Brezilya’da ekim ayında yapılan seçimlerde, solcu rakibini hezimete uğratarak devlet başkanlığına seçilen Jair Bolsonaro, yeni yılın ilk gününde yemin ederek göreve başladı.
Bolsonaro, çoğulcu demokrasinin herkesin bildiği bütün kavramlarını propagandasının temel unsuru haline getiren solcu rakibinin karşısında öyle bir dil kullandı ki, kazandığı zafer, yalnız rakibinin değil, liberal-çoğulcu değerlerin de yenilgisi sayıldı.
Dünya basını, Bolsonaro’nun Trump tarafından “muhteşem” diye karşılanan konuşmasını “Ülkemizi sosyalizmden, ahlaka aykırı değerlerden ve siyaseten doğruculuktan kurtaracağız” cümlesini öne çıkartarak verdi. Bu, yerinde ve doğru bir gazetecilik tercihiydi, çünkü Bolsonaro’nun, “siyaseten doğruculuğun cenderesinden kurtulmuş sözleri” henüz zihinlerde taptazeydi.
Bolsonaro’nun kemiksiz dilinden seçmeler…
BBC, Bolsonaro’nun seçilmesinden sonra, onun bu sözlerini farklı başlıklar altında bir haberde derlemişti. Onların bir kısmını hatırlayalım:
İşkence ve cinayet: "Diktatörlük döneminin hatası işkence edip öldürmemekti."
"Diktatörlük döneminde daha fazla insan öldürülmüş olsaydı ülke bugün çok daha iyi bir yerde olurdu."
"Pinochet (1973'ten 1990'a kadar Şili'yi yöneten diktatör) daha fazla kişiyi öldürmeliydi."
Irkçılık: "Quilombola'ya (Afrika'dan getirilmiş olan kölelerin soyundan gelenlerin yaşadığı bir yerleşim yeri) gittim. En hafif Afrikalı torunu 80 kiloydu. Hiçbir şey yapmıyorlar. Üreme konusunda bile işe yaramıyorlar."
"Siyahlara ne gibi bir tarihsel borcumuz varmış? Ben kimseyi köleleştirmedim. Portekizliler de Afrika'ya ayak bile basmadılar. Siyahları buraya köle olarak getirenler yine siyahlardı."
Eşcinseller: "Eğer oğullarınız böyle eşcinsel gibi davranırsa bir şaplağı hak eder. Sonra da kendisine çeki düzen verir."
"Eşcinsel bir oğlum olsaydı onu sevemezdim. İkiyüzlü olamam. Eşcinsel olmasındansa trafik kazasında ölmesini tercih ederdim."
Kadınlar: "Sana asla tecavüz etmezdim çünkü sen buna bile layık değilsin." (Kadın milletvekili Maria do Rosario'ya söylediği sözler.)
"Metresler? Onlar da yasak mı?"
Birikmiş ve çok güçlü bir tepki
Liberal demokrasinin yükseliş yıllarında akla bile gelmeyecek, gelse bile dillendirilemeyecek bu sözlerin sahibinin, önceki 10 yıl boyunca sosyal demokrat iktidarlar tarafından yönetilmiş bir ülkede iktidara gelmiş olması, yalnız Brezilya’da değil, dünyada da birikmiş ve çok güçlü bir tepkinin açığa çıktığının yeni bir emaresi olarak görülmeli.
Bu tepkiye sadece öfkelenerek; sadece onun “gerici”, “tutucu”, “ırkçı”, “küçük hesapçı”, “lümpen” karakterini lanetleyerek bir yere varılamaz. Uluslararası düzeyde mâkes bulmuş bu kadar yaygın bir olgu karşısında ilk anda sadece tepkisel bir karşılık vermek bir ölçüde anlaşılabilir; fakat artık alay etmeyi, küçümsemeyi bir tarafa bırakmalı, “bu nasıl oluyor”, “bu neden oluyor” sorularıyla halleşme cesaretini gösterebilmeliyiz…
Twitter klişesinde olduğu gibi: Sadece soruyorum
Lütfen, bu yazının başlığındaki imâyı bir hüküm cümlesi saymayın; sadece, tartışmak istediğim bir meseleyi okur gözünde cazip hale getirmek için baş vurulmuş bir gazeteci kurnazlığı olarak kabul edin.
Evet, başlıkta bir imâda bulunuyorum ve bir soru sormuş oluyorum: Acaba, diyorum, liberaller, demokratlar ve hatta hiçbir talebin işçi sınıfının taleplerinden üstün olmadığını savunan solcuların 1960’lardan itibaren öne çıkardığı taleplerde ve o talepleri savunurken baş vurdukları dilde bir sorun olabilir mi? Ve bu sorun, kendilerini, o taleplerin eğitimli taşıyıcılarının kullandığı imkânlardan mahrum sayan daha az eğitimli ve daha yoksul kesimlerde, son evresinde öfke patlamasına yol açan bir tepki birikimine yol açmış olabilir mi?
Bu soruyu biraz daha açarak şöyle sorayım: Acaba, dünya çapında aydınların 1960’lardan sonra yoksulluk, işsizlik, eşitsizlik, adaletsizlik gibi sorunlardan çok özgürlük, çevre, cinsellik, feminizm gibi kavramları öne çıkarmaları, toplumun bunlarla çok da ilgili olmayan kesimlerinde, aydınların ve onların yön verdiği siyasetçilerin kendi asli sorunlarından uzaklaştıkları gibi bir algıya yol açmış ve onları otoriter-popülist siyasetçilere itmiş olabilir mi?
Sarı Yeleklilerin talepleri vizyonsuzlukla mı mâlûl?
Tam burada pek taze bir örneği, Fransa’daki Sarı Yelekliler’in, en tepesine mazot ve benzin zamlarının geri alınmasını koydukları talepler listesinin bazı maddelerine bazı Fransız liberalleriyle solcularının yönelttikleri itirazları hatırlamak yerinde olur.
Biliyorsunuz, bazı Fransız entelektüeller, itiraz edecek o kadar şey varken, hükümetin küresel ısınmayı önleme programı çerçevesinde fosil yakıtların tüketimini azaltmak hedefiyle attığı bu adıma köstek olan Sarı Yelekliler’i ayıpladılar, onları dar görüşlülük ve vizyonsuzlukla suçladılar.
(Fransa’da, mazot ve benzin üzerinde yüklü bir karbon vergisi var. 2014’te, François Hollande döneminde ton başına 7 Euro ile başlayan karbon vergisinin sonraki düzeyleri şöyle oldu: 2015'te 14, 2016'da 22, 2017'de 30, 2018'de 44 Euro… Sarı Yeleklilerin direnişi neticesinde değiştirilmeseydi, bu rakam 2019'da 55, 2020’de 65, 2021’de 75 ve 2022’de 86 Euro olacaktı.)
Sarı Yelekliler ne hissetmişlerdir?
Yukarıdaki soruları Sarı Yelekliler bağlamında bir daha soralım:
Sarı Yelekliler, kendilerini vizyonsuzlukla suçlayan aydınlarla ilgili olarak acaba ne hissetmişlerdir?
Onları, uzun on yıllardır özgürlük, çevre, cinsellik vb. daha “soylu” talepler peşinde koşarken kendi hayati taleplerini “sıradan”, “bencilce” ve “süflî” sayan okumuş yazmışlar olarak görmüş olabilirler mi acaba?
Ben, sadece onların değil, dünya çapında otoriter liderlerin peşinden giden kitlelerin de öyle hissettiklerini düşünme eğilimindeyim.
Tabii bu tepki, kendilerini daha “soylu”, daha “şık” taleplere adayıp onları unutan aydınların yanı sıra, onlara yakın siyasi iktidarlara da yönelik; tepkiden onlar da nasipleniyorlar ve sonuçta bütün bu süreç popülist liderlere yarıyor.
Popülist liderler neden cazip?
Popülist liderler “sıradan” insanların diliyle konuşuyorlar, anlaşılabilir ve basit hedefler koyuyorlar. Sıradan insanlar, bu sayede kendilerini böyle bir siyasetin parçası olarak düşünebiliyorlar, çünkü, aydınların ve onların desteklediği siyasi iktidarların yarattığı ortamın tersine, kendilerini artık “anlaşılabilir, kavranabilir” bir siyasi ortamın içinde buluyorlar.
Yani popülist liderleri yalnızca “soylu ve şık” taleplere sırtlarını döndükleri için değil… yalnızca kendi hayati taleplerini öne çıkartıp çözmeyi vaat ettikleri için de değil… kullandıkları anlaşılabilir, basit dil nedeniyle de seviyorlar.
Ünlü filozof Zizek, yazdığı bir yazıda ve yayımladığı bir videoda Sarı Yelekliler’i “asıl mesele”yi ıskaladıkları için eleştirdi ve çözümün “bürokratik sosyalizm”de olduğunu savundu. (Kelimeleri aynen böyle ve bunu özellikle vurguluyor.)
Bu ve benzeri bazı yaklaşımlar bana şu soruyu sordurtuyor: Acaba, bir çığ gibi üzerimize gelmekte olan otoriter-popülist yönetimler karşısında paniğe kapılıp, halkın tercihlerinden çok bürokratik bir elitin öne çıktığı yeni bir model arayışının eşiğinde miyiz?
Pazartesi günü bu sorunun cevabını aramaya çalışan bir yazıyla karşınızda olacağım.