Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) genel sekreterliğini de yapan Tarhan Erdem, yıllar önce Radikal’deki bir yazısında CHP tarzı muhalefet pratiğini anlatmıştı… Buna göre CHP genel merkezinde her sabah gazeteler inceleniyor, iktidar sözcülerinin o gün neler söyledikleri not ediliyor, polemiğe müsait demeçler seçiliyor ve kafiyeli laf oturtma tekniğiyle onlara cevaplar hazırlanıyordu.
Eşyanın tabiatı: Muhalefetini bu kadar kısır bir alana sıkıştırdığında seni bekleyen akıbet zaman zaman malzemesiz kalmandır. Yani üzerinden muhalefet üreteceğin yeteri kadar laf bulamayınca ya kötü esprilerle örülü kötü laf oturtmalara baş vurursun ya da kendi malzemeni kendin üretmek üzere bazı lafları eğip bükerek onları muhalefet etmeye uygun hale getirirsin.
CHP, bu tarz bir muhalefet anlayışıyla ikitdar alternatifi bir parti olamayacağını yavaş yavaş idrak etti ve son yıllarda enerjisini laf çakma ve laf oturtmadan çok iktidara geldiğinde yapıp edecekleri üzerinde toplamaya gayret gösterdi.
Ne var ki, iktidarı adım adım geriletip kendisini bir iktidar alternatifi olarak sunmaya değil de geçici iç soğutmalara odaklanan bu muhalefet anlayışı zamanla sağ-sol bütün muhalefetin tarzı haline gelmeye başladı. Laf oturtmaya ve laf çakmaya dayalı bir muhalefet, başkaca yollara tevessül etmese sadece “etkisiz” olmakla eleştirilebilir, masumiyeti de teslim edilirdi. Fakat yukarıda da dediğim gibi mesele burada kalmıyor. Üzerinden muhalefet yürütülecek sözler, cümleler, gerektiğinde cımbızlama, gerektiğinde eğip bükme yöntemiyle yeniden düzenleniyor, laf oturtmalı muhalefet, elde edilen bu yeni cümleler üzerinden yürütülüyor. Bu noktadan itibaren de bu tarz bir muhalefet ahlakî problemler içermeye başlıyor.
Neden etkisiz?
İşin ilginç yanı şu: Muhalefetin oklarını yönelttiği iktidar, toplumun geniş kesimlerince bir nefret nesnesi olarak algılandığı için, bu kesimler buradaki ahlakî problemleri hiçbir şekilde dert etmiyorlar. Onlar için önemli olan yüreklerinin soğutulması… Bu uğurda bazı ahlakî defoların göze alınabileceğini düşünüyorlar.
Fakat problem şurada ki, onların bazı cümleler üzerinden yürütülen mühendislik çabalarını görmemiş gibi yapmaları, toplumun öbür yarısının da bunları görmediği anlamına gelmiyor. Yani, evet, bu türden bir muhalefet toplumun bir bölümünün nefretini artırıyor ama bir yandan da toplumun öbür yarısının iktidar çevresinde daha fazla konsolide olmasına yol açıyor. Bu kesimler, böylece muhalefetten gelebilecek haklı-hakiki eleştirilere de kendilerini kapatıyorlar ve sonuçta yapılan muhalefet zaten muhalif olanların yüreklerini soğutmaktan başka bir işe yaramıyor.
Bu tarz bir muhalefetin bir başka yönü de, üzerine abanılan sözlerin (tabii “kullanışlı” hale getirilmiş biçimleriyle) hızla “Batı”ya taşınması ve kampanyaya Batı’nın da dahil edilmesi… İkinci dalganın Batı üzerinden Türkiye’ye aktarılması, toplumun öbür yarısının iktidar çevresinde konsolide olmasını daha da pekiştiriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudi Arabistan gezisinden dönüşünde başkanlık sisteminin üniter devletlerde uygulanabildiğini söylerken verdiği Hitler Almanyası örneği üzerinden yürütülen muhalefet, şu yukarıda sıraladığım muhalefet tarzının tamamını içeriyor.
Şimdi bu örneği önce aktaralım, ardından da birlikte inceleyelim.
Konuşmayı ‘doğru’ yerden kesmek
Bir gazeteci Erdoğan’a, Başbakan Davutoğlu’nun bir televizyon programında başkanlık sisteminin üniter devletlerde de uygulanabildiğini söylediğini hatırlatıp, onun görüşünü soruyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu soruya aynen şu cevabı veriyor:
“Doğru, üniter sistemlerde başkanlık sistemi yok diye bir şey yoktur. Şu anda bunun zaten dünyada örneği var. Yani geçmişten bu yana da var. Hitler Almanyası’na baktığınızda orada da bunu görürsünüz, daha sonra değişik ülkelerde bunun yine örneklerini görürsünüz. Yeter ki bütün mesele o başkanlık sisteminin uygulamada halkını rahatsız eden bir yapısı olmasın, karakteri olmasın. Yani uygulamada siz eğer adalet dağıtıyorsanız, halkın aradığı, beklediği nedir, adalettir. O olduğu anda zaten sıkıntı olmaz. Ve şu anda da, başkanlık sistemleri A’dan Z’ye pir-ü paktır ifadesini kullanamayız. Başkanlık sistemi olup sıkıntıların olmadığı yerler yok mu, o da var.”
Konuşmanın devamı da var ama ben burada keseyim, çünkü tartışmalı bölüm burası…
Ben burada kestim ama başkaları benim kestiğim noktadan da önce kesmiş. Onların, “Erdoğan başkanlık sistemine Hitler Almanyası’nı örnek gösterdi”, “Erdoğan: Hitler Almanyası’nda üniter başkanlık sistemi var” vb. başlıklarla sundukları haberlerde Erdoğan’ın sözleri şöyle ve şu kadarıyla aktarılıyordu:
“Doğru, üniter sistemlerde başkanlık sistemi yoktur diye bir şey yok. Şu anda bunun zaten dünyada örneği var. Yani geçmişten bu yana da var. Hitler Almanyası’na baktığınızda orada da bunu görürsünüz.”
Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklama
Baktığım her yerde bunu ve bu kadarını görünce, Cumhurbaşkanlığı sitesinden yapılan açıklama bana hiç ikna edici görünmedi.
Açıklamada, “'Hitler Almanyası' benzetmesinin bazı haber kaynakları tarafından açıkça çarpıtılarak ve tam tersi bir mana verilerek kullanıldığı” belirtiliyor ve Erdoğan'ın üç noktanın altını çizdiği belirtiliyordu:
"1) Başkanlık sistemi üniter devletlerde de olur. Başkanlık sistemi, federalizme dayanmak zorunda değildir. 2) Hem parlamenter hem de başkanlık sisteminde esas olan, adalet ilkesinin uygulanması ve halkın beklentilerinin karşılanmasıdır. 3) İster parlamenter ister başkanlık modeli olsun, sistem kötüye kullanıldığında, Hitler Almanyası'nda olduğu gibi ortaya felaketle sonuçlanan kötü yönetimler çıkabilir. Ne parlamenter sistem ne de başkanlık sistemi, bu tür sonuçların ortaya çıkmasına tek başına engel olamayabilir. Önemli olan millete hizmet eden adil bir yönetim tarzının benimsenmesidir."
Açıklamada nihayet Erdoğan’ın neden Hitler Almanyası türünden bir başkanlık modelini olumlu örnek olarak gösteremeyeceği şu sözlerle ifade ediliyordu:
"Böyle bir benzetme söz konusu değildir. Holokostu ve antisemitizmi, İslamofibiyle beraber bir insanlık suçu olarak ilan eden Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadelerinin Hitler Almanyasına olumlu bir gönderme gibi yansıtılmaya çalışılması kabul edilemez."
Dediğim gibi, ben her yerde yukarıda aktardığım “kısa versiyon”la karşılaştığım için, Cumhurbaşkanlığı sitesinden yapılan bu açıklamayı hiç ikna edici bulmadım. Fakat dönüp de Erdoğan’ın kendi sesinden sözlerinin aslını ve tamamını dinleyince anladım: Erdoğan gerçekten de orada izah edildiği gibi bir konuşma yapmıştı fakat konuşma uygun bir yerinden kesilip de kullanışlı hale getirilince gerçekten de sanki Erdoğan’ın Hitler Almanyası’nı başkanlık sistemi için olumlu bir örnek gibi gösterdiği öne sürülebiliyordu. (Şu da var: Erdoğan da irticalen konuşurken zaman zaman yaptığı gibi söylemek istediğini yeteri kadar açmamış, sözlerine amaçlı bir biçimde yaklaşabileceklerin girebilecekleri açık bir kapı bırakmıştı.)
İkinci perde: Batı basını
Nitekim öyle oldu, bu konuşma yurtiçinde tepe tepe kullanıldı. Sonra ikinci perde açıldı: Erdoğan’ın sözleri Batı’ya yukarıda alıntıladığım kısa versiyonla aktarıldı. Eh, fırsat bu fırsat diyen anti-Erdoğan Batılı gazeteciler de topa girince sağlı sollu Batılı gazetelerde şöyle başlıklarla duyuruldu haber:
Time: “Türkiye Cumhurbaşkanı Hitler’in gücünde bir iktidar istiyor.”
Daily Telegraph: “Dünyada ilk kez Erdoğan, anayasal reformlar için Hitler Almanyası’nı pozitif bir rol modeli olarak gösterdi.”
Independent: “Erdoğan Hitler Almanyası’ndan etkili bir yönetim örneği olarak bahsetti.”
Sonra bu haberler yeniden Türk basınına yansıdı ve çevrim tamamlandı. Fakat en güzeli “olay”dan üç gün sonra Cumhuriyet’in birinci sayfasından yayımlanan haberdi:
The Times: “Erdoğan Türkiye’nin Hitler’i olmak istiyor…”
Cumhuriyet’in aynı başlıklı haberinin son bölümünde ise ABD’li siyaset profesörü John A. Tures’un Huffington Post’a yazdığı blog yazısı özetleniyordu. Habere göre Tures, Erdoğan’ın sözlerinin gaf olmadığını savunmuş, “Otoriter Erdoğan için bu, bir diktatörün duygularını gösteren ender bir dürüstlük anı” yorumunu yapmıştı.
Ben bu yorumu okuyunca, Profesör Tures’un, Erdoğan’ın beyninin gizlediğini dilinin fâş ettiğini (lapsus) söylemeye çalıştığını sanmıştım. Fakat hayır, galiba profesör bilinçdışından değil doğrudan bilinçten söz ediyor ve Erdoğan’ın “dürüstçe” Hitler tarzı yönetim istediğini söylüyor.
Bu muhalefet tarzında ben en çok şuna şaşırıyorum: Prof. Tures gibiler, bu iri yorumları, önlerine sürülen “işlenmiş” malzeme üzerinden yapıyorlar; dolayısıyla bir anlamda mâzur sayılabilirler. Fakat malzemenin tamamına vâkıf olanlar, yani hakikati bilenler sırf kısa vadeli akut tepkiler derleyebilmek için nasıl böyle bir mühendisliği göze alabiliyorlar? Ve iktidara karşı hakiki, etkili bir muhalefetin önünü bu tarz mühendisliklerle kestiklerini nasıl göremiyorlar?