü sunulan kahveler, ikramlar…

 

Ölüyle yaşayanın, hayatla ölümün içiçeliğini anlatan, ölüm ve bahar üstünden hayatı kutsayan, insanın insana dokanak taşı olduğunu söyleyen daha güzel ne olabilir?

 

Orada ölen kişinin üstüne toprak atılmadan önce çalı koyuluyor, yırtıcı hayvan dokunmasın diye ( bu bana Tarsus’taki ölenin yüzünü Murt (Mersin) çalısıyla korumayı hatırlatır. Bu da bir tür ölmüş kişiye saygı, onu korumak).

 

Tahtakuşlar köyünün tahtacı Türkmenleri ,yüzüne bu dikenli duvağı indirdikleri ölmüş kişilerini her yıl, Hıdrellez sabahı anıyor, onun için açtıkları/serdikleri yer sofralarında ruhu için ikramda bulunuyorlar, yiyip içiyor, gülüp söylüyorlar.

 

Ölüm penceresinden hayatı kutsuyorlar.

 

12 Penceresinde 12 mum yakılan uzun dede de bu şenlikli mezarlığın(!) sakinlerinden, halk ozanı Ali Ekber Çiçek de.

 

Sunulan kahvenin geri çevrilmesi ayıp, ‘hayrın kabul olsun’ diye alınıp, bir yudum bile olsa tadına bakıp, sonra toprağa ters çevrilebilir, o fincan…Kahve sonrası gezdirilen çerezler de öyle, tadımlık da olsa almak şart, en son yeşil yemekler sunuluyor. Konukların ve Türkmenlerin mezar mezar / sofra sofra ziyarette bulunması gerekli, yaşa başa bakmadan, herkes birbirini ziyaret ediyor, kahvesinden yudumlayıp, çereziyle yemeğinden tadıyor.

 

Ulu Anadolu sofrasının küçücük bir örneği, ama, bütün renkleri ve saygısı/sevinciyle, hatırnazlığıyla birebir örneği…

 

Ummanın, sevmenin, elele vermenin bir yolunu her zaman  bulmuş Anadolu insanı, bin yıldan bu yana. O ulu soframız Anadolu’ya saygılı, sevgili olmuş.

 

Ama sofra tekmelemeye kalkan hamhalatları da çok görmüş, bilge Anadolulu…

Sofraya küsülmez, sofraya tükürülmez, sofra uludur, baştacı edilir, ortaklaşa kurulur, barış ve saygı ile birarada oturulur törelerinden bihaber kimileri hep olagelmiş…

 

Aynı evi paylaştığı kaynanasına çemkiren arsız gelin gibi, eline beline koyup der ya hani:

‘Madem aynı evde oturamıyoruz, o halde evleri ayırırız, aynı sofra etrafına sığışılmıyor madem, ikinci sofrayı sereriz anam bacım…Cahile sofra kurmakta ney var? İki kalas, bi heves, bi sofra örtüsü, tuz ekmek…’ diyen şaşkın, sofra kurmanın öneminden bihaber, ağızdan dolma tüfek, bahar senin neyine , Anadolu sofrası neyine, töreler, güzellikler neyine?

 

Hokkabazlığı, acemi rol kesmeleri, akılsızlığı bırak da, bir somun ekmekle ve şükürle sofraya sokulup, oturma adabını öğren önce sen.

 

Elinin kanını yıkadıktan sonra elbet.

Ve kör inadı, uzaktan kumandayı, halksız kalma utancını, patlattığın davulunu, namlusu sana dönük tüfeğini, ihaneti ve kötülüğü bırakarak…

 

Kendi insanını ve hayatı akıllıca düşünerek…

Yoksa bu Anadolu sofrasında yerin  nasıl olsun? Elin hamur karnın açken, sofralar kuracağına, kurulu sofralara sokulacağına, sofra devirirken, bomba taşır, beyhude ölümlere geçerken…

 

Hepbirlikte oturacağımız soframız güzel olsun, bereketli, çok katılımlı, çok halklı, ölümsüz olsun. Önümüzde zehir zıkkım değil, mübarek somun olsun, su olsun…

Hayata doyalım, ölüme değil. Çözüme dönelim, düğüme değil!

 

- Advertisment -