Ana SayfaYazarlarSon polis tacizinin aynasında AK Parti iktidarı ve AK Parti kamuoyu...

Son polis tacizinin aynasında AK Parti iktidarı ve AK Parti kamuoyu…

 

Hakşinaslığın en temel fakat aynı zamanda yerine getirilmesi en zor ölçütlerinden biri, herhangi bir konuda tavır alırken “özne”ye değil “fiil”e odaklanabilmektir.

 

Bir fiili “A” öznesinin mi yoksa “B” öznesinin mi gerçekleştirdiğine bakarak taban tabana farklı tutumlar alabilen bir kişi, parti ya da iktidar yalnız hakşinaslığa aykırı davranmış olmaz, inandırıcılığını da yitirir. (İnandırıcılığını yitirmek her durumda destek kaybına yol açmaz. Mesela Türkiye’de iktidar inandırıcılık sorunu yaşasa bile desteğini korumaya devam edebiliyor. Bunun nedeninin sert kutuplaşma olduğunu biliyoruz.)

 

Acı gerçek şu ki, fiile değil özneye odaklanmak, derece derece bütün siyasi eğilimleri, bütün toplumsal kesimleri etkisi altına alan bir illet: Sağ, sol, liberal, demokrat, milli, dindar, ulusalcı vb., bunların her biri farklı bir ahlakı referans alıyor ama hiçbirinin ahlaki referansı, onları bu çifte standarttan tümüyle âzâde kılamıyor.

 

Bizim hırsızımız, bizim tacizcimiz…

 

Sorsanız, her kesimden herkesin kesin olarak ahlak dışı bulup karşı çıkacağı davranış biçimlerinin failleri “bizden” biri olunca sığındığımız “ama”lar, “fakat”lar hırsızlık gibi, rüşvet gibi, cinsel saldırı gibi savunulması imkânsız alanlarda boy göstermeye başlamışsa, orada durulup düşünülmesi gereken çok şey birikmiş demektir.

 

İktidar ve iktidar kamuoyu son iki hafta içinde bu nitelikte iki gelişmeyi göğüslemek zorunda kaldı ve çok zorlandı.

 

Bunlardan birincisinin üzerinde fazla durmayacağım, bu yazının asıl konusunun alanını daraltmasın diye sadece haberinin kısa versiyonunu aktarmakla yetineceğim. Hatırlayacaksınız, şöyleydi haber:

“CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Tuncay Özkan, Twitter hesabından Mersin Çamlıyaya AKP İlçe Başkanı Mehmet Ali Yetiş'in yaptığı konuşmanın görüntülerini yayınlandı. Görüntülerde Yetiş, hırsızlıkla suçlanan belediye başkan adayı için ‘Hırsız bizim hırsızımız. Biz yanında yer alırız’ diyor.”

 

İkinci örneği, basın duyurusu yapmak isteyen bir grubun içinde yer alan tesettürlü bir üniversite öğrencisine bir polisin cinsel taciziyle ilgili görüntüler oluşturuyor.

 

Görüntülerin sosyal medyada yayımlanmasından sonra en az onlar kadar vahim başka bir gelişme daha yaşandı. Ankara Emniyet Müdürlüğü, her cümlesi tuhaf yazılı bir açıklama yaptı. Emniyet, olaya karışan polisle ilgili işlem yapılacağına dair herhangi bir söz vermediği gibi, tacize uğrayan öğrenci Merve Demirel’in öğretmen babasının “FETÖ soruşturması” bağlamında görevden uzaklaştırıldığını hatırlatarak cinsel saldırıyı silikleştirme ve meşrulaştırma çabası içine girdi.  

 

Susarak geçiştirmeye çalışanlar ve tevil çabasına girişenler

 

İktidar, iktidar medyası ve iktidar kamuoyu, polisin cinsel tacizini, kendilerine yönelik sosyal medya eleştirilerini sonuna kadar hak eden bir sessizlikle karşıladılar. O eleştirilerin tümünü temsilen birini aktarayım: “Merve Demirel eğer AK Partili olsaydı şu anda kıyamet kopuyordu, ancak AK Partili olmadığı için ne yazık ki toplumun büyük çoğunluğu sessizliğini koruyor. “ (Olaydan sonra Merve Demirel’le birlikte suç duyurusunda bulunan CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu).

 

AK Parti cephesinden, “bari o da susarak geçiştirseydi” dedirten tepki, grup başkanvekili Özlem Zengin’den geldi: "Bu görüntülerde, özensizlik içerisinde bir tavır görüyorum. Bir telaş içerisinde bir kişiyi arabaya yerleştirmeyle alakalı telaşın verdiği bir yanlış hareket var.”

 

Sosyal medyada fazla öne çıkarılmadı ama, Özlem Zengin’in sözleri arasında yer alan şu bölüm de vahimdi:

"Bu görüntüler kamuoyuna dağıtılırken kastı aşan bir şekilde, olaydan öte emniyet teşkilatını tahkir etmek üzere bir üslup kullanılıyor. Bizim burada yapmamız gereken, her ikisini aynı anda görmek.”

 

Bu kadar vahim bir olayda bu kadar alt perdeden, bu kadar serbest bir üslubun sahibini, tıpkı Emniyet’in “Ama babası FETÖ’cü” açıklamasında olduğu gibi olayı silikleştirme, vahametini azaltma çabası içine girmekle eleştirmek haksızlık olmaz.

 

Nitekim imam-cemaat misali, Emniyet’in ve Özlem Zengin’in açtığı yoldan ilerleyen sosyal medya kullanıcıları el artırmakta hiç vakit kaybetmediler:

“DHKP-C destekçisi TAYAD'ın Ankara Sakarya Caddesinde teröristler için sloganlar attığı eylemde başörtülü Merve Demirel'in ne işi var! Meğer Merve Demirel'in babası FETÖ'den dolayı kamudan atılmış! Şimdi polis başörtülüyü taciz etti yaygarası koparıyorlar! Alın size proje!” (Ceyhan Ulus).

 

Mesele “proje”ye dayanmışsa, olaya karışan polisin de “FETÖ’cü” olduğunu, Merve Demirel’le anlaşıp güvenlik kuvvetlerini ve iktidarı zor duruma sokmak üzere böyle bir “eylem”i planladıklarını öne sürenler de peydahlanmıştır dedim ama, hayır, işi bu noktaya vardıran olmamıştı. (Yine de havlu atmış değilim. Unutmayın, bu alanda hem de yayın yönetmeni sıfatlı birileri ne performanslar sergilemişlerdi.)

 

Bir zamanların AK Parti’si ve suç işleyen kamu görevlileri

 

Hiç şüpheniz olmasın, bu olay AK Parti’nin, dümeni otoriterliğe kırmadığı eski yıllarında yaşansaydı, AK Parti’nin ve AK Partililerin tepkileri çok farklı olurdu. Çok sayıda örnek gösterilebilir buna. Bunların en önemlilerinden biri, Engin Çeber’in ölümünden sorumlu olan kamu görevlilerine verilen cezalardı.  

 

Engin Çeber İstanbul’da arkadaşlarıyla birlikte dergi dağıtırken gözaltına alınmış, karakolda ve Metris Cezaevi’nde uğradığı işkenceler sonucu 10 Ekim 2008’de ölmüştü.

 

Beş yıl süren yargılama sürecinin sonunda Yargıtay, 11 Kasım 2013’te mahkemenin kararlarını onayladı. Böylece, iki infaz koruma memuru ile cezaevi 2. Müdürü hakkındaki müebbet hapis cezaları kesinleşmiş oldu.

 

Uluslararası Af Örgütü’nün resmî web sitesinde haber, “İşkence suçuna cezasızlığın kaide olduğu Türkiye’de ilk kez böyle bir karar veriliyor” denildi ve sonuç “tarihî” olarak nitelendi.

 

Örgüt’ün bir tespiti de şöyleydi: “Bu karar, Türkiye’deki adli sistemin, devlet yetkililerinin yararlandığı işkence konusundaki cezasızlıkla mücadele konusunda etkili olabileceğini gösterdi.”

 

Kararı “tarihî” kılan bir başka nokta da, işkenceye karışmadığı halde “göz yummak”tan ikinci müdürün de aynı cezaya çarptırılmasıydı…

 

Bir zamanlar böyle şeyler oluyordu Türkiye’de.

 

Otoriter iktidar kamu görevlisini neden “vermez…”

 

Fakat otoriter iktidarlar altında işler böyle yürümez.

 

Kolluk kuvvetlerinin yasa dışı davranışları hususunda demokratik yönetimler ile otoriter yönetimler arasında şöyle bir fark var: Demokratik yönetimler böyle durumlarda hukuksuz davranış sahibi kamu görevlilerini cezalandırırken kendilerini güçlenmiş hissederler, buna mukabil otoriter yönetimler böyle davranırlarsa kendilerini, mutlak itaatini talep ettikleri sistem muhalifleri karşısında taviz vermiş gibi hissederler.

 

Bu algı, ortaya çok garip bir çelişki çıkartır: Kamu görevlilerinin hukuksuzluğu karşısında meydana gelen tepkiler ne kadar aleni ve güçlü olursa, onları cezalandırmaya yönelen otoriter bir yönetimin kendini taviz verir konumda hissetmesi ihtimali daha da yükselir. Hukuksuzluğun devlet içinde gizli kalması durumunda belki ilgili kamu görevlilerini cezalandırabilecek bir otoriter yönetim, hukuksuzluk aleni ve tepkiler güçlü olduğunda o kamu görevlilerini korumaya, kollamaya yönelir.

 

Sırf bu ölçüyle bile AK Parti iktidarının otoriter döneminin hangi yıllarda başladığını saptayabiliriz. (İpucu: Engin Çeber örneğine benzer bir örnek o tarihten, yani 2013’ten sonra bir daha yaşanmadı.)

- Advertisment -